Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Beni kimler mahvetti?

Beni kimler mahvetti?
 

Görsel kaynak: telewatcher.com


Yanılmışım…

Beni o çocuk mahvetti demiştim ya, beni mahveden o değilmiş. Günahını almışım çocuğun.

Meğerse beni mahveden başka şeyler varmış.

 

Çocuk haklı…

Bir-kaç gündür mızırdanıp duruyordu. Önce aldırmadım, duymazdan geldim. Tepinmeye başladı. Kaşlarımı çatıp parmağımı dudaklarıma götürerek “sus” işareti yaptım. Önce susar gibi oldu ama sonra da koyuverdi ağlamayı.

 

Çaresiz kucağıma aldım, sakinleştirmeye çalıştım.

İçini çeke çeke (sessizce) ağlamaya başladı. Kabak kafasını okşayarak bağrıma bastım. Bu arada yeni gömleğimin kırış kırış olduğu yetmiyormuş gibi bir de salya sümük bulaştırdı hınzır… Sonra kravatımla oynamaya başladı ve “dur yapma” demeye kalmadan burnunu sildi. Sabrettim!

 

Sabrettim, çünkü bunları ne için yaptığını biliyorum. Benim kravatla, ütülü pantolonla, ceketle gezmemden nefret ediyor bacaksız.

 

Yeşil sümüğü burnuna girip çıkarken yüzüme baktı. Mahzun bir ifade takındı. Dudağını titreterek konuştu:

- Ben çok sıkıldım… Annemi görmek istiyorum…

- Ben de sıkıldım. Ne çok mızırdanıyorsun. Annen yok artık, bunu kabullen. Öldü o, öldü! Anladın mı? Ööööl-düüü…

- Hayır, benim annem ölmedi. Senin annen öldü. Beni anneme götür. Hemen şimdi.

 

Minik ayaklarını alabildiğince sallayarak beni (çaktırmadan) tekmelemeye başladı. Sinirlendim.

- Doğru durmazsan sopayı yiyeceksin.

- Durmayacağım! İstersen döv… Ben annemi istiyorum. Sıkıldım senden.

- Ama bak, ben yoğun iş hayatı olan bir insanım. Seni istediğin zaman istediğin yere götüremem. Sıkılmaman için elimden geleni yapıyorum. Ne istersen alıyorum. Bak,istediğin için sana taaa Çin’ den mıknatıslı bilyalar getirttim. Oyun hamurları aldım, el matkabı istedin onu bile aldım. Sen hala sıkıldım diyorsun. El âlemin çocuğu…

- Bana ne el âlemin çocuğundan yaa… Ben bu dört duvardan, senin işlerinden, kravatından, gömleğinden sıkıldım… Ben anneme gitmek istiyorum. Onun kucağında olmak, ona sarılmak, onun çiçeklerini koklamak istiyorum. Sen hala ne diyorsun.

 

Yapacak bir şey yoktu. Çaresiz boyun eğdim.

- Tamam, gideceğiz, ama bana biraz süre ver.

- Bıktım! Senin gelmeyen sürelerinden bıktım…

- Tamam. Haklısın. Çok oyaladım seni. Çiğdemler, menekşeler açmaya başlamış annenin bahçesinde, biliyor musun?

- Biliyorum tabi aptal teneke… Sonbaharda diktiğim çiçekler de açmış. Yeni mi aklına geldi?

- Bak hakaret yok! Biraz saygılı ol. Yoksa…

- Yoksa ne? Götürmez misin? Döver misin? Bak son kez söylüyorum kaçar giderim, burada bu aptal kravatınla, bilgisayarınla, telefonunla, işlerinle süpürge sopası gibi ruhsuz kalırsın.

- Tamam! Söz… Götüreceğim!

 

Kucağımdan sıyrılıp indi. İçimdeki diğer çocuklara döndü; heeeyyy duydunuz mu, beni anneme götürecek bu moruk…

 

Tüm çocuklar hep birden sevinç çığlıkları attılar. Sonra hepsi birden toplaşıp oyun kurdular. Kukalı saklambaç oynayacaklarmış.

Ne bıkmaz oyun istekleri var bu çocukların. Hiç yorulmuyorlar da!

 

Arkama yaslanıp onları seyretmeye başladım. Neşe içinde bağrışıyorlardı. Bir ara “içimdeki veletle” göz göz geldik. Az önce kavga eden biz değildik sanki… Onlara nasıl bir ifadeyle baktıysam, yüzüne acıyan bir ifade takınıp yanıma geldi.

(Çok mühim not: Aşağıda verilen şarkı linklerini lütfen ters tuşla tıklayınız…)

 

- Sana böyle davrandığım için özür dilerim. Ama anla beni! Çok sıkıldım.

- Haklısın sıkılmakta velet. Ben de çok sıkıldım. Ben de şöyle bir Beyoğlu yapmak istiyorum. Çiçekçi kadından bir çiçek alıp “bu çiçeği şuradaki uzun saçlı kıza ver, ama benim gönderdiğimi söyleme, sen vermişsin gibi yap” demek istiyorum. Kızın mutlu şaşkınlığını izlemek, çiçeği koklayışını görmek istiyorum. Sabaha karşı da “Beyoğlu kesmedi, bir de Ortaköy mü yapsam acaba” demek istiyorum. Bir İstanbul masalı yaşamak istiyorum.

- Ha ha ha… Bu çiçek numarasını hani bir kere yapmıştın da rezil olmuştun. Hatırladın mı?

- Yok hatırlamadım.

- İşine gelmemiştir. Ben hatırlatayım… Hani dört kız masada otururken çiçekçiye bir avuç para verip çiçeği güzel süslemesini istemiş, üzerine de “masadaki en güzel kıza” diye bir not ekleyip kızların masasına bırakmasını istemiştin. Bir de çiçekçiyi tembihlemişti; benim gönderdiğimi söyleme sakın diye. Söylememesi için bir avuç daha para vermiştin.

- He. Hatırlar gibi oldum.

- Külahıma anlat. Çiçekçi söylediğini yapmıştı. Kızlar çok şaşırmışlar hepsi güle bir öpücük koyup masaya bırakmışlardı. Az sonra garson sana bir kokteyl getirmişti. Üzerinde bir not vardı: “çekiniksen tek dikişte içip gelirsin ya da delikanlı gibi masamıza gelir yudum yudum içersin.” Meğerse kızlar da seni izliyorlarmış. Ha ha ha…

- Hım sanki hatırlıyorum…

- Muhahaha. Sanki imiş! Kıpkırmızı olmuştun. Aklın sıra kızları kavga ettirecektin değil mi?

- Yok, sadece ne yapacaklarını merak etmiştim.

- Bak hatırladın işte. Ne fırlama kızlardı ama. Tam benlik…

- Güzel bir geceydi ama. Gerçekten fırlama kızlardı.

- Güzel mi? Hesabı sana yıkıp gittiklerinde homurdanıyordun ama…

- Yok, valla homurdanmadım. Uyanıklıkları ve delikanlılıkları çok hoşuma gitmişti.

- Tamam, öyle olsun… Başka neler yapmak istiyorsun?

- Mesela şöyle bir Ege yapmak istiyorum… Mahalli çalgıcıları toplayıp harmandalı çaldırmak, zeybek oynamak istiyorum… Sabaha karşı denizde taş sektirmek, balıkçılara “rasgele” demek istiyorum.

- Kalbim Ege’de kaldı şarkısını söyletmeyecek misin?

- Aha… Aklınla yaşa. Evet söylesinler!

- Sonra sıra sanat müziğine gelecek değil mi?

- Yok, sırada “bu kalp seni unutur mu” var. Sonra “sigaramın dumanına sarsam saklasam seni” söylesinler. Ondan sonra Ege türküleri, finalde “şimdi uzaklardasın” olacak…

- Yok, sen “kimseye etmem şikâyet” söylemeden kalkmazsın… Hatta bir de “şarkılar seni söyleri” söylersin…

- He doğru be… Sen beni benden iyi biliyorsun sanki…

- Tabi bileceğim, yıllardır seni avutuyorum moruk! Ben senin içindeki çocuk değil miyim?

- Üf haydi git başımdan. Bak arkadaşların seni bekliyor…

- Haydi, sen de gel. Birlikte oynayalım.

- Yok, siz oynayın. Daha sonra birlikte topaç çeviririz. Benim çalışmam lazım.

- Ölecen gidecen hala çalışıyorsun be… Ne kaldı şurada, iki sene sonra bir bahar akşamı kalpten küt diye gideceksin. Dolu dolu yaşasana! Keyfince…

- İşine bak velet. Sana ne, ne zaman, nasıl gideceğimden…

- Bak bu hafta sonu ormana gidiyoruz değil mi? Söz verdin!

- Tamam ama şimdi Git başımdan, işim var!

 

Hoplaya-zıplaya arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşlar konuşmayı merak etmişler; “ne oldu” diye sordular.

 

Fısıldayarak “moruk bunalım takılıyor, yoruldu ama hala iş-güç peşinde. Onu benim mahvettiğimi zannediyor ama onu bu havalar mahvediyor, haberi yok…” dedi.

 

Benim duymadığımı zannediyorlardı. Ama duydum!

Arkadaşları “moruğa yazık yaaa…” dediler. Onu da duydum.

Mecburen duymazdan geldim. Yoksa dövmem gerekecekti onları…

 

Bir bu havalara, bir de içimdeki şu velede çok kızıyorum… Beni bunlar mahvetti.

Bir de sigara!

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..