Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '15

 
Kategori
Felsefe
 

Beni olduğum gibi sev

Beni olduğum gibi sev
 

Murat Ahmeti - Kosova Cumhuriyeti


Beni, ben olduğum için sev..

Sevgi, herhalde, tüm edebiyat tarihinin özü olsa gerek. Çünkü sevgi, insanın özü. Buna edebi açıdan baktığımızda bin türlü güzelleme yapabiliriz. Ancak rasyonel açıdan baktığımızda, aslında sevgi, insanın varlığını devam ettirebilmesi için dışarıdan aldığı güçten başka bir şey değildir.

Özünde sevgi benmerkezciliktir. Ama benmerkezcilik kavramı sabıkalı olduğu için, biz buna, olumlu olumsuz, zihinsel kirlerden muaf olsun diye, varolma odaklılık diye bir kelime uydurabiliriz. 

Varolma odaklılığın özü sevgidir. Sevgi alırsak, varolma imkanımız ve varolma güçümüz artar. 

Sevginin karşılıklı ya da karşılıksız olması, bu formülasyona aykırı değildir, gerekli akıl yürütmelerle bu formülasyonla açıklanabilir. Şimdi sevginin kökeni üzerine bir düşünmeden ziyade, yukarıdaki gündelik hayatta sık rastlanan ifade üzerinde düşünebiliriz.

Bu ifadede, iki yönlülük var. Bir taraftan, olumlu diğer taraftan olumsuz. Sevginin özü varolma odaklılık olsa da, toplumsal yaşantıda, biz sevgiyi, ululaştırırız. Bu ululaştırma boşuna değildir. Sevgininin vazgeçilemezliğinin evrimsel-psikolojik baskınlığını işaret eder.

Biz sevgiyi ululaştırırız, yani mutlaklaştırırız, yani rasyonel olanın ötesine taşır, onu, bir tür romantizm, coşku haline getiririz. Böyle yaptığımızda, sevginin iyi, değerli ve üstün olanı, araçsallaştırılmış olmaktan çıkar.

Biz bir şeyi, bir şeyden dolayı değil de, kendisinden dolayı seversek, o şey gerçekten seviliyor olur. Ya da böyle bir tarif vardır.

Bir şeyi, bir şeyden dolayı değil de, kendisinden dolayı sevmek, sevilen şeyin, bizim sevgimize kayıtsızlığını da içerir. Bu ilişkinin, yani kendisinden dolayı sevme ile seven arasındaki ilişkinin yine elli tür edebi anlatımı yapılabilir. Ki edebiyatın özü zaten bu dedik.

Toplumsal yaşantı ve ona hitabeden düzlemde kaldığımızda, bir şeyi bir şeyden dolayı sevmek, o şeyi kendisi için sevmekten gerçekten daha az sevgiye layıktır.

Kayıtsız, şartsız, koşulsuz sevmek, sevginin ululaştırılmasının bir parçasıdır ve aranan şeydir.

Şimdi, beni olduğum gibi sev lafına baktığımızda, bir taraftan istenenin bu olduğunu görüyoruz; beni ben olduğum için sev. Burada anlatılan sadece çıkarın için sevme, demek değildir. İçinde o da olmakla birlikte, beni olduğum gibi kabul et, demeye gelir. Olduğum gibi kabul et demekse her ne isem ona rıza göster, şablonlara, kurallara, normlara sokmaya çalışma, kendi beğini ve isteklerine uydurmaya çalışma, beni ölçüp biçme, neysem öyle kabul et.

Bunun en altında yatan, rasyonel açıdan dediğimiz şey olarak, tabi ki kişinin varolma odaklılığı özsel olarak sevgiyi gerektiriyor, ama bu varolma odaklılık, aslında kendi varolmasını, her türlü varolmadan da gizil olarak önde tutuyor. Yani, beni ben yapan özelliklerimi kabul et, kesip biçme derken, bir yandan da, kendi varoluşunu, diğerine dikte etmeye çalışıyor.

Tabi, bu istek, oluştuğu anda, bir dikte içermiyor, öncelikle, karşı tarafın varolma odaklılığına karşı savaşıyor. Çünkü karşı taraf, sevgi ilişkisi içinde olduğu kişiyi, sürekli, ölçüp biçmeye, hizaya, norma vs. sokmaya çalışırken, aslında kendi varolma odaklılığının hayata geçiriyor. Bu baskınlık karşısında, diğer taraf, kendi varolma odaklılığını ilk talep ettiğinde, eşitlik ilkesi açısından olumlu bir noktada duruyor, her iki tarafın varolma odaklılığını karşılayacak bir denge aşaması insanlar arasında asla ve asla olamaz, ancak, çok iyi niyetlilik içinde olan, partnerini çok iyi kollamış ya da varolma odaklılıkları bir şekilde kültürel varlık olarak sahip oldukları toplumsal özelliklerle uyum göstermiş kişiler arasında çok daha fazla yaşam anı bulabilir. Ancak bu denge sarkaç gibidir. Sürekli devinim halindedir. Her an bozulmaya mahkumdur.

Velhasıl, varolma odaklılıklarının dengesi bir sarkaç gibi sürekli deviniyor, kiminki ritmik, düzene kavuşmuş ve salınımlarının çapı küçükken, kimininki ise amorf, nerden gelip nerden çıkacağı bilinmeyen bir halde salınıyor. Bu tür ilişkilere ilişkin denmiyor, çünkü ilişki denen, salınımın huzura kavuştuğu şeyler oluyor. Ancak, insanlararası ilişkileri, toplumlararası ilişkiler üst belirliyor. Toplum dediğimiz anda da, bin türlü faktör giriyor, en babası tabi ki iktidar, iktidar deyince, ideoloji, söylem, eğitim öğretim vs. bütün bunlar biçimsel olarak ilişki olan ama asla ilişkin olmayan varolma odaklılıkları yaratıyor, bunların yaşantısı ise bağıra çağıra ısıra kopara devam ediyor. 

Beni olduğum gibi sev, lafı yukarıda dediğimiz gibi olumlu bir yan taşıyor. Yani, kendi varolma odaklılığımızı, ötekinin varolma odaklılığını yok etme pahasına dikte edemeyiz. Ona saygı duymalıyız.

Olumsuz tarafına gelince, aslında yukarıda söylediğimizden farklı bir şeyler söylemek gerekmiyor. Formül aynı formül. Burada söylenecek olan yeni şey, yine, bir tarafın kendi varolma odaklılığını diğerine dikte etme  olayı vardır, ancak bu sefer, bunu ifade ederken, bir tür yanılsama içine girer ya da yanılsama yaratır bu dikte talebi. Yani görünüşte, dikte altındaymış gibi, müdahile ediliyormuş gibi gösterir ama bu suretle, kendi varolma, o gizil varolma odaklılığını ötekine dikte etmeye çalışır.

Toplumsal baskıyı bir kenara bırakırsak, kişinin varolma odaklılığını sağlaması, varoluşunun özünün sevgi olarak dengeli salınımlar içinde olması için, öncelikle kendini koruması, sonra karşıdakinin varolma odaklılığına saygı duyması, ki saygı duymak zorundadır, çünkü onu yok ederse, kendisi varolma odaklılığı için bir sevgi kaynağı bulamaz ve kendisi de göçer, üçüncü olarak ise odaklılık konusunda uyumsuzluk olduğunda, geride bırakabilmesini bilmek gerekir. Odaklılık konusunda uyum olmak zorunda değildir, çünkü her varolan biriciktir ve her insanın bin türlü özelliği vardır ve hayat matematik gibi işlemez. Akıl yürütme bilgisayar programı değildir. Yanlış bilgiler, yanlış mantıklar, hırslar, ihtiraslar, başkalarının azılı varolma odaklılıkları altında ruhu ezilmiş, ezik büzük insanlar ile mucize olan varolma odaklılığını küçük salınımlarla dengede tutabilmedir.

Bir önceki yazımı da buraya bir kaç paragraf olarak yerleştirdiğimizde, dilin bir iletişim aracı olarak ve toplumsal iktidar aracı olarak içerikli bir yapı olduğunda, bu olup bitenlere yardımcı olmak yerine daha da köstek olduğu ortaya çıkar. Sonucunda ittire ittire yaşar insan. Eş deyişle, ite ite, itile itile yaşar. Normal olan, yaygın olan buysa, insanoğlunun hakettiği de budur.

Burdan kurnazlık, uyanıklık çıkmaz. Hayatı öyle yaşamaya çalışanlar da var. Ne yapsın adam, varolma odaklılığının dengeli salınımına gücü yetmemiş, oradan sıvışıyor. Ancak kurnazın sonu da aynı kaçınılmazdır.

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..