Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Benim ağabeyim-5 Final!

Benim ağabeyim-5 Final!
 

Sınır karakolundan ayrılırken, kapıdaki nöbetçi askerle karşılıklı selamlaştıktan sonra istikametimizi Cabbar Beyin çiftliğine çevirdik.

-Yahu biz bu çiftliği kahvede otururken oturduğumuz yerden görmemiş miydik?

- Görmüştük

- Peki, nerde o zaman?

- Şu tepeyi çıkınca… Az kaldı geldik sayılır.

Orman içindeki daracık yollarda, arkamızı toza dumana katarak gidiyoruz. Meşe ağaçlarının arasından güneş ışınları, arabamızın camlarını aşarak bağrımıza ok gibi saplanıyordu.

Yandım Allah kurtar bizi Gâvur Aliii!

-Ağabey nasıl beğendin mi rezve’yi?

-Çok beğendim Talip usta, harika yerler, balıkları gördün’mü?

-Canım gitti ağabey…

( Araya gâvur Ali girdi)

-Komşi nasıldı ama?

-Gâvurluk yapma Ali!

-Tövbe tövbe…

Gülüş cümbüş derken, birden ormanın sınırındaki kocaman tarlanın üzerine çıkıverdik. Cabbar Beyin kendisinin yaptığını söylediği iki katlı çiftlik evinin önünde bulduk kendimizi. Telaşlı telaşlı sağa sola emir veriyordu. Bizi içeriye davet etti. Neredeyse mutasyona uğramış uykucu bir köpeğin üzerine basıyordum ki, son anda fark ettim.

Gâvur Ali ayağının içi ile köpeğin kıçına tepiği basıp hü be, çü be diyerek onu kaldırdı. Köpek üç metre zor gidebildi, tekrar miskin miskin başka bir gölgeliğe yatıverdi. Ağabeyim ve ben Cabbar Beyin işaret ettiği şark köşesine köy ağaları gibi yerleşiverdik. Binan alt katının sağ tarafı şark köşesi sol tarafı mutfak.

Ali ve Cabbar Bey mutfak kısmına geçip öğle yemeği için hazırlıklara başladılar. Balık olarak limanda sadece tekir ve kefal balığı varmış. Bu zamanda palamut olacak değil ya! Buralarda odun bol olduğu için genelde mutfak işlerinde, köylülerin değişik isimler söylediği peçka, kuzine, davul denen sobalar kullanılıyordu.

Menüde acılı kefal buğulaması, tekir tava ve çoban salatası vardı. Cabbar Bey’in maşallah on parmağında on marifet var. Öyle hızlı hareket ediyor ki şaşarsınız. Yemekteyiz programına katılsa, eminim herkes onu ağzı açık seyrederdi. Ali kısmen ona yardımcı olsa da en fazla işi Cabbar Bey yaptı. Sofraya kocaman bir salata ve buğulama tavası geldi. Cabbar bey hızla servisi yaptı. İlk defa yediğim bu acılı kefal buğulaması, tabiri caizse bize parmaklarımızı yedirtti. Buğulama ile doymayanlar tekire devam etti.

Ellerine sağlık Cabbar Bey…

Yemek pişirme sırasında Cabbar Bey’i resimlerken tavanın başında haklı bir gurur ile özellikle poz veriyordu…

Yemekten sonra üzerime rehavet çöktü. Biraz kestirmeye çalıştıysam da muhabbetin göbeğinde mümkün olmadı. Etrafı resimlemek için binanın dış merdivenlerinden üst kata çıktım. Birazda benim mesleğim olduğu için, Cabbar Bey’in binasındaki imalat hatalarına ister istemez gözüm takılıyordu.

Kuzeye baktığımda Rezve ve Rezova, güneye baktığımda İğneada, doğuda Karadeniz, batıda ise yıldız dağlarının uzantısı Korfa kolibası! Yani Avcılar köyü...

Ali arkadaşım ile ikimiz tarlanın bir tarafını, Cabbar Bey ile ağabeyim diğer tarafını geziyorduk. Ali arkadaşım; çiftlik arazisinin içindeki dikilmiş meyve fidelerinin bazılarını, kendisinin diktiğini söylüyordu. “Otuz dönümlük bu araziyi Cabbar Bey’e biz sattık” dediğinde şaşırmıştım.

Baba arazisi satılmış ve pay edilmiş aralarında… ne diyelim hayırlı uğurlu olsun.

Atalarımın ayak izleri bulaşmış topraktan eğilip bir avuç aldım.

Ağaçların dalları arasından küçük bir rüzgâr esintisi geldi vurdu yüzüme.

Anlatacak o kadar çok şey var ki, şimdi ne yeri ne zamanı…

Unutmadan notumu aldım, gönül defterime.

İğneada serüvenimizi burada bitiriyor ve hızla dönüş yolculuğuna hazırlanıyorduk. Tekrar gelme sözü vererek bize gösterilen ilgi ve alakaya teşekkür edip, sırasıyla Cabbar Bey ve Ali arkadaşımız ile saat 15.30 suları vedalaştık.

İğneada da bir saat kadar takıldıktan sonra İstanbul yolculuğuna başladık. Ve ilk durağımız kahraman bayırındaki güzellik suyu oldu. Çeşmenin hemen karşısındaki piknik alanında biraz kayıntı yaptık. Elimizi yüzümüzü buz gibi suyla yıkayıp yola devam ettik.

Yine geldiğimiz yolu takiben saat 20.00 suları Çatalca da sevgili ağabeyimin malikânesine akşam yemeğine yetiştik. Ağabeyim torunu Ayşegül’ü kucağına aldığı gibi bahçede çiçekler arasında dolaşmaya başladı. Sabaha karşı iki saatlik uykuyla, bu saate kadar bir dakika göz kırpmadan yol gelen ağabeyimi gerçekten kutluyorum. Ben olsam, kim bilir hangi benzinlikte uyuyor olurdum şimdi.

İki saat kadar sonra beni tekrar Çatalca’dan İstanbul’a Sefaköy’e evime kadar bırakan ağabeyim ile en yakın bir zamanda tekrar buluşmak üzere sözleştik.

Kazasız belasız içimizde ukde kalan bu İğneada gezimizi de bu şekilde bitirmiş olduk.

Büyük bir sabır ile hikâyemi takip ederek bizim bu gezimizde, bizimle olan siz sevgili dostlarıma çok teşekkür ediyorum. İnşallah daha güzel hikâyelerde buluşmak dileği ile sağlık ve esenlikler diliyorum.

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..