Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '15

 
Kategori
Kitap
 

Benim Kahramanlarım (Çanakkale'nin isimsiz kahramanları)

Benim Kahramanlarım (Çanakkale'nin isimsiz kahramanları)
 

Çanakkale Deniz Zaferi'nin 100.yılında yazdığım "BENİM KAHRAMANLARIM" adlı çocuk kitabımın önsözünü, şehitlerimizi ifade eden "Gelincikler" şiirimi ve "Yemek Listesi" adındaki öykümü sunuyorum sizlere.

 

ÖNSÖZ YERİNE

Çanakkale.

Coğrafi konum olarak, bütün sömürgeci devletlerin ilgisini çekmiş kilit bir yer. İstanbul ile birlikte ele geçirildiğinde, doğuya bütün kapıların açılacağına inanılan bir geçiş yolu. Tarih boyunca, kendisini güçlü görenler her zaman gözünü dikmiş Çanakkale’ye ve de Anadolu’ya. Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek için savaşlar verilmiş, tarihin her döneminde. Troia’nın zenginliği Çanakkale Boğazı’nın sert rüzgârlarından geçemeyen yelkenlilerin ticaret mallarıyla artmışta artmış. Boğazdan geçebilenler, İstanbul’a dikmiş gözlerini. Bu böyle sürüp gitmiş…

19.yüzyılın son zamanlarında, Almanya Avrupa’nın en güçlü devletlerinden birisi olarak dikkatleri üzerine çekmişti. Dünya’nın dengesi alt üst olmuştu, bu gelişmeyle. Dünyayı sömürmesini en iyi bilen İngiltere, bu durumdan rahatsızlık duymaya başlamıştı. İngiltere, çıkarlarını korumak amacıyla, Fransa’yı da yanına alma planlarının peşine düşmüştü.

Gelişmeler sonucunda,1.Dünya Savaşı’nı fırsat bilen İngiltere ve Fransa birbirlerine destek vererek, 3 Kasım 1914 tarihinde, Bozcaada’dan hareket ederek, Çanakkale Boğazı ağzına kadar gelerek, Türk istihkâmlarını top ateşine tuttular. İngilizler, Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarını topa tutarken, Fransızlarda Kumkale ve Orhaniye tabyalarını vurmaya başladılar.  Çanakkale Savaşları’nın başlangıcı bu hareket olmuştur.

Özet olarak; 1914 tarihinde başlayan 2.Dünya savaşı, 1918 yılında sona erse de, arada geçen dört yıllık zaman dilimi içinde; çıkar ilişkilerine dayalı olarak Almanya ve Avusturya; İngiltere, Fransa ve İtalyanlara karşı savaşmak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti’de Almanya ve Avusturya’nın yanında yer aldı.

İtilaf Devletleri adı altında birlik oluşturan İngiltere, Fransa ve İtalya birlikte savaştıkları Rusya’ya yardım etme planları yapmaya başladılar. Rusya’ya yardım edebilmeleri için önce Çanakkale Boğazı’nı geçip, sonrada İstanbul Boğazı’nı- İstanbul’u- ele geçirmek istiyorlardı. Bu iki boğazı elde etmedikleri sürece yapacakları hiçbir şey yoktu.

Bu planların başlangıcı olarak boğazın girişine gelip, Türk tabyaların vurmaya başlayanlar, büyük bir yenilgiye uğrayacaklarını, bilmedikleri bir savaşın içine girdiklerinin farkında bile değillerdi.

“Çanakkale Geçilmez” diye, bütün Dünya’ya haykıran bir milletin direnişiyle toz duman olup gittiler savaşın sonunda.

     Hayalleri ve güçleri büyüktü düşmanların. Bizimde imanımız ve vatan sevgimiz her şeyden büyüktü ve güçlüydü.

Osmanlı Devleti’nin zayıfladığını zanneden Avrupa’nın güçlü sömürgecileri fırsat bu fırsat deyip üşüşüvermişler Çanakkale Boğazı’na. Osmanlı’nın en verimli topraklarının yer aldığı Anadolu, iştahların kabarttıkça kabartmış. Ortadoğu’nun Petrolü da ele geçirilirse, saltanatlarının keyfine kim ne diyebilirdi. Birde Rusları arkalarına aldılar mı?

Yokluk yoksulluk içindeki bir ulusun, insanlarını önemsemeden şımarık bir edayla Çanakkale önlerine gelen İngilizler ve Fransızlar ne yazık ki, takılıp kalmışlar boğazın girişine.

Kolayca Çanakkale Boğazı’nı geçerek, İstanbul’a ulaşıp zafer şarkıları söyleme, balolar düzenleme hazırlığında olanların iştahları kursaklarında kalmış. Kucaklarındaki fino köpekleriyle boğazda bekleme sabrını gösteremeyenler, İstanbul’u göremeden boğazın sularında kaybolup gitmişler.

Binlerce isimsiz kahraman, karınca katarı gibi boğazdaki yangına su taşımış. Kendileri yanmış yakılmış, vatanlarını teslim etmemişler. O yokluk içinde ulaşım zorluğu içinde Anadolu’nun her yanından çocuk yaştaki insanlar Çanakkale’ye koşmuş, Çanakkale’yi geçilmez kılmışlardır.

Çanakkale’de Osmanlı sınırları içinde yer alan bütün şehirlerden, kasabalardan bilinmedik köylerden akın akın gelen savaşan isimsiz kahramanlar olmuştur.

Denizde ve karada ön plana çıkan bilinen kahramanların dışında yüzlerce isimsiz kahraman, Çanakkale’de toprağa düşmüş ve şehit olmuştur.

Deniz Savaşlarında bütün kahramanlar Seyit Onbaşı’nın şahsında ölümsüzleşmiştir. Kara savaşlarında bir Yahya Çavuş, bir ülke savunması için verilebilecek en müthiş savunmayı yapmıştır.

Yüzlerce isimsiz kahramanı unutmak mümkün mü?

Çanakkale Savaşlarında, 250 binden fazla insanın şehit olduğu söylenir her zaman. Belgelere göre şehit sayısı, 57 bin olarak açıklanmıştır. 200 bine yakın insanımızın da kayıp olduğu, kayıtlara geçmiştir. Düşman güçlerinin kaybı ise, 60 bine yakın olduğu belirtilmektedir.

Çanakkale’de, havada çarpışarak birbirine yapışan mermileri hepiniz görmüşsünüzdür. Bu büyük savaşta, metre kareye düşen mermi sayısı 6 bin mermi olarak hesaplanmış. Böyle bir tufan Dünya’nın başka neresinde yaşanmıştır. Hangi milletin askeri öleceğini bile bile siperden çıkarak, mermilere karşı koşmuştur? Kim yapabilir böyle bir çılgınlığı? Benim kahramanların yapar.

Benim kahramanlarım koşar. Savaşmayı değil, ölmeyi emreden komutanının sözünü irkilmeden, benim isimsiz kahramanların yerine getirebilir ancak.

250 bin şehit insan! 250 bin hayat hikâyesi ve kahramanlık öyküsü. Yazmakla bitmeyecek ibretlik öyküler… Kahramanlık öyküleri... Benim kahramanlarım.

18 Mart 1915 tarihinin destanını yazıp “Çanakkale geçilmez” diye haykıran yiğitler, sizlere minnettarız.

Aradan,100 yıl geçmiş.

Sizleri unutmayacağız.

Ruhlarınız şad olsun.

 

 Şuayip ODABAŞI                        

18.Mart 2015/Kepez/Çanakkale

  ***

GELİNCİKLER

Boyunları dik Güneşe dönüktür yüzleri.

Onlar hep bahardır, yoktur kışları güzleri

Bin Mehmet gibidirler, ölümsüzdür özleri.

Buralarda kan kırmızı açar gelincikler…

*

Çanakkale burası, koç yiğitler harmanı.

Akın akın gelir hep, almışlarda fermanı.

Bilirler kurtuluşun yürektedir dermanı.

Buralarda kan kırmızı uçar gelincikler…

*

Tohumları on beşte, düştü bu topraklara.

Bayrak rengi kıpkızıl, geçiverdi yapraklara.

Sallanarak el ederler sanki uzaklara.

Buralarda hasretle coşar gelincikler…

*

Gelin duvağı gibi, örterler de toprağı.

Çanakkale yurdumun, vaz geçilmez otağı.

Yurdun kilit noktası, şehitlerin yatağı

Buralarda her mevsimde açar gelincikler…

7.11.2014/Kepez

***

YEMEK LİSTESİ

Annesi seslendi

“Ahmettt! Hadi oğlum kahvaltı hazır!”

Ahmet’in yatağından kıpırdamaya hiç niyeti yoktu. Akşam gece yarılarına kadar bilgisayarın başında oturmuş. İnternette vurdulu kırdılı, birçok oyun izlemişti. Sanal bir kahramanın peşinde koşarken, bol bol insan öldürmüştü. Oyun oynarken de bir taraftan, paket paket mısır ve patates cipsleri yiyip kola içmişti. On iki yaşında olmasına rağmen, boyu ile kilosu arasındaki fark otuzu geçmişti. Annesi “yeme oğlum şu gereksiz boş şeyleri, kola içme” dese de faydası yoktu. Ahmet, bildiğini yapıyordu.

Babası da çok şımartıyordu. Ahmet ne istese her şeye evet diyen bir baba vardı. Bir gün bile hayır dememişti oğluna. Ahmet, her şeyi elde edebileceğini zannediyordu. Annesi bir daha seslendi.

“Ahmetttt! Hadi oğlum, sütün soğumasın. Bak çok güzel yiyecekler hazırladım.”

Ahmet, süt sözünü duyunca iyice suratını buruşturdu. Kalkmasa olmazdı. Yataktan zoraki kalktı. Saçı başı dağınık bir şekilde, bir gözü kapalı mutfağa yöneldi. Annesi Ahmet’i bir gördü ki, şaşırdı kaldı. Ahmet, bir maden ocağında gece vardiyasında çalışmış, göçükte kalmış bir madenci görünümündeydi.

“Oğlum bu ne hal! Git önce elini yüzünü bir yıka” dese de fayda etmedi. İstemeye istemeye masaya oturdu. Masada neler yok tu ki. Kızarmış ekmek, haşlanmış yumurta, çilek reçeli, bal, tereyağı… Daha neler neler… Annesi kahvaltısını ederken, Ahmet sadece oturup kıpırtısız seyretti. Geceden midesi cips ve kolayla doluydu zaten. Annesi hiç konuşmadı, oğlunun perişan haline baka baka kahvaltısını yaptı. Kahvaltıdan sonra, sofrayı topladı. Ahmet, bir lokma bile yemeden, robot gibi kalktı sofradan.

O gün babası yoktu evde. Görevli olarak Ankara’ya gitmişti. On günden önce gelmeyecekti.

Ahmet, geceden yarım bıraktığı oyunu hatırladı. Puanını arttırıp derece yapması gerekiyordu. Gidip bilgisayarın başına oturdu hemen. Aradan bir saat geçmemişti ki, acıktığını hissetti. Annesinin yanına gidip, para istedi.

“Hayrola ne yapacaksın parayı?” sorusuyla karşılaştı. Babası böyle soru sormaz, istediği parayı verirdi. Cips ve kola alacağını söyleyince, annesi evde her şey var. Yemek istiyorsan getireyim, dedi. Sonrada ekledi “Hayır! Cips ve kola almak için sana para vermiyorum, veremem. İçeceksen ayran iç. Salçalı ekmek ye. Peynir ye. Reçel ye! Evde hepsi var.”

Annesinin kesin ve kararlı hareketi karşısında, hiç kıpırdayamadı. Sustu sadece, dönüp geriye çekip gitti.

 Öğleye doğru, iyice acıkmıştı. Annesi de yoktu evde. Mutfağın içinde bir tur attı. İstemeye istemeye buzdolabını açtı. Haşlanmış bir yumurtayla biraz peynir aldı. Bir dilim ekmekle yemeye başladı. İçecek aradı, bulamadı. Sadece su vardı. Su içti.

Zeynep Hanım, oğlunun beslenme şeklinden oldukça tedirgindi. Ahmet’in yemek beğenmemesinden, zararlı yiyeceklere yönelmesinden rahatsızdı. Birde tabağında yemek bırakması, ekmek dilimlerini parçalayıp yemeden bırakmasına çok kızsa da bir şey diyemiyordu. Komşularının oğlu da, Ahmet’ten aşağı değildi. Hiç yemek yemiyordu. Bütün yemeklere burun kıvırıyordu. Şimdiki çocuklar bir âlemdi. Kimisi bulup yemiyordu. Kimisi zararlı yiyecekleri bir şey zannediyordu. Kimileri de alabildiğince israf ediyordu. Bazı ailelerin çocukları da, bulamadıkları için aç geziyorlardı.

Zeynep Hanım, çocukluğunu hatırladı. Annesi kuru ekmekleri, ya çorbaya atardı. Ya da papara yapardı. Hiçbir şey israf edilmezdi. Şimdi çöp kutularının her tarafı yiyecek doluydu. Kimileri, poşeti açmadan ekmekleri bölmeden çöpe atıyorlardı.

Böyle böyle düşünürken, birdenbire aklına geldi. Haberlerde izlemişti, bir zamanlar. Çanakkale’de savaşan askerlerin yemek listesini görmüştü, bir gazetede. “Bu yemek listesini bulmalıyım” diye geçirdi içinden. Emekli öğretmen Şükrü Bey’in evine çeviriverdi yolunu. Şükrü Bey, evinin bahçesinde, gazetesini okumaktaydı. Selamlaştılar, birbirlerinin hatırlarını sordular. Sonunda Zeynep Hanım anlattı derdini.

“Öğretmenim, ben televizyonda izlemiştim. Çanakkale Savaşlarında askerlerin yemek listesini görmüştüm. O listeden lazım bana.”

“Tamam, Zeynep Kızım. Sen beni biraz bekle burada. Bir çay daha iç. Ben sana o listeyi getireceğim,” dedi.

Şükrü Bey, bir gazeteden kesmişti bu yemek listesini. Hemen bulup getirdi.

“Zeynep kızım, sen bu gazete parçasını fotokopi yaptır, aslını bana getir” dedi.

Zeynep Hanım, bir kırtasiyeciye girip on beş kadar fotokopi yaptırıp geldi. Sonrada Şükrü Bey’e, durumu anlattı kısaca, teşekkür edip ayrıldı.

Eve geldiğinde, Ahmet yine bilgisayarın başındaydı. Annesinin geldiğini bile fark etmedi. Oturdu yemek masasına, askerlerin yemek listesinin olduğu yazıyı okumaya başladı.

 

“43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölük, 1915 yılı yemek listesi;

15 Haziran 1915- Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yemek yok. Akşam: Yağlı buğday çorbası ve ekmek.

26 Haziran 1915- Sabah: Yok. Öğlen: Yemek yok. Akşam: Üzüm hoşafı, ekmek.

18 Temmuz 1915- Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yemek yok. Akşam: Yarım tayın ekmek.

21 Temmuz 1915 -Sabah: Yarım ekmek. Öğlen: Yemek yok. Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı, ekmek yok”

Bu, bizim bildiğimiz sabah değil. Sabah bildiğimiz9-10 saatleri gibi değil. Sabah ezanıyla veya daha erken anlamına geliyor. Öğlen yemeği yok, yalnızca akşam yemeği var. Bu da askerlerin, her gün oruçlu gibi olduklarını gösteriyor ve iftarlar da yedikleri de bir insanı ayakta tutamayacak kadar az. Dikkat edildiğinde,26 Haziran da, sıcak bir yaz günü kahvaltı bile yapmamışlar. 18 Temmuzda ise akşam yemeği yememişler. Bu yiğitler vatan için aç aç savaşmışlar. Yine de şikayet etmemişler.

Bu vatan, işte bu şartlarda kazanılmış, bizlere bırakılmış. Bizler, acaba kıymetini biliyor muyuz? Kimlere emanet edip güveniyoruz yönetsinler diye? Hakkını veriyorlar mı, herkes görevlerini yerine getirip, ülkeleri için emek sarf ediyorlar mı?

Okudu okudu. Tekrar tekrar okudu. Gözlerinde sessizce yaşlar aktı. Ahmet gibi kimsenin naz yapmadan eline tutuşturulanı yediğini düşündü. O askerlerin hiç naz yapmaya hakları yok muydu diye geçirdi içinden. Açtı ellerini bu vatanı bizlere armağan eden askerlere şehitlere ve gazilere bir Fatiha okudu.

Bir kâğıt bir kalem bulup başladı yazmaya. Okullar tatil olunca, o savaş gününün tarihleri de ne güzel denk gelmişti.

Ahmet’in Bir Haftalık Yemek Listesi.

15 Haziran 2014

Sabah; Üzüm hoşafı. Öğlen; Yemek yok. Akşam; Yağlı buğday çorbası ve ekmek.

16 Haziran 2014

Sabah; Yok. Öğlen, Yemek yok. Akşam; Üzüm hoşafı, ekmek.

17 Haziran 2014

Sabah; Üzüm hoşafı. Öğlen; Yemek yok. Akşam, Yarım tayın ekmek.

18 Haziran 2014

 Sabah; Yarım ekmek. Öğlen; Yemek yok. Akşam; Şekersiz üzüm hoşafı, ekmek yok”

19 Haziran 2014

 Sabah, Sofrada bulacakların. Öğlen; Annenin pişirdikleri. Akşam;  Öğle yemeğinden kalanlar.

Listenin birisini götürüp Ahmet’e verdi. Birisini buzdolabının kapağına yapıştırdı. Bir listeyi de Ahmet’in yatağının üstüne koydu.

Ahmet annesinin yazdığı listeyi şaşkınlıkla inceledi. Tekrar tekrar okudu. Bir şey anlamadı. Annesine sordu.

“Bu nasıl yemek listesi anne! Beni öldürmek mi istiyorsun?”

“Niye öldüreyim oğlum. Bu vatanı bize verenlerin yemek listesi bu! Onlar bu yedikleriyle ölmemişler savaşmışlar, bu vatanı bırakmışlar bizlere. Korkma, bir haftada ölmezsin.”

Ahmet sadece baktı annesine. Annesi.

“Yarın sabah geç kalkma. Saat 06.30’da üzüm hoşafı var.”

***

Diğer öyküleri okumak için, kitabımı Karina Yayınevi'nden internet yoluyla elde edebilirsiniz.

 iletişim@karinakitap.com - izmir@karinakitap.com- tel: Ankara-0 312 433 03 58-İzmir- 0 505 323 67 63

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..