Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '08

 
Kategori
Siyaset
 

Benim üniversitelerim (*)

Benim üniversitelerim (*)
 

Bundan tam 30 yıl önce; bir evvel ki YÖK Başkanı Erdoğan Teziç'in okuttuğu "Siyasal Rejimler ve Anayasa Hukuku" dersinin en devamlı ve istidatlı öğrencilerinden birisi de bendim.

Yaşar Gürbüz'ün " Siyaset Sosyolojisi", Murat Sarıca'nın " Siyasi Düşünce Tarihi", Server Tanilli'nin " Uygarlık Tarihi", Çetin Yetkin'in " Türkiye'nin Siyasal Gelişimi" , İzzettin Doğan'ın " Devletler Hukuku" , Ümit Doğanay'ın "Sosyoloji" ve Türkan Göze'nin okutuğu " Kamu Özgürlükleri" dersleri; ister istemez bizleri, yaşadığımız toplumu ve dünyayı sorgulamaya yönlendiriyordu.

Öğrendiklerimizi, okuduğumuz diğer hukuk, iktisat ve maliye disiplinleriyle sentezlenmeye çalıştığımız yıllarda; halkımız, oligarşi ve devlet tarafından PERSONA NON GRATA (istenmeyen kişi) ilan edileceğimizi henüz bilmiyorduk. Üstelik bu tedrisatı; tekkelerde, medreselerde, zaviyelerde değil, cumhuriyetin en gözde kurumlarından birisi olan devlet üniversitelerinde ders veren , memleketin en mümtaz profesörlerinden almıştık. 12 Eylül darbesi olduğunda; 21-22 yaşlarındaydık. Bütün kitaplarımız, bildiklerimiz ve düşündüklerimiz; artık, idamla cezalandırılan "Ağır Suç" sayılıyordu.

Pek çoğumuz; o güne kadar, Cumhuriyet projesinin hayata geçirmek için uğraştığı pek çok umdeye, hiç sorgulamadan neredeyse körü körüne bağlı kalarak; laik, demokrat, pozitivist, batılı, modern, çağdaş, ilerici, halkçı, devletçi ve devrimci Cumhuriyet Aydınları olduğumuzu zannederken; 12 Eylül darbesiyle, Cumhuriyet'in asıl sahipleri olduğunu iddia edenlerin ve Türk halkının; bu umdelerden çoktan vazgeçtiğini ve bizim gibi kendini bilmez(!) kökü dışarıda (!) "tıfıllar" hakkında pek de iyi şeyler düşünmediklerini, çok değil bir iki sene sonra acı tecrübelerle öğrenmiştik.

O yıllarda; bizlerin yüzüne kapatılan bütün kapılar, Cumhuriyet ideallerini kendilerine hiç dert etmeyen, din ağırlıklı eğitim almış yaşıtlarımıza sonuna kadar açılıyordu. Bizim gibilerden "vebalı" gibi kaçılırken; onlar, hem üniversitelerde hem kamuda hem de özel sektörde baş tacı ediliyor, "temiz aile çocuğu" muamelesi görüyorlardı. Şimdi türban bayraktarlığı yapan, devletin en üst, en kilit makamlarında oturan “doç." ya da " prof.” unvanlı akademisyenlerin tamamı, hiç tereddütsüz 12 Eylül ikliminin ürünüdür.

Garip bir çelişki gibi gelse de; kendi adıma, İslamcı olduklarını söyleyenleri hiç bir zaman suçlamadım, anlamaya çalıştım. Onlardan nefret etmedim. İslamcı hareket, sanıldığının aksine milli değil; CIA ajanlarıyla , Cumhuriyet ve Kemalizm bekçilerinin (!) ortaklaşa temelini atıp, titizlikle inşa ettikleri ABD patentli alternatif bir projedir. Bu proje, yalnızca Türkiye’de değil. Bütün İslam ülkelerinde eş zamanlı olarak devreye sokulmuştur.

Bu yüzden; ağızlardan hiç düşmeyen "Laik Cumhuriyet" yalanına kanmanızı istemiyorum

Elbette, pek çok acı olay; bir daha hatırlanmamak üzere unutuldu gitti. Ama, sorgulama, irdeleme, tahlil etme ve özeleştiri yapma alışkanlığımız dün olduğu gibi bugün de aynı şiddette devam ediyor. Ruhumuza dokunamadılar yani. Dünyaya bakarken çok rahatız. Bizim kuşağın; "halk" ve "devlet" dahil hiç kimseye herhangi bir "diyet" borcu yok. Vatan, bayrak, din, milli ve millet dahil her konuya acımasız bir gerçekçilikle yaklaşmaktan da bir beis duymuyoruz.

Geçen zaman içinde; hiç bir dine, mezhebe, siyasi partiye, geleneğe, kalıplara, töreye, popülist kaygılara ve ideolojiye bağlı kalmadan "serseri mayın" gibi ortalıkta dolaşıp "fikir" beyan eden ve beklentisiz tahlil yapan bir avuç yalnız adama dönüştük her birimiz. Samimiyetimize zaman karar verecek elbette.

Geçen günkü "egemenlik" başlıklı tahlilimde beyan ettiğim: "Uzun yıllar, önce batılı daha sonra da toplumcu sol rüzgarların etkisi altında kalan kuşaklar; geleneksel kültürü, insanı, insan tabiatını, insanın duygu dünyasını, manevi ve dini değerlerini ve bu değerler üzerine inşa edilmiş iç dünyaları "yok" sayarak; salt pozitif bilimi, pozitivist ya da materyalist felsefeyi adeta putlaştırmış, geleneksel kültüre, dine, inanca ve insanın manevi dünyasına şaşı bakmayı ve onu her fırsatta acımasızca eleştirmeyi batılı ve modern olmanın hatta çağdaş olmanın bir gereği zannetmişlerdir. Elbette kendi açımdan da bu bir özeleştiridir." sözlerimde samimi olduğumu belirtmek istiyorum.

Bazen, yazdıklarımı acımasızca eleştiren genç arkadaşlarıma naçizane söylemek istediğim tek şey; asıl olan insandır ( yani sizsiniz) . Anlamaya çalışmanız gereken tek ve yegane olgu ise; insanın bizatihi kendisidir. Gün gelir, devran döner; inandığınız bütün düşünceler, kalıplar ve değerler yıkılır, tepetaklak olur. Geriye kalacak olan yegane gerçek ; "insan ve onun egosudur". Gerisi laf-ı güzaftır. Yalan ve dolandan ibarettir.

A. Mesut Tatlıpınar

(*) Maxim Gorki

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..