Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '08

 
Kategori
Anılar
 

Berduş avcısı Charsten

Berduş avcısı Charsten
 

Yaşanmış bir kâbus.

Sürekli yurttan kaçardı Charsten. Sürekli oda hapsi cezasına çarptırılmasına rağmen ne yapıp yapıp bir yolunu bulur ve yat saatinden sonra Berlin’in sokaklarında ve metro istasyonlarında bir kaç arkadaşı ile buluşup berduş avcılığına çıkardı. Alkolik olan annesi ve üvey babası tarafından komalık olana kadar dövüldükten sonra 7 yaşındayken, gençlik dairesi tarafından yurda getirilmiş. Velayeti devlette olan Charsten’e annesini ziyaret etmesi yasaklanmıştı. Ben yurda çok daha basit sebeplerden dolayı girdiğimde Charsten 7 senedir oranın müdavimlerindendi. Okuldan kaçan, yurttan kaçan aklı bir karış havada olan bir çocuktu. Kısa sürede arkadaş olduk onunla. O berduşların kökünü kazımak istiyordu, bende bol bol şiir yazıp komünist olmaya çalışıyordum. Aslında ortak yanlarımız çok azdı ama yinede içinde, en derinlerinde biryerlerde, çok iyi bir insan olduğunu düşünüyordum onun. Ben hafta sonları annemde kalıyordum. Pazar akşamları bana hep haftasonumun nasıl geçtiğini sorar ve ısrarla benim yerimde olabilmek için neler verebileceğini anlatır dururdu. “ Şu lanet olası berduş üvey babam olmasa, bende annemin yanına gidebilirdim “derdi. Bu Pazar akşamları muhabbetimiz artık geleneksel bir hal almıştı. Bir akşam bana “ Bu akşam ava çıkıyoruz istersen sende gel!“ dedi. Hiç düşünmeden onayladım, zira şu berduş avcılığını çok merak ediyordum.

Birlikte yurttan kaçtık ve yola koyulduk. Saat gecenin 22.00 ‘ siydi. Metroyla yarım saat kadar seyahat ettikten sonra Berlin’in güneyinde bulunan Südstern istasyonunda diğer iki arkadaşıyla buluştuk. Charsten’in anlatmalarından tanıdığım yabancı düşmanı olduğunu bildiğim Mathias 15 ( Matze) ve sürekli en ağır içkileri içip esrar kullanan Joachim 16 ( Achim ) ikisi de Charsten’le “Give me five” usulü ile selamlaştıktan sonra Matze bana işaret ederek “ Bu mu o Türk? “ diye sordu Charsten’e

- Evet, sağlam arkadaştır, merak etme! Türk olduğuna bakma, iyi çocuktur!

- Ben bu “Kanacke’lere”* hiç güvenmiyorum! Bak Charsten sana güveniyorum.

- Hey! Bana bak! Bana Kanacke diye hitap etme, dazlak mazlak tanımam kırarım senin çeneni!

Bu son cümleyi sadece içimden söyleyebilmiştim ama bu Matze denilen herifin bakışlarımdan ne demek istediğimi anladığını düşünüyordum. Bu sırada Achim söze atıldı:

- Hadi arkadaşlar serseriler bizi bekliyor! Gebertelim şunları!

- Charsten ellerini ovuşturarak: Hadi çocuklar Moritzplatz’ta buluruz kurbanlarımızı

Derken bir aktarmayla vardık, sözkonusu istasyona ve gerçektende istasyon bomboştu, sadece bir bankta yatan adam ve biz.

- Charsten: Bak sen bu işin acemisisin, sakın ola ki karışma bize. Sen sadece seyret. Seyret bu köpeklere neler yapacağımızı. Bunlar sadece parazittir. Acıma sakın bu köpeklere. Bir şişe votka için öldürürler seni. Yaşamak için temizlemek gerek, dünyayı bu pisliklerden.

- Achim elinde küçük bir şişe votkayla: Evet bunların yaşamaya hakkı yok, bunlar aynı .ok böceği gibidirler ezeceksin ve ayakkabının altını votkayla temizleyeceksin

- Ne yani siz bunları öldürüyor musun?

- Hayır delimiyiz biz! O zaman bizi ciğeri beş para etmeyen asalaklar için içeri atarlar.

- Ya ne yapıyorsunuz ?

- Matze: Alter (Moruk) Charsten ne kadar salak bir Türk bu ya? Tabiki öldürmüyoruz ama, öldürmekten beter ediyoruz bu pislik köpüğünü (Abschaum)

- Achim: İzlede gör! Bak şurda bankta yatanı görüyorsun ya, kokusu taa buraya kadar geliyor pisliğin.

- Evet! İyi de o bize birşey yapmadı ki. Ne istiyorsunuz adamdan? Kendi halinde yatıyor işte.

Benim az evvel söylediklerimi hiç dikkate almadan yavaş yavaş orada yatana doğru yürümeye başladılar.

İstasyonda kimse yoktu. Gece saat 23, 00 olmuştu. Zaten ıssız bir istasyon olan Moritzplatz “ berduş avıclığı “ için müsaitti. Charsten sakin sakin adamın yanına gitti ve kendinden tamamen geçmiş olan ihtiyara ciddi ve derinleştirilmiş sesiyle:

“Kalk be adam! İstasyon kapanıyor! Burada yatamazsın!” dedi.

Sızmış kalmış adamcağızın horultusundan başka ses duyulmuyordu. Başının altına aldığı torbasını Matze hızla çekti. “ TAK” diye bir ses çıktı boşlukta kalan başı banka vurunca. Ağzının kenarından salyalar süzülüyordu ve gerçekten de Charsten’in dediği gibi pis pis idrar kokuyordu, pantolonunun fermuarı açıktı, saçlarından adeta yağ süzülüyordu. Kafası banka vurunca şöyle bir mırıldandı, homurdandı ve sanki kuştüyü yatağında yatıyormuş gibi arkasını döndü.

Matze’nin elinden torbayı alan Charsten, torbayı kurcalamaya başladı. İçinden yarılanmış bir şişe “ Klarer “ ( Bir çeşit adi ve ucuz votka ) çıkardı. Bu sırada bütün bunları seyreden Achim bir sütuna dayanmış votkasını yudumluyordu.

- Achim: Bak gördün mü? İşte bunların hayatı bu. Bunun için yaşıyorlar. Yada yaşadıklarını sanıyorlar. Sağda solda dilenip ayarlaya bildikleri paraları bu pisliğe verip açlıktan .ok yiyiyorlar.

- İyi tamam da sana ne bunlardan! Bırak garibi yatsın orada! Hadi gelin gidelim! Ben sevmedim bu işi.

- Matze: Korkak! Bunun icabına bakmadan şurdan şuraya gitmiyoruz. Bak şimdi neler yapacağız bu pis mahluğa?

Matze bu sözleri söylerken, Charsten elindeki şişenin kapağını açtı ve orada yatan zavallının başından aşağı boşaltmaya başladı bu ispirto gibi kokan sıvıyı. Yerinden kıpırdamaya başlayan adamın sırtına diziyle şiddetli bir şekilde vurdu.

Kısık ve çatlak sesiyle acı dolu bir cığlık atınca saçı sakalına karışmış adam, Charsten’in gözleri şeytanca parlamaya başladı.

- Kalk be adam Metro kapanıyor! Çık git dışarda yat!

- Ne vuruyorsun?

Diye birşeylerler mırıldanarak doğruldu ve banka oturdu. Şimdi artık idrar kokusuna karışmış ispirto kokusu sarıyordu etrafını. Yüzü kırış kırış olmuş, ak saçları kusmuk ve şarap artığı dolu sakallarına karışmış aslında çok yaşlı olmayan bir ihtiyardı. Alkolün yakmasından dolayı gözlerini açamıyordu. Charsten pis pis sırıtarak adamın koluna girip “

Gel sana bira ısmarlayayım dışarda” dedi ve bunu alabildiğince şevkatli bir sesle söylemeye çalıştı. Adam; “ torbam torbam “ diye bağırmaya başlayınca, Charsten elindeki torbayı adamın eline sıkıştırdı. Matze ile birlikte adamın koluna girip kaldırdılar banktan. Merdivenlere kadar yürüdüler ve merdivenlerin başında kolundan çıktılar onun. “ Hadi merdivenleri kendin çık bakalım “ dedi Matze. Birşeyler mırıldanarak iki basamak çıkmaya çalışan adama, Charsten çelme takınca, adam olduğu yerde, öne doğru tökezleyerek dizlerinin üstüne düştü. İki diziyle merdivenin keskin tarafına düşen ihtiyarın canının çok yandığı kesindi ama, o aşırı alkolün tesiri ile pek birşey hissetmemiş olmalı ki, hiç ses çıkarmadan orada öylece kaldı. Daha sonra Achim basamakları üçer-üçer yukarı çıktı ve yukarıdan aşağıya gelen olup olmadığını gözlemek üzere beklemeye koyuldu. Bu sırada Matze adamı yüzü koyun merdivenlere yatırdı ve ellerini kelepçelercesine sırtında tuttu. Charsten sarhoşun kafasını saçlarından kavrayarak basamaklara dayadı ve ağzını açtırdı. Sürekli, basamağı ısırması halinde, onu serbest bırakacağını söylüyordu. Ben bütün bu olup bitenleri on metre mesafeden hiç kıpırdamadan izliyordum. Olanları durdurmak için avazım çıktığı kadar bağırıp oraya koşmak istiyordum fakat koşamıyordum. Sanki sesim kısılmış ve ayaklarıma bin kilo ağırlığında beton dökülmüştü.

Adam çaresiz bir şekilde Charsten’in söylediğini yaptı ve dişleriyle basamağın 90 derece kısmını kavradı. Charsten doğruldu ve topuğuyla adamın başına bastırmaya başladı. Şu ana kadar hiç bir acıyı, alkolün tesirinden dolayı doğru dürüst hissedemeyen zavallı, artık acı içinde çırpınmaya başlamıştı. Charsten topuğunu adamın kafasına vurmak üzere kaldırdı ve...

Oraya nasıl uçtuğumu ve nasıl bir haykırışla ulaştığımı hatırlamıyorum. Adamın yattığı yere vardığımda basamakların sonunda, sağa doğru kaçan Charsten’in sırtını görebildim sadece. Ellerim, dizlerim ve sesim titriyordu. Zavallıya “ iyi misin?” diye sorduğumda pantolonumda ılık bir sıcaklık hissettim. Utandım ve kaçtım oradan. Charsten’le birdaha, o yurttan eşyalarını toplamak için geldiğinde görüştüm. Konuşmadık. Sadece bir kaç saniye göz göze geldik ve ben tiksiniyordum o çocuktan. O ılık sıcaklıktan ve içinde yaşadığım dünyadan nefret ediyordum o an. Benim için travma niteliği taşıyan bu olayı Nazım’ ın mezarını ziyaret etmek üzere Moskova’ya gittiğimde atlattım diye düşünüyorum. Ama yinede halâ rüyâlarıma giriyor o basamakları ısıran adam ve o ılık sıcaklık!

*ABD' deki siyahilere Nigger demeleri gibi Almanya'daki Türklere onur kırıcı bir sıfat olarak kullanılır.

Bu yazı bir önceki bloğumla bağlantılı olarak yazılmıştır. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=85735

 
Toplam blog
: 121
: 1814
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Almanya'da doğdum. Haylaz bir öğrenciydim. 16 yaşımdan beri ticaretle ilgileniyorum. Şu anda büyük b..