Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '11

 
Kategori
Spor
 

Beşiktaş tuzağa düştü.

Ne zaman Avrupalı gibi futbol oynarız?

Bu sorunun çok basit bir cevabı olduğunu düşünüyorum.

Attığımız goller gibi yediğimiz ya da yediğimiz goller gibi atabildiğimiz zaman kendimizi Avrupalı hissedebileceğiz.

Mesele Avrupalı olmak mı?

Bana kalırsa değil ama bu yönde en küçük bir açıklamaya takıldığımız için böylesi bir sorunun peşinden gitme ihtiyacı da doğuyor.

Hilbert’in gerçekten güzel bir organizasyon sonucu attığı golden bir dakika sonra Rüştü’nün maç boyunca defalarca yaptığı; boşa çıktığı bir pozisyon sonucu Crouch’un golüne engel olamadı Beşiktaş.

Stoke City tüm taç atışlarında ve duran top oyunlarında Rüştü’ye perdeleme yaptı. Bu taktik Beşiktaş’ın kalecisini ve defans oyuncularını sinirlendirirken asıl amacına ulaştı belki de. O karışıklıklarda çoğu zaman Rüştü kendi arkadaşına takıldı, zaman ve pozisyon kaybetti ve o arada da golü kalesinde gördü.

Peki, Avrupalı bir takıma böyle bir taktik yakışıyor mu?

Futbolun güzelliğini ortadan kaldıran, kolaycılık yaratan böylesi oyunların hiçbir futbol takımı için uygun olmadığını düşünüyorum. Ancak Stoke City çapına göre futbol oynuyor. Ülkemizdeki benzerleri gibi futbolun içinde olmayan kasti sertliklerle rakibini durdurmaya çalışmıyor. Hiç değilse bir taktiğe bağlı bir futbol oynuyor.

Dün birçok Beşiktaşlı’nın bugün bazı yorumcuların rakibi bu oyun anlayışı yüzünden eleştirdiğini veya eleştireceğini biliyorum.

Ancak unutulmamalıdır ki Beşiktaş ligimizde gollerinin büyük bölümünü duran top oyunlarından atmıştır. Burada karşılaştırma yapmıyorum; hatırlayarak futbol düşünmemizin altını çiziyorum.

Maça çok iyi başlayan, Portekizli oyuncularının, özellikle Quaresman’nın istekli oyun anlayışıyla rakibinin savunmasını zor duruma düşüren Beşiktaş bunu ilk yarı boyunca sürdürdü.

Aurelio çok dikkatli, Necip her anlamda bütün pozisyonların içindeydi, çok koştu.

Fernandes ilk topları dağıtmada başarılıydı. Biraz Simao eskiyi aratan bir form görüntüsündeydi ve aldığı pasları gerektiği gibi kullanamıyordu.

Quaresma ise sanki “maçı tek başına alabilirim” havasındaydı. Çok güzel hareketler yaptı, mükemmel bir asist yaptı ancak bu şekilde oyun anlayışının takımın bütünlüğünü de bozduğu bir gerçektir.

Edu’nun maç boyu ne yapıyor olduğunu bir türlü anlamak mümkün olmadı. Bunu yazarken topla olumlu hareket yapmamasını eleştirmiyorum; örneğin yararlı topsuz koşularla geriden gelen arkadaşlarına pozisyon yaratamadı.

İkinci yarı Portekizli oyuncular oyundan her dakika biraz daha düştüler. Fernandes ve Simao’nun sahada durmasını gerektirecek hiçbir şey kalmazken Carvalhal ilk hamlesini Necip’ten yana kullandı. Oyuna giren Ernst akla şu soruyu getirdi, güce dayalı oyun oynayan Stoke City karşısında ilk on birin içinde olamaz mıydı?

Ancak Ernst kulübede o kadar unutuldu ki bildiğimiz, tanıdığımız futbolcu olup olmadığını bile bilmiyoruz artık. Oyunda kaldığı süre boyunca etkisizdi.

Stoke City o kadar çok duran top kazandı ki Beşiktaş’ın ceza sahası içinde bir karışıklıktan ötürü gol yemesi bu sürecin doğal sonucu olarak bekleniyordu.

Fransız hakemin verdiği penaltı kararının doğru olup olmadığı çok uzun bir tartışma konusudur. Ancak ligimizde bu pozisyonların çok daha ağırına penaltı düdüğü çalınmıyor. Artık neredeyse ceza sahası içinde rakibi formasından, kolundan tutarak savunma yapılmasını normalleştirdik. Hakem yorumcuları böylesi pozisyonları tartışmıyor bile.

Hakemin penaltı kararı verdiği pozisyonun biraz arkasında da rakibini aynı şekilde tutmaya çalışan bir Beşiktaşlı daha vardı.

Bunun adına tuzağa kendi ayağınla düşmek denir.  

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com 

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..