Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '07

 
Kategori
Kültürler
 

Beşinci güneşin ısıttığı halk...(3)

Beşinci güneşin ısıttığı halk...(3)
 

AZTEK KÜLTÜRÜ

Evet, nerede kalmıştık? Tanrılar, dört güneşin yok olup gitmesinden sonra beşinci güneşi yaratma kararı almışlardı. Peki sonra ne oldu?

Tanrılar katında toplandılar. Uzun süre ve yüksek sesle tartıştılar. En sonunda karar alındı. Bir güneş olmalıydı. Ve güneş dinlenirken de ayışığı olmalıydı. Fakat bu işi kim yapacaktı? Eninde sonunda ilk dört güneş ölüp gitmişlerdi. Böylece dışarı çıkıp bağırdılar. Tanrılar kendi aralarından bir kurban seçeceklerdi. Kurbanlar Güneş ve Ay olarak kendilerini göremeyeceklerdi, çünkü bir dönüşüm olmalıydı. Ölecekler ama ölürken sonsuza dek Güneş ve Ay'a dönüşeceklerdi. Ancak Tanrılar sonsuza dek yaşayabilirdi.

Sadece tek bir tanrı öne çıktı: Tecuciztecatl. Yılanların ve solucanların tanrısı. Zengin, güçlü ve kibirliydi. Kendini kurban ederek sonsuza dek onur kazanacağına inanıyordu. Bu nedenle Güneş olmayı istiyordu. Başka kimseden ses çıkmadı. Tanrılar ümitsizce birbirlerine baktılar. Güneş ve Ay yaratabilmek için ikinci bir kurbana daha gerek vardı. Ortalarında duran biçimsiz tanrıçada gözleri buluştu. Küçük Nana, en çirkin olanlarıydı. Eğer kabul ederse onun bedenini değiştirebilirlerdi. Zavallı Nana ölmek istemedi. Yine de, ona hep ışık saçacağını ve yeryüzünü sonsuza dek ısıtacağını söylediklerinde gülümsedi. Böylelikle henüz doğmamış çocuklara yardım edebilirdi. Sonunda tanrılar kurban edilmek üzere iki gönüllü bulmuş oldular. Hazırlıklara başlandı. Büyükçe iki kurban taşı hazırlandı. Biri Güneş diğeri de Ay içindi. İki kurban da kendi istedikleri biçimde yıkandı ve giyindi. Yılanların ve solucanların tanrısı, ateş kuşu tüylerinden parlak renkli bir giysi giymişti. Turkuaz ve yeşim taşından küpeler, altından bir gerdanlık takmıştı. Küçük Nana'nın böyle görkemli giysileri yoktu. Kırmızı ve olgunlaşmamış bedenini beyaza boyamış, ince ve yırtık bir kağıttan kendisine elbise yapmıştı. Yırtıklardan çelimsiz bedeni rahatlıkla görülebiliyordu. Bu sırada sunak taşlarının yanında tanrılar kurban ateşini yaktılar. Ateşe o kadar çok odun attılar ki, parlayan alevlerin ışığında, sanki cennet birden bire aydınlanmıştı. Bu sırada yılanların kralı korkudan titriyor ve dudaklarını yiyordu. Küçük Nana ise ellerini kucağında birleştirmiş sessizce oturuyordu. Tecucizecatl alevlerin içine atılacak ilk tanrı olarak seçildi. Tanrıların emriyle ateşin yanına doğru sürüklendi. Beyaz taştan sunağın yanında uzun boyuyla çok görkemli bir görüntüsü vardı. Üzerindeki kırmızı, yeşil ve sarı tüyler esintiyle beraber hafifçe hareket ediyordu. Ama o anda cesaretini yitirdi ve kendini birden geri çekti. Reng attı ve titremeye başladı. Üç kez tanrılar onu ileri doğru ittiler, o da üç kez geri adım attı. Tanrıların sabrı tükenmeye başladı ve küçük Nana'ya dönerek "Atla!" diye bağırdılar. Nana ileri doğru adım attı. Sunağın köşesinde öylece durdu. Gözlerini kapadı, yüzünde güçlü bir gülümseme vardı. İnsanlık adına kendini kurban ettiğini düşündü ve alevlerin ortasına kendini bıraktı. Kızgın ve biraz da utanmış olan yılanların ve solucanların tanrısı, aslında en çok Güneş olmanın onurunu yitirmekten korkarak gözlerini kapadı ve ateşin en zayıf, küllerin en kalın olduğu yere doğru atladı. Ve hemen sonra, nereden geldiği bilinmeyen bir kartal alevlerin içine daldı ve hızla çıktı. Yalnızca kanatlarının sesi duyuldu. Yukarı doğru gagasında parlak bir ateş topu taşıyarak uçtu. Gökyüzüne doğru giden bir ok gibiydi. Tectihuacan'ın doğu kapısına kadar hızla süzüldü. Ateş topunu burada bıraktı. Bu ateş topu eskiden Nana'ydı. Dalgalı bulutların üstünde duran tahtına oturdu. Altın gibi parlayan bukleleri inciler ve değerli kabuklarla süslüydü, sabahın ilk ışıklarının buğusunda bile parlıyordu. Dudakları en parlak kırmızı renkteydi. Tan hiç bu kadar güzel olmamıştı. Tanrılardan mutlu bir mırıltı yükseldi ve sabahın ilk ışıklarında gökyüzüne doğru baktılar.

Ve sonra bir şahin ateşin sönmek üzere olan közlerinin içine daldı. dışarı çıktığında kömür gibi siyahtı. Gagasında kül rengi bir ateş topuyla gökyüzüne yükseldi. Ateş topunu güneşin yanına yerleştirdi. Yılanların korkak tanrısı da Ay olmuştu. Ama hepsi bu kadar değil tabii... Tanrılar o kadar kızmışlar ki bu tanrıya, Ay'ın yüzüne bir tavşan fırlatmışlar. Tavşan uçmuş ve Ay'ın yüzüne yapışmış. O günden beri ne zaman Dolunay olsa, tavşanın uzun kulaklarını ve ayaklarının izini ayın yüzünde görebilirsiniz...

***

Evet, güneşin ve ayın oluşum hikayesi böyle. Öncelikle söylemem gerekir ki, herhangi bir kaynaktan alıntı değildir yazdıklarım. Sayısız kaynaktan sadeleştirerek yaptığım bana ait bir araştırmadır burada yazdıklarım. Yaşam dergisinin Mart-Nisan 2004 sayısı için bana sipariş verdikleri bir araştırmaydı ve orada yayınlanmıştı.

Vakit buldukça devam edeceğim. Bundan sonra da yaşam ve ölüme bakış açılarıyla devam etmek istiyorum.
 
Toplam blog
: 22
: 1798
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

1968 yılında Ankara’da doğdum. Klasik Arkeoloji okudum ve Sosyal Antropoloji masteri yaptım. Çevirme..