Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

28 Nisan '07

 
Kategori
Gelenekler
 

Besleme Süreyya

Besleme Süreyya
 

Çocuklar…

Öpmeyi beceremeyen ıslak dudaklarında ki sararmış kelimeler ve yitip giden türküler gibi sahipsiz çocuklar on beşine gelmeden bıçak yarasını dostu bellemiş, ellerinde ekmek ve kan olan çocuklar…

Uzanan ellerin acıttığı, yüreklerine sevebilmek yerine kin salınan güvensiz ve çaresiz çocuklar, çocuk olamadan çocuk kalamadan büyütülen , dövülen, sövülen, ırzına geçilen, öldürülen, ruhları satılan çocuklar. Bunları gören ve hep unutan biz yetişkinler

Çocuk unutulursa kendini hatırlatmak isteyecektir, bu hatırlayışlar imzalarını taşıyacaktır, aslında bu bir feryattır ‘’ Bende varım’’

Çocuk olmadan kadın ve kadın olmadan ana yapılan çocuklar…

Süreyya sekiz yaşında idi elci gelip onu pamuk tarlasında anasının eteğinden, naylon çadırlarından alıp ağasının taş evine götürdüğünde.

Kardeşlerinin neredeyse kader(i) leri gibi kara geceye benzeyen gözlerinin aksine mavi, tıpkı gökyüzü gibi mavi olan gözleriyle ve anasının elleriyle diktiği Sümerbank basmasından kırmızı elbisesiyle bir gelincik gibiydi.

İnce boynunun üstünde başı vardı; ama o baş ağasının elini öptüğü günden sonra bir daha gökyüzüne bakmadı.

Toprak kokuyordu Süreyya, saçları günler önce naylon çadırlarının önünde is kokan, yeşil sabun kokan bir havada anacığının kemikleri çıkmış kara elleriyle sıkı sıkı örülmüştü. İlk bu saçlara kafayı taktı ağasının karısı Bihter, ilk saçları bırakıp gitti onu tıpkı anacığının o giderken ardından sessizce baktı gibi oda saçların ardından sessizce baktı.

Saçları ağasının evine vardığından beri hiç uzayamadı.

Dili yüzüklüydü Süreyya’nın ve adını söylerken sesi pek bir komikleşir ‘r ‘ harfini söylerken gayret gösterir bu haliyle onu gören kucaklamak , öpmek isterdi.

Adı babasının annesinin adıydı, pamuk tarlasında babasını doğururken ölen.

Maviş gözleri gören babası tıpkı anamın gözleri adı da onun adı olsun demiş, akşam ezanı okunurken is kokan bir havada adını kulağına deyivermişti ‘’senin adın Süreyya, Süreyya, Süreyya’ İnşallah bahtın anama benzemez diye düşündü de babası yutkunuverdi baht ne ola ki? Irgatlık, toprak… Gözlerini batan güneşe çevirdi ve tekrarladı ‘baht ne ola ki?’

Süreyya adını zor söylediği için Bihter onun adını Zeliha yaptı.

Süreyya ağasının evine geldiğinden beri adını ne duydu ne söyledi.

Elci onu çektikçe anasının bacaklarından, bağırıyor anasına izin vermemesi için yalvarıyordu. Bir ara elci ‘bu çok zayıf ne işe yarar ki? Bihter hanım bunu istemez, üstelik boyuda el kadar ne kadar uzar ki bu kavruk’ demişti, kolunu bırakmıştı. Anası yalvarmış ‘kurban olam Ökkeş ağam, büyük kızım Kader’i bilin demi, hani geçen senelerde ben buna yüklüyken sıtmadan öldüydü, kurban olam Kader gibi olmasın bu da al götür. Yaşı daha ufak hanım adam eder’ Elci koparıvermişti bu söz üzerine onu, bu sözlerden hatırında anasının kader deyişi kalıvermişti. Kader ne ola ki?

Anasını kardeşlerini, babasını top yekün orada, is ve çaresizlik kokan naylon çadırların arasında bırakmıştı.

Ağasının evine geldiğinden beri ailesinden kimseyi bir daha görmedi.

Elci bir gün bir toka getirmişti üstünde uğur böceği olan, anası göndermişti. Günlerce sarılı olduğu kağıdından çıkarıp çıkarıp baktı da anlayamadı içini yakan ateş bu tokalarla neden artmıştı?

Büyüyordu bu evde, yediği dayakların haddi hesabı yoktu, evde herkes uyurken uyanık kalır, bulaşık yıkar, merdiven siler, yarın ki yemek için aşçının taşlığa bıraktığı sebzeleri yıkar, ayıklar bu işleri yaparken anasını sayıklardı.

Hele yaz aylarında geldikleri bu evde içi daha bir yanardı, anası biraz ötede pamuk tarlasında idi, birinde evden kaçmış evi saydığı tarlaya gitmişti. Çok aradı; ama kimsesini bulamadı naylon çadırların arasında. Bilmiyordu ki anası ölmüş, babası kardeşlerini de almış gitmişti, Kader ne demek anlıyordu şimdi.

Eve gitmedi, tanımıştı naylon çadırlarının yerini uzanıverdi oracığa ayak seslerini dinledi

Irgatlığın, toprağın...

Uyandığında elci ona vurmaya başlamıştı bile…Burnu kanıyordu, ağlamadı.

Ağasının evine geldiğinden beri gözyaşları gözlerine değil de yüreğine yüreğine işledi...

‘Besleme Zeliha ‘ diyordu evdekiler. Rahatmış besleme ne görmüş baba evin de, iki kap sıcak yemek mi girmiş karnına… Çocuk ağladı koş Zeliha, yemek yandı ahmak Zeliha, bardak kırıldı sümsük Zeliha, kedi halıya pisledi temizle Zeliha, çocuk üstünü kirletti yıka Zeliha, Ağanın canı istedi ohh!! Zeliha…Zeliha…Zeliha

Ağasının evine geldiğinden beri ne bedeninin morlukları nede ruhunun acısı geçmedi Zeliha’nın…

Çocuklar okula gitti Zeliha kapıları kapattı-açtı, çocuklar anneleriyle uyudu Zeliha rüyasında bile göremedi. Çocuklar çiçek kokladı, Zeliha ağasının pis nefesini, çocuklar şarkı söyledi Zeliha konuşmadı bile…Kimi çocuklar ve ‘’ besleme Zelihalar…’

Ağasının evine geldiğinden beri Zeliha hiç rahat yüzü görmedi…

Vakit akşam ve öyle sıcak ki hava nefes alamıyor besleme Zeliha, avluya çıkıyor. Bu gün bebek çok ağlıyor hanım yok gene evde… Üstü başı ağasının nefesi kokuyor, hala dudaklarında ağasının salyaları var…

Bebek çok ağlıyor. Eve yürüyor Zeliha gözleri kocaman, kalbinde bir ağırlık, odaya giriyor bebeği kucaklıyor ve kulağına ‘’senin adın Süreyya’’ diyor ‘senin adın Süreyya ‘, etraf is kokuyor , yeşil sabun kokuyor…

Ağlıyor bebek, besleme bağırıyor ‘senin adın Süreyya.’ Bastırıyor bebeği kucağına, daha çok bastırıyor.

Ağasının evine geldiğinden beri ilk defa ağlıyor…

Derler ki Süreyya o gün delirmiş, öldürmüş bebeği…Öyle sıkmış ki kollarında bebeğin nefesi kesilmiş…

Eşimin babaannesi olayın geçtiği evi gösterdi uzaktan bana.. Hala duvarlarda ‘senin adın Süreyya’ diye bağıran kız çocuğunun sesi yankılanıyordu…

Babaanneye sordum ‘nerede Süreyya?’

‘’Ağa çok dövmüş, evden kaçmış gece kuyuya atlamış, günahları boynuna’ dedi…

Çocuklar!!

Uzanan ellerin acıttığı, yüreklerine sevebilmek yerine kin salınan güvensiz ve çaresiz çocuklar, çocuk olamadan çocuk kalamadan büyütülen , dövülen, sövülen, ırzına geçilen, öldürülen, ruhları satılan çocuklar. Bunları gören ve hep unutan biz yetişkinler

Çocuk unutulursa kendini hatırlatmak isteyecektir, bu hatırlayışlar imzalarını taşıyacaktır, aslında bu bir feryattır ‘BENDE VARIM’

Çocuklarımızın yarınlarını onlara bırakalım…

Not: Yaşadığım şehirde ‘besleme’ adı altında çocuklar özellikle kız çocukları kırsal kesimden, fakir ailelerin ellerinden alınır evlerde çalıştırılırdı…Verilen ada bakın ‘’besleme..’’Onur kırıcı insanlık dışı bu davranış hala Adana’da geçerliliğini korumaktadır...

 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..