Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '12

 
Kategori
Anılar
 

Betül' üm ses ver Bana nerdesin -5

Betül' üm ses ver Bana nerdesin -5
 

Babasının askeri okula gittiği yaştaydı oğlumuzu TED Kolejine( Karabük)  götürüp kendi ellerimizle teslim ettiğimizde. O hüzün dolu günler içinde aldım Tunca ile Meriç’ in  dünyaya geldiğinin haberini. Aynı annesi gibi yumuk gözlü, hokka burunlu, gamzelerinde meleklerin  soluklandığı, tek yumurta ikizi  çok şeker bebeklerdi… Annesinin bekar gezdiği 11 yılın öcünü alırcasına bir ağızdan ağlayıp susuyorlardı. Öyle şirinlerdi ki  öpmelere doyamıyordum  sabun, süt kokulu o ipeksi  tenlerini. Tüm aile seferberlik etmişçesine tekmili birden ayaktaydı gecesi, gündüzüyle. Oğlumdan ayrı geçireceğim günlere üzülüp dururken bu iki yaramazın hayatıma girivermesiyle biraz olsun yüzüm güler olmuştu. Oğlumu her fırsatta okulunda ziyaret ediyor, dönüş yolunda da Adapazarı’ na  uğramaya çalışıyorduk. Her görüşümüzde biraz daha serpilip büyüyorlar  öpüşlerimiz, mıncıklamalarımız karşısında adeta memnuniyetlerini gösterircesine kıkırdayıp duruyorlardı…

Mektup yazışlarımız sekteye uğramıştı artık çünkü evlerimize telefon bağlanmıştı, her gün ikizlerin izin verdiği süre zarfında konuşuyor, sıklıkla onları ziyaret ederek hasret gideriyorduk. Aşılarını, doğum günlerini, geçirdikleri çocuk hastalıklarının derecesini, çişlerinden, emziklerinden kurtuluşlarını, 3.5 yaşlarında kreşe, 5 yaşlarında ana sınıfına, 6 yaşlarında ilkokula başladıklarını an be an naklen yayın kabilinden telefonla konuşmalarımızdan öğreniyordum…

İkimizde hem anneliği, hem öğretmenliği özveriyle yapıyor, ileriye yönelik emekliliğimizde hayata geçirmeyi düşündüğümüz kreşin hayalini  kuruyorduk. Bu arada oğlumun hasretine daha fazla dayanamayıp Anadolu Liselerinin öğretmenlerin kolejlerde öğrenimine devam eden çocuklarına tanıdığı % 3’ lük kontenjan hakkını kullanarak girdiği sözlü ve yazılı sınavda başarılı olunca kızımın da henüz başladığı ilimizdeki Atatürk Anadolu lisesine kaydını aldırmıştık. Konuşmalarımız zaman içerisinde yön ve içerik değiştirmiş; okul servislerinden öğle yemeği ücretlerinin, yabancı dille basılmış ders kitaplarının pahalılığından, okul içi ve okul dışı aktivelere katılan çocuklarımızın başarılarından bahseder olmuştuk. 1. Sınıfa giden Meriç’ in elması Tunca’ nın elmasından önce kızarmış vay sen misin  elmayı önce kızartan ( O yıllarda okumaya yeni yeni başlayan öğrencilerin elması yavaş yavaş pembeden kırmızıya sonrada iyice okumaya geçince kıpkırmızıya boyanırdı ). Kıskançlık krizine giren Tunca’ yı zor ikna etmişler. Kıskançlık diz boyuymuş, ne yapacaklarını nasıl davranacaklarını bilemiyorlarmış, ikiz çocuk büyütmek dünyanın en zor işiymiş… Şirin şeyler büyümüşlerde eziyet mi ediyorlarmış ebeveynlerine. Her telefon konuşmamız yarım kalır telefonu eline kapanın ‘’ Füsun teyze biliyor musun ’’ Cümlesiyle başlayan konuşmalarının sonu bir türlü bitmek bilmezdi. Bu arada az zengin etmedik telefon idaresini…

Günler, aylar, yıllar şimşek hızıyla geçmiş ikizlerin liseye başlayacakları yılda çocuklarım üniversite tahsillerini tamamlayıp yüksek lisansa başlamışlardı. Bu arada epey zamandır rahatsız olan sevgili babacığımı ve aniden gelen kalp kriziyle Gülsün teyzeyi 10 ay arayla kaybetmenin acısıyla üzüntülere gark olmuştuk. Ne yazık ki ikisi de torunlarının mürüvvetlerini göremeden terki diyar eylediler. Nurlar, rahmetler içinde uyusunlar. Yüreklerimize çöreklenen bu tarifsiz acıya ve boşluğa rağmen görevlerimizi, sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalışıyorduk  büyük bir metanetle…

25 Yıl fiilen görev yaptığımız öğretmenlik mesleği boyunca tüm öğrencilerimizi kendi yavrularımızdan ayırmadık kati surette.

Onların üzüntüsüyle kahrolduk, sevinçleriyle bahtiyar …

Ürkek serçe yavrusu huzursuzluğuyla  1. Sınıfa başlayan öğrencilerimizi bilgi ve sevgimize katık ettiğimiz sabrımızla kuşatıp palazlandırarak mezun ettik…

Onların başarılarıyla övünüp gönendik…

Kah anaları olduk, kah ablaları…Sırtlarını sıvazlayıp yüreklendirdik…

Mürşidimizin bize açtığı ışıklı yolda meşale olup, ilmi hür, irfanı hür yeni nesiller yetiştirmek için çabalayıp durduk. Elbette bizlerde yorulduk eğitim neferi olarak taşımaktan asla yüksünmediğimiz hatta şerefle taşıdığımız aydınlanmanın meşalesini genç ve pırıl pırıl görev aşkı, şevkiyle dolu genç meslektaşlarımıza devretmek üzere emekliliğimizi istedik…

Asla köşe minderi gibi evde atıl bir vaziyette oturmayı düşünmeksizin yepyeni bir mecrada yine öğretmenlik yapmak üzere daha önce planladığımız projeyi hayata geçirmek üzere araştırmalara başladık. Emekli ikramiyelerimizi birleştirip ikimizin de kolayca ulaşabileceği İzmit ilinde yer aramaya başladık. Üç katlı, müstakil, ahşap bir bina ikimizin de aynı anda dikkatini çekmişti. Çeşitli tadilatlar sonunda nihayet kreşimiz kullanılabilinir hale gelmiş  ‘’ SEVGİ KREŞİ ‘’ Koymuştuk adını. Bilgi birikimimiz, sevgimizle yönetecektik yeni eğitim yuvamızı. Öğretmen, aşçı ve hizmetli kadromuzu kurup yerel radyo, televizyon ve el ilanlarıyla adımızı duyurup öğrenci kayıtlarına başladık. Elden düşme bir minibüs alarak elden geçirdik, servis şoförümüz eksikti sadece . Aylardan Ağustos’ tu çok az kalmıştı 1 Eylül’ e. O gece saat 12’ ye kadar konuşmuştuk yine buna benzer konuların detaylarını, sabah 11’ de kreşte buluşmak üzere kavilleşip ayrılmıştık… Sonrası mı işte Betül’ üm  hiç sonrası olmadı o dakikadan sonra…

Sıcaktı, hem de çok insanın içine baygınlık verecek kadar sıcak…

Hafiften bir sallantı sonrası toz, duman ve gürültü…

Evlerimiz bir toprağı öptü bir semayı…

Ateş topu gündüz etti geceyi…

Silkelendikçe silkelendik…

Kıyametti kopan habersizce apansız…

Dakikaların geçmediği, belleklerin sıfırlandığı…

Altımızdan çekilen yerkürenin üzerinde ne varsa sağa, sola fırlatma çabaları…

Nihayet susmuştu öfkeli dev arkasında söndürdüğü hayatlara, yıktığı yuvalara, binlerce canlı canlı toprağa gömdüğü insancıklara merhamet edercesine…

Merdivenlerin çökmüş olabileceği ihtimalini bile düşünmeyi akıl edemeyecek kadar korkmuş, şaşkın bir vaziyette belki kurtuluruz ümidiyle kendimizi dışarıya atmıştık. Yataktan fırladığımız halimizle parasız, pulsuz, yalınayak hatta yarı üryan…

Meğer rüzgarıymış bizi tarumar eden can dostum. Merkezinde siz, yelinde biz. Nasıl dururum sizin sağlık haberinizi almadan yollar kapanmış, telefon hatları kesilmişken… Göçüklerden imdat çağrısıyla kurtarılmayı bekleyen vatandaşlarımızın feryadına karışan ekşi bir ölüm kokusu kundaklamıştı  dört afakı…


Hiçbir çağrıma ses vermeyen can dostum meğer cevap veremiyormuşsun nerden bilebilirdim ki  bahar dalları gibi taze sürgün evlatlarının, sevgili eşinin, yeni kurduğumuz işimizin heyecanının, geleceğimiz adına düşlediğimiz güzel hayallerimizin diri diri toprak altında kaldığını…

İsmet  Arslan( 53)
Betül Arslan(45)
Tunca Arslan(16)
Meriç Arslan(16)

Rahat, ışıklar içinde uyuyun can dostlarım…


Elveda…

 


( Anıda geçen kişiler ve olaylar gerçek hayattan alınmıştır )

 


 

 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..