Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '12

 
Kategori
Anılar
 

Betül' üm ses ver bana nerdesin-3

Betül' üm ses ver bana nerdesin-3
 

Aramızdaki bölge ve iklim farklılığına rağmen ikimizin de karşılaştığımız sorunlar aynıydı. Bilhassa kız çocuklarının okutulması konusundaki hassasiyetimiz. Çeşitli nedenlerle okutulmayan genç kızlarımıza, kadınlarımıza okuma-yazma eğitimi verme konusundaki mesafe alamadığımız çabalarımız…

Okuma dedim de hatırlıyor musun ilimizdeki Vahit Paşa Kütüphanesi’ nin  taş duvarlarının dili olsa da ah! çözülüp anlatsa ikimizin kitap okumada nasıl yarıştığımızı. İki günde bir kütüphanenin yolunu arşınlar, ödünç aldığımız ve ikisini de değiştirerek okuduğumuz kitapların yerine yine birer kitap alarak evimize yollanırdık. Bilhassa benim annem ne çok kızardı okuma-yazma bilmeyen biri olarak kitaplara olan düşkünlüğümü. Diğer kardeşlerimi de ayartıp kendisine ev işlerine yardım etmediğimizden dem vurarak. Haklıydın anneciğim sonuna kadar ama 15 yaşındaki kızın sevdalanmıştı kitaplara… Gaz lambasının sarı, ölgün, titrek ışığında tüm gece sabahlara kadar kitap okurdum. Rahmetli babacığım gece vardiyasından döndüğünde kapının altından sızan ışığa doğru yönelirdi. Bende güya okurken uyuyakalmış numarasıyla elimdeki kitabı usulca bırakırdım döşeğin kenarına. Kıymetliydi o zamanlar her şey gibi gazda, söylene söylene çıkardı odadan. El ayak çekilince söndürülmüş lambayı yakıp kaldığım yerden devam ederdim günün ışımasını. O sene bitirmiştik değil mi klasiklerin çoğunu…

Bu yıl aramaya gittim ikimizin izlerini Betül’ üm hem okulumuza hem kütüphaneye, bir zamanlar ne haşmetliydi ikisi de gözümüzde değil mi? Yad eller ayak basmış mahremimize, izler silinmiş, fütursuzca attığımız kahkahalarla yıkanan okulumuzda başka hayatlar boy atmış, serpilmiş. Fısıltıyla anlaştığımız o görkemli kütüphanenin taş duvarlarına dayanıp konuştuğumuz günlerin üzerinden biz farkına bile varmadan uzun yıllar geçmiş ki şimdi hiç tanımadığımız insanları Anadolu bozkırının dayanılmaz sıcaklığında buz gibi şadırvanıyla ağırlayan gölgelikler içine saklanmış bir çay bahçesi olmuş…

 Ha köy okulu, ha İstanbul’un varoşlarında bir okul ne fark ediyordu ki? Aynı konulardan muzdariptik seninle. Yokluk, yoksulluk, cehalet. İstanbul’ u geçim kapısı gören garip, gureba göçmüşte göçmüş bu diyara. Yokluktan gelen yine yokluğun koynunda sabahlıyor her gece. Hiçbir vasfı olmayan ya hamallık yapacak ya işportacılık. Biraz gözü açıklar bir apartmana kapılanacak kendilerinden önce gelenlerin himmetiyle. Efendi gani apartmanda. Herkesin her türlü nazı, niyazı, getiri götürü, indiri çıkarı, çöpü, servisi, kaloriferin külü, kömürü, temizliği, bekçiliği garibin sırtına altta kalanın canını çıkartmacasına… Güya İstanbul’ da oturur bilmez Haliç’i, boğazı, köprüyü, sarayı, sarnıcı, hamamı, Adaları, Moda'yı…Ya ne bilir? İki yakasını bir araya getirebilmek, kirayı denkleştirebilmek için aile boyu karın tokluğuna çalışmayı, İstanbul’ da yaşamayı becerebilirlerse hiç olmazsa erkek çocuklarını okutabilmeyi. Ya kızların günahı ne… Eğitilmemiş annelerden doğup ta eğitilemeyecek sabilerin günahı ne? … İşte buydu bizi kahreden, buydu bizi çaresizliğe iten. Lamı cimi yoktu bu kızlar o k u t u l a c a k t ı. Gelenekti, töreydi, kan davasıydı önümüze yıkılmaz setler gibi konan. Mücadeleci ruhumuzdan aldığımız delici güçle elimizden geleni, gelmeyeni yapacaktık her şeye rağmen…

Bazı ailelerin kızlarını daha mezun olmadan okula göndermediklerini, çarşafa sokup görücülere göz kırptıklarını hatta hükümet nikahı olmaksızın evlendirdiklerini anlatmıştın bir mektubunda… Çocuk gelinler elinden kınası silinmeden ana oluyor akranlarının henüz mahalle aralarında seksek oynadığı zamanlarda el yordamıyla bebelerini güya büyütmeye çalıştıklarından bahsetmiştin uzun uzun… Nikah deyince aklıma geldi hatırlarsın nikahımın kıyıldığı günü. Nikah sonunda tebrik etmek için sıraya giren eş dostun arasındaydın, seni en son gördüğümde. Bir baktım ki şaşkın damat seninde elini öpüyor heyecandan ve mutluluktan  kimsenin yüzüne bakmaksızın. Gülsem bir türlü gülmesem içim kaynıyor sen ise büyük bir ciddiyetle bana işmar edip duruyorsun gülme sakın dercesine. Ah Betül’ üm seni nasıl özlüyorum bir bilsen, keşke yanımda yamacımda olsan senin anaçlığına nasıl muhtacım hem de bugünlerde bebeğimi kucağıma almaya bir aydan az varken… 

 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..