Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '21

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bey Dağları Çoban Dağları

Bey Dağları mı, Çoban Dağları mı?
 
Gazanfer ERYÜKSEL
 
Antalya’da sonbahar. Kasım ayı yedisi devirdi gidiyor. Vakit akşam. Bey Dağları’na, göğe ve denize bakıyoruz.  Ebrular çizen vaktin albenili güzelliğine. 
 
Antalya denince akla gelen ilk şey deniz ve güneştir hâlbuki. Turizm sektörünün reklam algıları ayrık otu gibi kaplamıştır dört bir yanımızı. Sanatın ve sanatçının bakış açısı ise farklı okumalar yapacaktır şüphesiz. 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanının kahramanı Mümtaz ise gördüğü güzellikler karşısında şunları söyleyecektir. “Bey Dağları’nın üstünde güneş, sanki kendi ölümünün ayinini ve kendi yaldızdan ve koyu lacivert gölgelerden lâhdini hazırlıyormuş gibi, bu dağların kıvrımlarına altın ve gümüş zırhlar geçirir, sonra alçalan ve arkaya devrilen kavis, bir altın yelpaze gibi açılır, büyük ışık parçaları şuraya buraya ateşten yarasalar gibi uçar, kayaların üstüne asılırdı. Bu bir mevsim gibi bereketli velût saatti.” 
 
“Ev ve şehir insanoğlunun en belli başlı terbiyecilerindendir” diyen Tanpınar, 1916 Ekim’inden 1918’in Ağustos’una kadar kaldığı dönemde Antalya Sultanisi’nde öğrencidir. Daha sonra 1921’de kısa süreli bir tatil için de Antalya’ya gelir. Tanpınar’ın biriktirdiği Antalya fotoğrafları eserlerinde kendilerine özgün yerler açacaktır.   
 
Tanpınar “Antalyalı Genç Kıza mektup” başlıklı metinde, ona mektup yazan Antalya Lisesi üç öğrenciye verdiği cevapta şunları yazacaktır. “… lise talebesisiniz ve Antalya’dasınız. Yani 1916-1918 yılları arasında benim yaşadığım hayatı yaşıyorsunuz. İşte size bunun için yazıyorum. Bulunduğunuz memleketin, belki de orada doğdunuz, hayatımda mühim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş hülya adamı oldum.” 
 
… “Aynı günlerde, yine bulunduğunuz memlekette denizin bir başka manzarasıyla karşılaştım. Güvercinlik denen deniz mağarasını gördüm. Bu mağara suyun hücumuyla açılıp kapanan aydınlığı ile benim için mühim bir şey oldu… Gördüklerimi henüz gerçek bir keşif hâline getirecek seviyede değildim. Fakat estetiğimin temeli olan rüya fikri, biraz da bu mağaraya bağlıdır.”
 
“Huzur” adlı romanında ise Güvercinlik Mağarası’nın yerini şöyle anlatacaktır. “Bir gün arkadaşları onu Güvercinliğe götürdüler. Bu hastane üstü ile Konyaaltı arasında, şehirden epeyce uzak bir yerde bir deniz mağarası idi.”
 
İnsan elbette yaşadığı yere benzer Edip Cansever’in söylediği gibi. Bir de öyle coğrafyalar vardır ki mıknatıs gibi çeker kendisine sizi ve o albeniden kurtulamazsınız. Fikret Otyam Bey Dağları’nın onu nasıl delirttiğini şöyle anlatacaktır, 06 Şubat 1995 tarihli yazısında.
 
“Bu cennet ülkede görmediğin bir yer kalmıştı, Antalya! Birisinde İstanbul’dan, diğerinde Ankara’dan iki kez Antalya üzerine gelmiş, ne ki fırtına nedeniyle aynı yerlere dönüvermiştim! Son kez arabayla bir huruç harekâtına geçtim. Oh, işte karayolları tabelası: “Antalya 10 km.” … Günler sonra Antalya’da uyandığımda, o dağlara yani Bey Dağları’na vuruluvermiştim. Nazım’ı Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağacı dellendirmişti, beni de Bey Dağları. 
 
Hayatın ırmağı gün gelecek Fikret Otyam’ı Antalya Bey Dağları’yla karşı karşıya getirecektir. 
“Kader diye bir şey var mı, kim bilebilirdi, hele ben nereden, nasıl bilebilirdim yirmi yıl önce Antalya’nın Gazipaşa ilçesine yerleşeceğimi; ama artık Antalyalıydım. Biz hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadık, tarih marih nemene! Bin yıl mı, beş yüz mü, kırk mı, otuz mu ne, hangisiyse hep düşledim. Antalya’da Bey Dağları’nı gören bir barınak, ahir ömrümde kocaman ama kocamaaan resimler yapayım Bey Dağları’ndan. Yirmi gündür gerçekleşen düşümü yaşıyorum. Şu satırları yazarken o cânım saat saat, dakika dakika değişen Bey Dağları tüm görkemiyle karşımda. Başı her zaman bulutlu, gün yuvasına göçerken allı morlu bulutlara dönüşen, o bir daha tekrarlanmayacak görünümlerini saptamak için yirmi günde iki yüzden fazla fotoğraflarını çektiğim o doyumsuz Bey Dağları!”
 
Fikret Otyam’ın kadrajından böyle görünen Bey Dağları’nı bir de Antalyalı şair Metin Demirtaş’ın dizeleriyle okuyalım. 
 
Başlarında kayan yıldızları yok / Çoban Yıldızı var / Geçip gitmiş beyleri de / Kalmış sade / Bir vefalı çobanları / Ama hâlâ atlaslarda Bey Dağları’dır adları / Dinleyin / Ey haritacılar! / Bu bir ozan fermanı / Bundan böyle / Çoban Dağları olsun / Bu güzel dağların adı!”
 
Bey Dağları mı yoksa Çoban Dağları mı, diye iki arada kalan Fikret Otyam “Karacaoğlan gibi mi diyeyim yoksa”, diye soracaktır kendine. Karacaoğlan “Gül memeler birbiriyle cenk eder” derken Fikret Otyam Bey Dağlarıyla bulutları cenk ettirecektir. 
 
Mutluluğun resmi söz konusu olduğunda akla iki isim gelir, Nazım Hikmet ile Abidin Dino. Fikret Otyam için ise yarım cığara içimi ötededir artık mutluluğun resmi. Bu mutluluğu da cümle âleme ilan edecektir. 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Otyam ve Metin Demirtaş’ın anılarına saygıyla.
 
 
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 227
: 584
Kayıt tarihi
: 16.12.15
 
 

1952 Yılında İstanbul'da doğdu. Pertevniyal Lisesi'ni ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akad..