Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

11 Nisan '07

 
Kategori
Mizah
 

Beyaz atlı prensim

Sen bilmezsin biraz şeyim ben; biraz yel beyin biraz yarım akıl bazen de yol yordam bilmez biri. Tanımım yok, rüzgarın estiği yönde gider gelirim, öyle bir şey işte. Kendim estiririm rüzgarlarımı. Estirmeyi bildim de dindirmeyi beceremedim bir türlü. Hep içime doğrudur estirdiklerim. Zaman gerektirir sakinleşmem. Kendi sınırlarını zorlayarak, yıkıp dökerek eser rüzgarlarım. Suskunluklara gömülürüm esip geçtiğim yerlere bakarak. Hep seni beklerim ama. Sorumluluk, azap, cilve-naz, kapris, beklenti-hesap yüklemeden. Ellerimi hiç uzatmadan öylece susuyorum. Ellerim sustu dilim ve gözlerimle birlikte. Varla yok arası, cinsiyetlerden arınmış olarak, sakinliğin içine iyice gizlenmiş telaşlarla beklerim gelmeni. İsterim ki kendin gelesin.

Kendi yazdığı oyunu sahneleyecek mekan bulamayan yazarın çektiği sıkıntı gibi yaşadıklarım. Güzel olduğunu bilir ama sahneleyecek ortam bulamamanın hırçınlığı sarar ya etrafını. Bir mekansın benim için, yazdığım masalı mutlulukla yaşayacağım. Belkide yanılıyorumdur kimbilir. Yanılma ihtimalini düşünmek istemiyorum şimdilik. Birşeyler oldu bana. Hiç farkına varmadan. Fark ettim de kendime itiraf süresini uzattım galiba. Yazar da benim oyuncu da. Telaşlarımı, sevinçli kıpırtılarımı, üzüntülerimi soyunma odasında bırakarak çıkıyorum sahneye. Oyun maskem saklıyor hissettiklerimi. Komik senaryoların repliklerini ezbere tekrarlamak iyi geliyor. Iyi oyuncu olmam ne benim ne de başkalarının umrunda. Oynamak istiyorum sadece bu belirsiz fantastik süreyi uzatmak için. Seviyorum bu belirsizliklerin ortasında olmayı. Ama bekliyorum gelmeni. Öylesine olmasın, o an öyle düşünmüştümlere sığınmadan. İstediğin ve hep isteyeceğin için olsun yaşananlar. İstekleri sıraya koymak bir tür düzencilik gibi gelir bana. Sıraya koymadan, yola hazırlık yapmadan gelmen için susuşum.

İstesem faltaşı gibi açabilirim gözlerini ama yapamam. Yakışık almadığı için değil, kafama estiğinde neler yapabileceğimi kendim bile kestiremem ben. Bütün bu gel-git’lerin tersine aydınlık ve usuldur düşlerim. Sen de sever misin düş kurmayı? Sevmelisin mutlaka. Düş ne komik bir kelime değil mi? D – Ü – Ş gerçekten çok komik. İki sessiz bir sesli harfin komik birleşiminde neler gizlerim anlatsam sayfalar yetmez. Son zamanlarda sadece sen varsın anlatılarımda. Beyaz kağıtlara beyaz kalemlerle yazarım seni. Yazılanı sadece ben göreyim diye. Düşlerime hiç siyah sokmam ben. Korkarım siyahtan ve getirdiklerinden. Bütün o yıkılmaz, korkusuz görüntüme inat küçücük bir çocuk gibiyimdir siyahlar karşısında. Seni isterim korktuğumda ama çağıramam. Gelememe, gelmek istememe ihtimalini de ortadan kaldırmak içindir belkide susuşum. İsterim ki kendin gelesin. Karanlıklardan korktuğumda avutman için değil – kendimi avutmayı öğreneli çok oldu – sadece yanımda olmanı istediğim için. Düşlerimin kimsesizliğinin sahipsizliğinde beklerim seni. Beni koruman için değil – kendimi korumayı öğreneli çok oldu – belki de kendimi onarmak için isterim yanıma gelmeni. Yanımda olman yeter gibi gelir bana ama emin olamam korkularım yüzünden.

Korkularım uzun dişli, kırmızı gözlüdür benim. Kimseye göstermeden kabul etmeyi de öğrendim galiba. Korkularımın seni korkutmasından da korkarım. Onlar yüzünden bitirmişim gibi yaşanması gerekenleri. İnce hesap değil susuşum. Ne olduğunu bilmiyorum. Umutsuzluklarımın içinde açtı bahar dalları canlı renkleriyle. Yinede gösteremedim kimseye çok istediğim halde.

Sonuçların neler getirebileceğini aşağı yukarı kestirmeyi çok önce öğrettiler bana. Korktum bozulur diye düşlerim. Ekşimiş sevda kokuları uzun süre çıkmıyor biliyor musun? İçine işliyor insanın, burun deliklerindeki kılcal damarlara varana kadar. Kaçmak işe yaramıyor. Gecelere sığınıyorum şimdilerde. Gecelerden de korkardım eskiden, şimdi karanlığı saklıyor beni. Pis kokmasındansa tazecik kokması içindir susuşum. Hiç konuşma sokmadan yüzünü çiziyorum parmaklarımla, parmaklarımın uzandığı her yere. Resim yeteneğim yoktur oysa. Çizildiği yerde görünmeyen suratlarını seviyorum parmaklarımın ucuyla. Biliyor musun balyoz gibidir ellerim benim, kararlı ve güçlü. Yumuşacık seviyorlar şimdilerde dokunduğu herşeyi. Görünen görüntüne gerek olmadığına karar veriyorum birden. Seni değil varlığını hissetmek ………….. Bilirim ben bir kere anlatıldı mı gerisi gelir. Anlatıldıkça yoğunluğunu kaybeder hisler. Anlatan anlattığına pişman edilir. Pişmanlıkların o ezici, yakan ağırlığının altında yaşamak... Çok uzun bir mesafe tutan, pırıl pırıl bir özlemsin benim için. Onca korkuyu onca yıkıntıyı ben yaşamamış gibi saf ve korkusuzum görünmeyen varlığınla. Seni anlatmak istiyorum sırasıyla kendime bu gece.

Naz-niyaz yapanlardan olamadım bir türlü. Yıllar önce öğrendim sancılarımı sessizce, göstermeden çekmeyi. Ama yine de isterim ki sen ol yanımda. Sessiz, sabırlı bir bekleyiş bu içimi yakan ama şikayetim yok. Gözümün görüp, yüreğimin kabul ettiğini kolay bırakmam. Isterim ki kendi isteğinle sımsıkı tut ellerimi. Gözün kapalı inebilirsin uzattığım iplerle kör kuyulara. Yarı yolda bırakanlardan olmadım hiçbir zaman. Ne önüne geçerim ne arkasından ağlarım gidenin. Gitmek isteyenin yoluna dikilmek bulandırır midemi. Sebepleri ben yaratmamışsam gidenin cehenneme kadar yolu vardır bana göre. Hesap gibi görünmesin tepkilerim. En içten hissedilenin boşluklarda sallandırıldıklarını görerek bu domuz inatlara yönlendirilmişlerdenim. Yüreğim kabul etmişse birinin sevgisini, bedenimle birlikte sessizce bekleyebilirim uzun süre kendimi göstermeden. Tüm yırtıcılıklarıma rağmen utangaç mahçubiyetimin sebebini hiç bilememişlerdenim.

Anadolu Kavağı’nda akşam batışını birlikte seyrediyoruz düşlerimde. Boğaz’ın üzerine milyonlarca küçük ayna konulmuş gibi parlıyor. Saçlarımız yaz akşamı esintisiyle karışmış birbirine. Yanımdasın daha başka ne isteyebilirim ki. Çok derindir hissettiklerim. Sakin bir limansa istediğin hiç gelme. Kölen de olabilirim hiç düşünmeden, sadece sana duyduğum aşkla ve gösterdiğin sevgiyle bükebilirsin boynumu ama kırarsan sebepsiz, zalim bir yılana dönüşmemin süresini ben bile kestiremem. Mutluluk uçuşlarımın hızına yetişecek kadar hızlıdır kızgınlıklarım. Kaburgasından yaratıldığım kurbağamı bekliyorum ben. Kendini sever gibi sevmelisin beni. Bazen canım öyle yanıyor ki anlatamam. Lif lif ayırmasını bilirim hislerimi en çok nefretlerim dillenir niyeyse. Hiç aralıksız konuşabilirler saatlerce. Sevgilerimi bu kadar güzel saklamayı ne zaman öğrendim acaba?

En çok yalansız yaşanılanı alaycı ağızlardan duymak yakıyor galiba insanların canını. Ya da sevgiye sahip çıkılmaması. O yüzden masallar yazıyorum kendimce. Yakınlarımdaysan nasiplenirsin fırtınaların her türlüsünden. Bir de bakmışım sıkılmışım kendi susuşumdan ya da gözlerinin körlüğünden alıp gitmişim başımı uzakta kimsenin bilmediği bir yerlere. İnadımdan ben bile korkarım bazen. At kıllarından örülmüş halatlar gibidir sağlamlığı. Sabah olmak üzere lafı fazla uzattım galiba. Seni görüyorum lalelerin içinde boşuna saklanma. Anlayacağın, ya vırakla öpeyim bitsin kurbağa esaretin ya da bohçamı toplayıp gideyim çook uzaklara.

Kevser ŞEKERCİOĞLU

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..