Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Aralık '15

 
Kategori
Öykü
 

Beyaz Bulut

Beyaz Bulut
 

Beyaz bir bulut rüzgâr nereye götürürse oraya sürüklenir, mücadele etmez. Her şeyin üzerinde süzülür. Bir hedefe, bir yere ulaşmanın deliliğine sahip olduğun zaman sorunlar çıkar. Yenilgin varoluşun doğasında vardır. Beyaz bulutun yolu patikasız bir patikadır. Ben sana hiçbir ideal, hiçbir "olmalı"yı öğretmiyorum. Her kimsen, onu öyle eksiksizce kabul et ki, başarılacak hiçbir şey kalmasın. O zaman beyaz bulut olursun.

 

KURMACA;

 

Duş almaya hazırlanırken gelen aramayla banyodan çıktım. Arkadaşın arabası bozulmuş, havaalanına giderken onu da almamı istedi. Evi bana uzaktı. Kahvaltı yapmadan çıkarsam ikimizi de işe yetiştirebilirdim. Apar topar giyinip yola koyuldum. Arka yolları kullanıp trafiğe yakalanmadım. Bahçeli dublekste kız arkadaşıyla yaşıyordu. Sık bahsetmese de sanırım evlenmeyle ilgili problemleri vardı. Arabayı yola park ettim. Kornaya uzun bastım. Kapıya çıktığında yanında Gerda vardı. Bir birlerine bağırıyorlardı. Aslında Espen bağırıyor, kız, başını öne eğmiş susuyordu. Sabah sabah olacak iş değildi. Kayıtsız kalamadım. “Espen rahat bırak kızı,” deyip arabadan indim. Duracağı yoktu. Yanlarına gittim. “Bu evlilik olacak,” derken az kalsın kıza tokat atacaktı. Elinden yakaladım. “Gerda, arkadaşın kusuruna bakma. Uykusunu alamamış,” deyip havayı azda olsa yumuşattım.     

 

Üç gün süren ‘Rap Star’ yarışması sona ermiş, ödüller sahiplerini bulmuştu. Sahne sökülüp tırlara yüklendi. Ekibimle beraber ses sistemlerini toparlamış aracımızı bekliyorduk. “Merhaba Hannes,” diyen finalistlerden Ammar’dı. Yanıma geldi. Oturduğum hoparlör sandığının dibine sırt çantasını bıraktı. “Buraya kadarmış dostum,” deyip elini uzattı. Ayağa kalkıp sarıldım. Bu zamanda samimi bir insana rastlamak zordu. Çantasından çıkardığı tespihi hediye verdi. “Pişman mısın?” diye sordum. Çantasını omzuna attı. “Finalde kendi liriğimi söylediğim için mi? Kesinlikle hayır,” deyip sırtını döndü. Yavaş adımlarla yürüdü. Kısa sohbetimizi bittiğinde aracımız geldi. Ses sistemini yerleştirirken kulaklarımda islamofobi temalı sözleri vardı. Jürinin favorisiydi. Finalde kendi liriğini seslendirmeyle ilgili tereddüdünü paylaştığında ‘Her kimsen, onu öyle eksiksizce kabul et ki, başarılacak hiçbir şey kalmasın. O zaman beyaz bulut olursun,’ demiştim.        

 

Havalimanının en yoğun yolcu girişlerinin yapıldığı kapılarda güvenliği sağlamak kolay olmuyordu. Xray cihazımız bozulmuş servis çağırmıştık. Cihazı servise götürmemiz mümkün değildi. Teknisyenler malzemeleriyle geldiler. Arkamdaydılar. Kapıyı görüyordum. Evden çıkarken hırsını alamayan Espen sinirlenmiş cihazı tekmeliyordu. Teknisyenler şaşırdı. Cihazı parçalamadan onu durdurmalıydım. Koştum. Belinden yakaladım. “Kendine gel,” deyip sandalyeye oturttum. Teknisyenler cihazı açtılar. Bakım devam ederken Espen “Aaren, şöyle şunlara ellerini çabuk tutsunlar,” diyerek yerinden kalktı. Teknisyenlerden iri yarı olan elinde tornavida “Kaşınma,” deyip Espen’e döndü. Ortalık karışmadan aralarına girdim. “Sen hava al,” diyerek arkadaşımı dışarı gönderdim. Teknisyenler “tartışmayı kahve ısmarlarsan unuturuz,” dediler. Tatlıya bağladık. Xray cihazını onarmayı başardılar. Faturayı bırakıp çıktılar. Pencereden gidişlerini takip ederken Espen adamlara arkalarından saldırdı. Yumruklar havada uçuşuyordu. Olan biten inanılır gibi değildi.      

 

Otobüsümün kalkmasına yarım saat vardı. Makyajımı tazelemeye lavaboya girdim. Morarmış gözüm belli olmasın diye elimden geleni yaptım. Makyaj işe yaramadı. Sinirim bozuldu. Espen’in attığı yumruğun acısı yüzümdeydi ondan uzaklara gitmek istiyordum. Sigara yaktım. Kahve içmeliydim. Dışarıya servis yapan kahve dükkânında bir masaya oturdum. Korkumdan polise gidemedim. İlişkimiz boyunca şiddeti hiç bitmedi. Evlilik teklifini geri çevirince çıldırdı. “Aşkım benden habersiz nerelere gidiyorsun,” diyen Espendi. Omuzlarımdan bastırdı. Karşıma oturdu. “Gerda ben katoliğim evlenmek zorundayız,” derken sesindeki delilik yüreğimi hoplattı. “Espen ilişkimiz bitti,” dediğimde ellerimi sıkıca tuttu. Sıktı. Parmaklarım kırılacak sandım. “Ateist olman problem değil aşkım. Vaftiz olduğunda evlenmemize engel kalmayacak,” dedi.  

 

Havaalanındaki sıkıntılı mesai sonrası oğlumun istediği topu almış eve geliyordum. Evimin olduğu sokağa girdiğimde yorgunluğum kayboldu. Bahçemde çiçeklerim eşsiz bir tablo oluşturmuşlardı. Garaj kapısının önünde eşim ve oğlum tartışıyorlardı. Arabayla yanlarına yanaştım fark etmediler. “Anne takım seçmelerine katılacağım,” diyen oğlum bisikletinin kilidini açmaya çalışıyordu. Topla arabadan çıktım. Eşim “Sanat okuluna seni yazdırmaya ne kadar para döktük unuttun mu?” diye oğlanın neredeyse tepesine çıkacaktı. “Britta çocuğu rahat bırak,” deyip eşimi ellerinden tuttum. “Nereye Eiliv?” diye oğlana sordum. “Claus’la buluşacağım,” derken kilidi çözmüş bisiklete oturmuştu. Topunu verdim. Eşim “Aaren şımartma şunu,” deyip burnundan soluyarak eve girdi.     

 

Antrenman sona erdi. Çim sahada malzemeleri toplayıp soyunma odalarına yürüdük. Claus mutluydu. Sigara çıkardı. Yaktı. Kokusu tuhaftı. “Ne marka?” diye sordum. “Bildiğin sigaralara benzemez. Çocuk işi değil,” deyip derin bir nefes çekti. Öksürüğe tutuldu. Sırtına bir iki vurdum. “Eiliv korkma. Ölmeyeceğim,” diye güldü. “Nasıl bu kadar mutlusun?” diye sorduğumda “Dertlerin üstesinden gelmenin farklı yolları var,” dedi. “Sana da sarayım mı?”   

 

Daha önce Kopenhag-Paris arasında hiç uçmamıştım. Kız kardeşimin durumu kötü olmasaydı uçacağımda yoktu. Kocasını Paris’te yapılan terör saldırılarında kaybetmişti. Sağlık sorunlarım sebebiyle cenazesine katılamadım. İnsan yaşlı olmaya görsün günü gününe uymuyor. Hostes “Lütfen kemerinizi takın,” diyerek az önce istediğim bir bardak suyu verdi. “Merhaba müsaade eder misiniz?” diyen genç cam kenarına oturdu. Biletimi koridor tarafından almıştım. Uçarken bulutları görmeye dayanamıyordum. “Adım Ammar,” diyerek kendini tanıştırdı. Şivesi Ortadoğulularınkine benziyordu. Montu kabarıktı. Çantasını yukarı koymamış yanına almıştı. Uçağın kalkışına 5 dakika kaldığı anons edildi. “Adınızı söylemediniz,” diyerek bana baktı. “Berthe,” dedim. Gülümsedi. Arkasına yaslandı. Sanırım Arapça bir şeyler mırıldandı. Kemerimi çözdüm. Kokpite gidip pilotla konuşmaya karar verdim. “Nereye bayan,” diye önüme çıkan hostese aldırmadım. Kapıyı çalmadan kokpite girdim. Pilotlar merakla baktılar. “Terörist var,” deyince bir an donup kaldılar. Montundan çantasından bahsettim. Hostesi çağırdılar. Yolcu bilgilerini incelediler. Hostes “Ammar Fas asıl Fransa vatandaşıymış,” dedi. Endişelendik. Pilot güvenliği aradı. Ammar’ı uçaktan indirmeye karar verdiler.            

 

Hava soğumuştu. Şehrin ışıkları nehre düşmüş dalgalanıyordu. Köprü ayaklarında, konaklayan birkaç evsizin dışında kimse yoktu. Karanlık çökmüş etraf tekin değildi. Meksikalılar teslimat yapmaya uygun bir yer bulmuşlardı. İki araba arka arkaya nehrin kıyısına geldi. Farları kapamadılar. “Ferdinand gel,” diye seslendiler. Geçen aldığım malın parasını zor toplamıştım. Eksik parayı affedecek birileri değillerdi. Kaygıyla öndeki arabaya yaklaştım. Şoför inip arka kapıyı açtı. “İyi akşamlar Miguel,” deyip bindim. Konuşmadan parayı teslim ettim. Ön koltuktaki adam bir poşet mal verdi. Malları kontrol ederken Miguel parayı sayıyordu. “Tamam,” dedi. Poşetteki mal her zamankinden fazlaydı. “Mal fazla. Yanlış var,” deyince Miguel belinden silahını çıkarıp ağzına mermi verdi. “Önümüzdeki hafta daha fazla çalış,” deyip omzumdan ittirip arabadan dışarı çıkarttı. Kendimi yerde buldum. Patinaj yapan arabaların tekerleklerinden savrulan çakıllar az kalsın yüzümü parçalayacaklardı. Çekip gittiler. Üstü başımı temizlerken Claus bisikletiyle geldi. “Ferdinand otum hazır mı?” diye sordu. Yerden poşeti alıp otunu verdim. “Claus haberin olsun yeni müşteri getirirsen daha fazla malı daha ucuza alabilirsin,” deyip küçük bir poşet toz uzattım. “Ot içmekten bıkmıştım,” diyerek poşeti cebine sıkıştırdı. Buruşmuş paralar ve bozukluklarla ödeme yapıp bisikletine atladı.        

 

Güvenlik odasına çağrıldığımda Kastrup Havalimanında bir şeylerin ters gittiğini anladım. Olağanüstü bir durum olmasa kapı güvenliğinden kimseyi polis merkezine çağırmazlardı. Odaya merakla girdim. “Aaren senin terörle mücadele geçmişin var. Airfrance uçağından canlı bomba şüphesiyle indirilen genci ve malzemelerini aramanı istiyoruz,” diyen polis merkezi şefiydi. Dosyaları masadan aldım. Şef odadan çıktı. Gençle baş başa kaldım. Adının Ammar olduğunu dosyadan öğrendim. “Ayağa kalk,” dediğimde direnmedi. Susuyordu. Montunu çıkardım.  Kollarını ve bacaklarını açtırdım. Ayak bileğinden yukarı doğru gerekli kontrolleri yaptım. Üzerinden uygun olmayan bir şey çıkmadı. “Oturabilir miyim?” diye sorduğunda nazikti. Başımla onayladım. Çantasını açmadan detektörle kontrol ettim. Metal sinyali almayınca açtım. Eşyaları çıkarıp yere koydum. Dikkatle inceledim. Tehlikeli malzemeye rastlamadım. “Toplayabilirsin,” dedim. Soğukkanlıydı. Eğilip çantasını düzenledi. Pasaportunu verdim. “Teşekkür ederim. Vaktinizi aldım,” deyince şaşırdım. Odadan çıkıp kaygıyla bekleyen şefin yanına yürüdük. “Şef genç temiz. Yanlış anlama olmuş,” deyip dosyayı teslim ettim. Şef gülümsedi. Uçak biletini elime tutuşturup “Ammar’ı uçağa yetiştirelim,” dedi. Bir sonraki uçak perondaydı. Bavullar yükleniyor yolcu girişi yapılıyordu. “Sakinliğine hayran oldum,” derken beraber koridorda perona doğru yürüyorduk. Bana baktı. Gözüyle bulutlara işaret etti. “Beyaz bir bulut rüzgâr nereye götürürse oraya sürüklenir, mücadele etmez,” dedi. Gençle yaptığım kısa yürüyüş ilham vericiydi. Kapıya yaklaştığımızda vedalaştık. Durdum. Yoluna devam etti. Telsizime gelen çağrıyla irkildim. Saha müdürüm “Aaren, Espen’in işten uzaklaştırıldığını unutma. Xray cihazında bekliyoruz,” diye uyardı. Espen işten atılmanın sınırından döndü. Yokluğunda iş yüküm artmıştı.        

 

Espen ve kız arkadaşı Gerda telefonlarıma cevap vermediler. İş çıkışı eve gitmeden Espen’e uğramaya karar verdim. Moralinin bozuk olduğunu tahmin ediyor, ondan daha çok kız arkadaşına endişeleniyordum. Arabaları ev önündeydi. Park ettim. Biçilmemiş çimlere basarak hızla yürüdüm. Perdeler çekilmişti. Elim zile gitmişti ki içeriden gelen bağırmaları duydum. Kulak kabarttım. Espen “Benimle evlenmediği için seni öldüreceğim senin yüzünden cehenneme gireceğim,” dedi. Gerda’nın sesi çıkmayınca pencereden odayı görmeye çalıştım. Kız eli ve ağzı bağlı alı konmuştu.

 

SIRA SENDE;

 

Polisi ararsam zaman kaybederdim. Kendimi topladım. Arka tarafa geçip mutfak kapısından eve girdim. Tezgâhtan büyük bir tava aldım. Salonda “Vaftiz olsan evlenmemiz önünde engel kalmayacak,” derken Espen silahı sallıyordu. Kız sandalyede bağlı ağlamaktan makyajı akmıştı. Espen saçmalarken arkasından yaklaşıp tavayı kafasına yapıştırdım. Silahı düşürdü. Tekmeyle silahı kanepe altına gönderdim. Espen “…” deyip…    

 

Bir elimde top bir elimde bıçak “sınav sonuçların geldi. Bir tane geçer yok,” deyip Eiliv’in odasına girdim. Oğlan öfkeyle “güzel sanatlar lisesine zorla göndermeseydin,” diyerek elimden topu almak istedi. Topu vermedim. Bıçakla gözünün önünde patlattım. Kolumdan tutup odasından çıkarttı. Kapıyı suratıma çarptı.  

Kapıyı yumruklarken Aaren eve geldi. “Şu notlara bak,” deyip kâğıdı verdim.

 

Annem canımı çok sıktı. Elim ayağım titrerken Claus’u aradım. “Sana geliyorum,” dedim. Sinirden konuşamadım. Biriktirdiğim paraları yanıma aldım. Kapıdan çıkamazdım.

 

SIRA SENDE;

 

Britta oğlana çok kızmıştı. Burnundan soluyordu. Banyoya soktum. Elini yüzünü yıkadık. Dolaptan kolonya aldım. Avucuma döktüm. Kokladı. Kendine geldi. Daha sakindi. Not kâğıdını yırtıp çöpe attım. Klozetin kapağını kapatıp oturdum. Eşimi dizime çektim. Britta “…” diyerek…    

 

Varoluşun tekrarı yok. Tekrarsız olana hazır olmak için ALINTIDAN esinlenerek kurmacaya devam et!

 
Toplam blog
: 16
: 62
Kayıt tarihi
: 09.05.15
 
 

1978 yılı Sakarya doğumlu, evli ve bir çocuk babasıyım. Yüksekokul dâhil eğitim hayatımı Sakarya'..