Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Yazarı: Grigoriy Petrov

Grigoriy Spiridonoviç Petrov, 26 Ocak 1866’da Petersburg’un Yamburg kasabasında doğar. Petrov öğrenim hayatına Narv Okulu’nda başlar. Ardından Petersburg’a taşınarak, burada önce din ağırlıklı eğitim veren bir liseyi, daha sonra 1891’de İlahiyat Fakültesini bitirir. Din adamı olduktan sonra eğitim alanını seçer. Genç ve yetenekli bir papaz olarak zamanla başkentin modern ve saygın vaizi haline gelir. Verdiği muhteşem vaazlar ve halka açık konferanslar bütün Petersburg’da ses getirir.

Petrov çocukluğundan itibaren, insanların daha güzel bir hayat yaşamaları için ne yapabileceğinin hayallerini kurar. Halka vaazlar verir. 1900 yıllarına geldiğinde ilk eseri de “İncil Yaşamın Değerindedir” olur. Bu eseri Çince ve Japonca’ya çevrilir. Petrov bu eseriyle dünya çapında bir üne kavuşur. Ama bu denli yükselişi, kilisenin önde gelenlerini rahatsız eder. 1907’de papazlıktan ayrılır. Edebi ve felsefi çalışmalara ağırlık verir. Konuşmalarını ve derslerini ihmal etmeden her gün yazar.

Yazar uzun süre Finlandiya’da kalır. Burada küçük ve geri kalmış bir sömürü ülkesi olan Finlandiya’nın kısa süre içinde, eğitim ve kültür hamlesiyle nasıl kalkındığına şahit olur. Ülkesini ilerletmek arzusunu taşıyan milletlere, bu uğurda nasıl çalışılacağını, neler yapılması gerektiğini gösteren önemli bir eser meydana getirir. Petrov farklı zamanlarda Finlandiya’yı ziyaret eder ve değişik bölgelerinde yaşar. Büyük şehirlerde, göller ve ormanlar arasındaki ücra köylerde bulunur. Finlerin günlük çalışmalarını, yortu günlerindeki oyun ve eğlencelerini gözlemler. Sonuçta, bu milletin müziğini, edebiyatını, resmini, tiyatrosunu ve mimarisini ayrı ayrı inceler. Bu manzaralar karşısında şaşkınlığı gittikçe artar.

Finlandiya’ya yaptığı her yeni yolculuk sırasında, yabancılara karşı dıştan asık yüzlü görünen ama inadına çalışkan olan, kuzeyin bu küçük ve sessiz milletini, takdir etmeye başlar.

Fin milletin hayatında, başlıca iki şeyin anlatılması gereklidir. Birincisi, Rus ihtilaline, yani 1917’ye kadar Finlerin bağımsız hayat yaşamamış olmaları, ikincisi de bu milletin tek ve sivrilmiş büyük adamlar yetiştirmemesidir. Finlerin sahip olduğu büyük kültür ve medeniyet, sadece ve sadece millet fertlerinin çalışmalarının bir ürünüdür.

Finlandiya, İsveç’e bitişiktir. Finler, 1812’e kadar İsveç’in yönetimi altında bulunur. O zamanlar, İsveçlerin Finlere yaklaşımı, Avusturyalıların Voyvodina ve Bosna-Hersek’teki Sırplara yaklaşımı gibidir. Bütün devlet ve yönetim güçleri, ticaret, fabrikalar, okullar ve hatta kiliseler, İsveçlerin kontrolündedir. Bütün yönetici memurlar, yargıçlar, subaylar, rahipler ve öğretmenler, İsveçlilerden seçilir. İsveçliler, Finlileri daha aşağı bir ırktan sayarlar. Finliler İsveçlilerle yasalara göre aynı siyası haklara sahip olsalar da düşünce ve ekonomik yönlerinden geri bırakılmışlardır. Bu tutum, Finlerin kültür yönünden gelişimini ve ilerlemesini olumsuz yönde etkiler. 18. yüzyılın sonlarına, hatta 1840 yılına kadar, Fin kültürü havasız bir odada yetişen bir çiçek gibi zayıf ve soluk kalır. Öyle ki, o zamanlar Finler, biraz okuma ve yazmadan öte bir şey bilmezler.

1808’de Rusya’yla İsveç arasında yapılan savaşta, Rus Çarı I. Aleksandr Finlandiya’nın yarısını aldıktan sonra, Finlerin Borgo şehrinde bir “seyim” yani Fin Millet Meclisi’ni toplar. Ve bütün Suomların temsilcilerinden oluşan bu meclise; “Bundan sonra da İsveçlilerin yönetimi altında mı kalmak istersiniz, yoksa memleketin iç işlerinde bağımsız olması şartıyla Rus yönetimine mi geçmek istersiniz?” diye sorar ve bir karara varmalarını ister. İşte bu karar Fin halkı için büyük bir önem taşır. Bu karar, aydınlık bir geleceğin habercisi gibidir.

Yapılan görüşmeler sonucunda Fin milletinin temsilcileri, Rusya’ya katılmayı kabul eder. Bunun üzerine Çar I. Aleksandr, Finlerin İsveç yönetimi zamanından kalma anayasalarına uyacağına yemin eder.

Finlandiya’nın Rusya’ya katılması, her iki millet için de hayırlı olur. Aslında Finlandiya, yoksul bir ülkedir. Hindistan ve Mısır, İngiltere için ekonomik olarak önemliyken, Finlandiya ve Rusya arasında böyle bir durum söz konusu değildir. Rusya, Finlandiya’yı aldıktan sonra, hiçbir ekonomik gelir elde etmez. Fakat bu ülkenin kendilerine katılması, başka bir yönden Rusların işine gelmiştir.

Asıl sorun, Finlandiya sınırının, Rusya’nın başkenti Petersburg’a yakın olmasıdır. Trenle dört saatlik yolculuktan sonra Finlandiya Petrogd’a ulaşılır. Herhangi bir ulusla meydana gelecek bir savaş sırasında, başkentini tehdit etmesi olasılığı vardır. Rusya, başkenti tehlikeden korumak için Finlandiya topraklarını işgal etmeyi uygun görür. Diğer yönden, iç işlerinin yönetilmesinde bağımsız hale gelen Finler, kendilerine özgü kültür ve uygarlığı ilerletme imkanına sahip olurlar. Rus işgalinden sonra da İsveç halkının büyük bir kısmı, Finlandiya’da kalmayı tercih eder. Bu unsurlar da yeni vatan saydıkları Finlandiya’nın kültürel yönden gelişmesi için, büyük bir çaba göstermeye başlarlar.

İlk zamanlarda, Finlerin aydın sayılabilecek öğretmen, rahip ve gençlerin miktarı, parmakla sayılabilecek kadar azdır. Fakat bu durum, aydınların güçlerinin yok olmasına değil, tam tersine artmasına imkan hazırlar.

Çar I. Aleksandr’ın zamanında, Fin kültürünü geliştirmek isteyenlerin başına, Snelman adında biri geçer. Bu kişi Fin kültürü için büyük bir eğitim mücadelesi başlatır. Snelman dönemin büyük bir bilgini, filozofu ve tanınmış bir siyasetçisidir. Fakat Snelman’ın asıl ünü, Fin kültürünü ortaya çıkaran halk öğretmeni olmasıdır. Snelman ve arkadaşları, “halk öğretmeni” unvanıyla didinerek büyük bir çabayla bataklık ülkesi olan Finlandiya’yı (Suomini) Beyaz Zambaklar Ülkesi’ne çevirirler.

Snelman, yeni yeni oluşan Fin aydınlarının en güzel örneğidir. Birkaç genç öğretmen, papaz, avukat ve memurla birlikte halk kitleleri arasında eğitim ve öğretimin yayılması amacıyla, adeta bir Haçlı Seferi ilan eder. Bu aydın kişiler, topluma şu önemli sözleri söylerler: “Aydın olmak, modaya uygun elbise, şapka ve kolalı gömlek giymek değildir. Aydın kesim, bir milletin beyni gibidir. Millet sizi iyi bir öğrenim gördükten sonra, bir maaşa konasınız, akşamları kahvelerde iskambil veya domino masasının başına geçip eğlenesiniz diye okutmamıştır. Bunu böyle yapanlar, aydın değildir. Bunu yapanlar, aydınların küflenmiş olanlarıdır. Okumuşların hepsi “ulusal zekayı” geliştirmek, “ulusal vicdanı” uyandırmak, “ulusal iradeyi” güçlendirmek zorundadır.” Snelman; köylülere, işçilere ve kasaba halkının alt tabakasına nasıl daha iyi yaşayabileceklerinin öğretilmesi gerektiğini vurgular. O, iyi bir gelecek için büyük bir halk desteğinin gerekliliğini çok iyi bilir ve aydınlara, toplumun önderlerine şöyle seslenir:

“Millete hayatın değerini anlamayı ve korumayı öğretin. Millete nasıl çalışması gerektiğini öğretin. Ucuz ve gösterişsiz olmakla beraber, daha iyi bir yerleşim yerlerinin nasıl yapılabileceğini gösterin. Kendilerinin ve çocuklarının sağlıklarını nasıl koruyacaklarını bildirin. Mutlu bir aile yaşamının nasıl kurulabileceğini, erkeğin kadına ve kadının erkeğe nasıl davranacağını, çocukların nasıl eğitileceğini öğretin.

Milleti, her işi zamanında yapmaya, disiplin ve düzen içinde çalışmaya alıştırın. Kendinin ve başkalarının kişilik haklarına saygılı olmayı öğretin. Bütün bu işlerde, millete örnek olun. Kendi aranızda ve halkla ilişkilerinizde, halkın eğiticisi olun. Bütün Suomi’yi büyük bir aile sayın. Bütün ülkeye o gözle bakın ve unutmayın ki en fakir kömürcü, kantarcı ve hizmetçi dul kadın dahil Fin milletinin bireyi, sizin kardeşinizdir. Toplumu eğiterek tarihi bir geçmişe dayanan milletlerin arasına sokmak, sizin görevinizdir.”

Ne kadar güzel söylemiş Snelman! Bir toplumun temel taşları aydınlar, okumuş insanlar değil midir? Bir toplumun millet olabilmesinde, uygar bir seviyeye gelebilmesinde aktif aydınlara ihtiyaç vardır. Snelman gibi milletinin gelişmesine gönül vermiş insanlar, halkı gelişime davet ederek bütün olumsuzluklara karşın ekonomik, sosyal, kültürel yönden büyük bir çalışma içerisine girerler.

Bir toplumu, milleti, ülkeyi uyandırmak tabi ki pek kolay değildir. Hele ki bu toplum büyük bir ekonomik sıkıntı çekiyorsa söylenenler pek dikkat çekmez. Snelman yılmadan, yorulmadan bir kaos içindeki toplumu aktif hale getirebilmek için sürekli konuşmalar yapar. Kışın “ski” denilen kızak ayakkabılarıyla, ilkbahar ve yazdaysa kayıkla ve bazen de yaya olarak Finlandiya’yı bir uçtan öteki uca kadar dolaşıp halkı aydınlatır. İşte gerçek aydın bu olsa gerek. Halkın böyle büyük bir kurtarıcıya ihtiyacı vardır. Ülkenin değişik yerlerinde; genç, yaşlı, zeki, kişilere rastlayınca, onlarla sohbete girişir, kitap verir, adreslerini alıp onlarla yazışır. İnsanlarla iletişime geçebilmek için her yolu dener. Bir halkı uyandırmak, üretici hale getirmek büyük bir sabır gerektirir. Snelman büyük bir sabır gösterir. Tek gayesi insanların hayatlarını anlamlandırmaktır.

Snelman, her gittiği yerde birkaç konuyu ele alıp onları dinleyenin gözünde canlandırır. Çoğu zaman şöyle der: “Bütün ülkeyi sulamak için bir, iki, üç dere yetmez. En tenha kulübeler bile göl, pınar veya dere gibi bir su kaynağına muhtaçtır. Milletin manevi susuzluğu da bunun gibidir. Her tarafta, milletin doyasıya içebileceği canlı pınarlar bulunmalıdır.” Snelman bu canlı pınarlardan biri gibidir. Susuz olan bir halka bir pınar misali gürül gürül akmak isteyen, eğitime gönül vermiş aydın bir insandır. Snelman, rastladığı zeki kimseleri uyandırır, bilinçlerini açmak için onlarla yazışır. Yazdığı mektuplarda kimini suçlar, kimine öğüt verir, onlara yeni görev verir.

Bir yere gittiğinde, çevresine eğitim arkadaşlarını toplayarak onlarla sohbet eder. Bir sohbetinde şu güzel sözleri sarf eder: “Bakın, kenevirden ip, urgan örüyorlar. Önce çok ince kenevir liflerini alıp ince ipler büküyorlar. Bunların birkaçını birlikte büküp kalın ip yapıyorlar. Birkaç kalın ipi de bükerek büyük gemilerin bağlandığı urganları meydana getiriyorlar. Bizim işimiz de buna benzer. Aydınların dağınık güçlerini bir araya toplayarak, iki milyonluk milletimiz için büyük bir güç meydana getirmeliyiz, ” der. Ne kadar güzel söylemiş!

Snelman bitmek bilmeyen bir enerjiyle halkın her kesimini bilinçlendirmeye devam eder. Papazlara, din adamlarına seslenerek onların da bu yolda mücadele etmesini ister. Rahiplere yalvarırcasına bu yolda halkı aydınlatmak adına girişimlerde bulunmalarını ister. Skolastiğin kalın tabakalarının halkın üzerinden atılması gerektiğini, din adamlarına bildirir. Açık, diri, hayatın içinden bir din anlayışı verilmesini ister. İncilin öğrettiği biçimde, yaşama ihtiyacının, hem gençlerde, hem de ihtiyarlarda uyandırılması gerektiğini, söyler. İnsanların kiliseyle bütünleşip, ortak bir mücadele vermesi, büyük bir önem arz eder.

Dinin halkın üzerinde büyük bir etkisi vardır. İnsanları ortak bir duygu etrafında birleştiren en kutsal duygu, din duygusudur. Snelman bunun için din adamlarına büyük görevlerin düştüğünü bilir. İnsanların o dönemde tek sığınağı kilise ve din adamlarıdır. Onların dilinden çıkan küçük bir söz, halkı derinden etkiler ve harekete geçirir. İnsanların kiliseye olan güvenin devam etmesi de halkın gelişimi açısından önem arz eder. Halkın dini düşüncesinin zayıflaması, sadece kilisenin sorunu değildir. Bu, devlet için de bir tehlikedir. Kitlelerin dinsizliği, belki de halkın en tehlikeli hastalığıdır. Allah’a inanmayan bir gönlün yoksulluğu, ruhen hiçliği seçmesidir. Dinsizlik, halkta kutsal olan her şeyi yok eder. Bunun sonucu, yaşamın hayvanca sürdürülmesi, vicdansızlığın, kaba egoizmin, yağmacılığın, ahlak düşkünlüğünün alıp başını gitmesidir.

Din duygusu, gelişim önünde önemli bir basamaktır. Tabiî ki bu duygunun insanlara doğru aşılanması gerekmektedir. Snelman halk eğitimi içinde yeni, aktif insanlara ihtiyaç duyar. Papazlar Snelman’ın önderliğinde halkı aydınlatmak, bilinçlendirmek için vaazlar vermeye başlarlar. Papazlar halkla yeni bir dille, yeni konular, yeni sorunlar üzerinde konuşurlar. Birçok yerde, papazlar kendi aralarında toplantılar yapıp hep birlikte İncil okur ve onun büyük gerçeklerinin anlamını daha derinden incelerler.

Snelman ve arkadaşları Finlandiya’yı uyandırmak için bütün ümitlerini tek bir şeye bağlamışlardır: GENÇLERİ BİLİNÇLİ ŞEKİLDE EĞİTMEK. Eğitim bir milletin uygarlık anahtarıdır. Bu anahtarı kullanacak gençlerin iyi eğitilmesi gerekmektedir. Bazen Senelman gözlerinin içine baka baka gençleri azarlar. Fakat büyükler, onların hayırsızlığından ve ahlak bozukluğundan söz etmeye başlayınca, her zaman gençleri savunur ve şöyle der: “Gençleri suçlamayın; suçu kendinizde arayın. Siz, gençleri nasıl eğitirseniz, onlar da öyle yetişir. Gençlere verdiğimiz terbiye nedir? Anneler ev işleriyle meşguller; mutfakla, alışverişle, temizlikle, çamaşır yıkamayla. Babalar ise memurluk, ticaret, dükkan veya fabrika işleriyle meşgul olurlar. Geceleri geç vakte kadar zamanlarını kahvehanelerde ve kulüplerde oturarak ve kağıt oynayarak geçirirler. Fakat çocuklarıyla hiç ilgilenmezler; çünkü buna vakitleri yoktur (!)

Çocuklarla vakit geçirmek zor ve yorucu iştir. Onlar çocuklarıyla hiç konuşmazlar, onların yaşayışları ile ilgilenmezler. Vakitleri olduğu zaman çocukları biraz severler; onlara şeker, oyuncak verirler, sonra ise; “Hadi çocuklar, gidin! Kendiniz oynayın!” Bunun manası şudur: Gözümün önünden gidin. Ne istiyorsanız onu yapın. Yeter ki, bizi rahat bırakın. Çocuğun aklı, kalbi, ruhu işlenmemiş bir tarla gibi kalır. Buraya hiçbir şey ekili değildir.

Anne ve babalar ara sıra çocuklara iyilikten, gerçekten, sevgiden bahsetseler bile, bunu donuk, sıkıcı, yabancı kelimelerle söylerler. Çocuk ruhunu ilgilendirecek şeyler yapmak istemezler ve bunu yapamazlar da. Onların hassas kalplerini ısıtamazlar.

Açıkçası, çocuklar ebeveynlerinin yanındayken, sanki bir sürü yabancı teyze ve amcalarla birlikte kendi evlerinde yetim büyürler. Bazı ailelerde çocuklar iyi beslenir; iyi giydirilir; beden sağlığı bakımından iyi bakılır; fakat çocuk ruhunun temizliği, tokluğu ve süsü ihmal edilir. Gerçekten bu şartlar altında büyüyen çocukların çok fena yetişmelerine şaşmamak lazım.

Eğitimli çocuklar, terbiye edilmiş gençler sönmeyen bir meşale gibidir. Bir milletin uyanışında eğitimli gençlere ihtiyaç vardır. Bizleri yarınlara taşıyacak olan bilinçli gençlerdir. Snelman Finlandiya’nın kalkınabilmesini, uygar devletler sahnesinde olabilmesini eğitime bağlamaktadır. Finlandiya gençliği büyük bir azim ile hızlı bir şekilde vatanını geliştirmek için seferber olur.

Snelman Fin halkın gelişimi için kışlaya da el atar. Ordunun eğitici bir kurum olması için, gençleri hayata karşı iyi hazırlaması için bir düzen içinde olması gerektiğini düşünür. Liselerden ve hatta üniversitelerden yüksek dereceyle mezun olanlar, askeri okullara girer, orduya seçilir ve orada beş altı ve on yıl görev yaparlar. Bu arada kendi mesleklerini devam ettirirler. Snelman onların düşüncelerini en iyi şekilde ifade eder; öğrencilerle, genç subaylarla yaptığı görüşmelere gazetede geniş yer verir: “Ordu, halk için en iyi, en asil ve en sorumlu okul olabilir. Unutmayın ki ülkenin bütün ahalisinden ve çoğunlukla ıssız yerlerden genç yaştaki sağlıklı gençleri seçer. Onlar ailelerinden, işlerinden koparak uzun süreliğine kışlalara toplanırlar. Burada onları yedirir, giydirir, bütün eksiklerini karşılarlar. Yapabildiklerinden daha fazla iş yükleseler bile, eve döndükten sonra bu alışkanlıklar onlara fayda sağlar.”

Snelman Fin ordusunun ruhça yeni, alışkanlıkları yönünden, askeri hizmetleri bakımından yeni olması gerektiğini düşünür: “Asker, eğitmem için anavatanın bana gönderdiği küçük, yeteri kadar eğitimli olmayan kardeştir. Ve o eğitimim bitirip, eve döndükten sonra vatan bana soracak: Sen kimi hazırladın? Sana emanet ettiğim yüzlerce ve binlerce genci nasıl yetiştirdin? Subay, askerin sadece ağabeyi değildir. Subay askerin öğretmenidir. Eğitmenidir. Askerin vücudu, kafası, kalbi, gönlü, vicdanı, hayat anlayışı, insanlara, ebeveynlerine, hayata davranışı, bütün bunların hepsi subayın sorumluluğundadır. Fin subayları bu sözler karşısında sorumluluk bilinci içerisine girer. Sadece savaşta değil barış zamanında da halka faydalı olmaları gerektiğini düşünürler. Subaylar bütün askerlerle temasa geçip kışlayı bir okul haline getirirler. Kışla; çevik, dürüst, düzenli, temiz, yardımsever askerler yetiştirmeye başlar. Bu da bir devlet için en büyük hazinedir. Bir devletin en büyük silahı eğitimli askerdir. Subaylar attıkları her adıma dikkat eder ve kışladaki yaşamı düzene sokarlar. İnsan kışladan mutlulukla bahseder hale gelir. Artık her şey değişime uğrar. Kışla bir aile ocağı haline gelir. Okuyan, araştıran, temizliğe dikkat eden bir asker meydana gelir. Askerler toplumun birer sözcüsü halin gelir. Köydeki eğitimsiz kişileri eğitir hale gelir Fin askerleri. Finlandiya’da kendine has bir medeniyet oluşturmak için bütün insanlar tek vücut haline gelir. Bütün ülkede en derin köşelerdeki halkla, kışlalardaki subaylar arasında sıcak manevi bağlar oluşur. Kışlalar büyük dokuma atölyesi haline gelir. Burada yeni, kültürel açıdan sağlam bir halk yaşam keteni üretilir.

Bataklıklar içindeki bir ülkeyi, Beyaz Zambaklar Ülkesi haline getirmek pek de kolay olmamıştır. Snelman ve arkadaşlarının çevresine, yavaş yavaş ama sürekli kültür işçileri ve gönüllüleri katılır. Snelman grubuna, Helsingfors Üniversitesi’nin genç profesörleri, en ücra köylerdeki öğretmenler, iş adamları, fabrika sahipleri, devlet merkezi dışında oturan doktorlar, memurlar ve avukatlar katılır. Bu canlı düşünce, yavaş yavaş Finlandiya’nın her köşesine yayılır. Bu kültür gönüllülerinin çalışmaları, sadece kağıt üzerinde kalmaz. Herkes çalışır ve kelimenin tam anlamıyla birer kültür misyoneri gibi çaba harcar. Üstelik bu çalışmadan ötürü bir çıkar sağlamak, kimsenin aklına gelmez.

Halkın elindeki eski kitapları toplayıp iyilerini seçerek köylere gönderip zamanla bunları değiştirerek daha çok kişinin okumasını sağlarlar. Tek bir amaç vardır, halkı aydınlatmak. Pazar günleri, halkın anlayacağı şekilde edebiyat, sağlık, iktisat ve ahlak konularında seminerler yapılır. Bu işe, bir tutku olarak gönülden sarılan en iyi konferansçılar ve öğretmenler, ülkenin her yanına halkı aydınlatmaya giderler. Bu sayede ülkede bir halk üniversitesi ortaya çıkar ki, bunu profesörlerinin çoğu, iyi birer hatip olan gezici gençlerdir. Bu profesörler, millete çeşitli konularda bilgiler vererek onları uyandırırlar. Konferansları dinleyenler, daha çok bilgi edinmek, memleketin herhangi bir şekilde ilerlemesine ve yükselmesine hizmet etmek isterler. Eskiden zengin Fin halkı, servetlerinin bir kısmını kiliseye veya hayır işlerine bağışlarlar. Millet arasında aydınlatma ve aydınlanma akımları ortaya çıktıktan sonra, ulusal eğitim için büyük vakıflar kurulmaya başlanır. Ülkenin çeşitli yerlerindeki zenginler, evlerini kütüphane, konferans salonu veya halka yönelik eğlence yeri yapılması için bağışlamaya başlar. İşte Fin halkı, eğitimle adım adım bir uygar Fin milleti oluşturmaya başlar.

Snelman, bütün köylülerin, işçilerin, sanatçıların, sözün kısası, en geniş halk tabakasının her yönden aydınlatılmasını, doğru yola yönlendirilip eğitilmesini, hayatının en önemli görevi sayar. Memleket halkının en kalabalık ve asıl kesiminin kültürden yoksun bırakılması, bir cinayettir. Bu, devletin kendi kendini yıkması, yağma etmesi demektir. Bir ülkede yaşayan her bireyin, manevi ve maddi güçlerden yararlanmasını bilmemek, bilememek ve istememek de vahşetin en büyüğüdür. En değerli on milyon ağaçlı bir ormanı gözünüzün önüne getiriniz. Kimse bakmaz, temizlemez ve korumazsa, bu ormanın ne yararı vardır? Koskocaman ağaçlar, fırtınada yıkılır, yağmur sularında çürür. Bu güzel orman, zamanla sıtma yuvası bir bataklığa döner. Saf orman havası yerine, yüzlerce kilometrelik bir alanda sıtma mikropları dolaşmaya başlar.

Ülkedeki çalışan her birey, büyük bir değerdir. Bir ülkedeki sarhoşların sayısını hesaplayın. Eğer terbiye görmüş olsalardı, bunların her biri ülkemiz için, millet için çalışan birer güç olur. Snelman geri kalmış ülkeleri ancak fedakar ve milliyetçi insanların kurtaracağını düşünür. Fedakar Fin halkı bir araya gelerek hiçbir köyü okulsuz ve okuma odasız bırakmaz. Her köylünün, balıkçının, kantarcının kulübesini bilgi ışığıyla aydınlatırlar. Küçük çocuklardan yeni, güçlü, okumuş ve soylu bir kuşak yetiştirilir.

Bir avuç aydın ve din adamı karış karış her köyü gezip gönül tokluğu ve özverili çalışmalarıyla insanları motive ederek kalkınma hamlesi başlatır. Bir devletin kalkınmasında eğitimin önemini kavramış bir avuç insan bir dünya devleti meydana getirir. Güçlü devletlerin temelleri iyi eğitilmiş insanlara dayanır. Ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir uygarlık mücadelesi verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Beyaz Zambaklar Ülkesi, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrilir. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olur. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emreder.

Türk askerleri ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka bu kitabı okumalıdır. Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde, Mutafa Kemal fırtınası Türkiye’ye Beyaz Zambaklar’ı getirmiştir. Tarihte eğitime sırt çevirmeyen milletler uygarlık seviyesinde, dünya siyasetinde ön saflarda olmuşlardır.

Saygılarımla.

 
Toplam blog
: 9
: 1418
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisiyim. ..