Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kuşkayası (Turgut Erbek)

http://blog.milliyet.com.tr/kuskayasi

27 Aralık '06

 
Kategori
Doğal Hayat
 

Beyaz zulüm

Beyaz zulüm
 

Beyaz saflığın, temizliğin, dürüstlüğün ve iyi niyetin sembolü... Kış ayları gelince doğa beyaz, pürüzsüz bir örtüye bürünür. Bazı tatilcilere, günlerin kayak yaparak geçiren tuzukurulara göre bu bulunmaz bir nimet, bazılarına göre ise hayatı zehir eden beyaz bir zulüm.

Doğu Anadolu’da yaşan insanları, köylerinde okul olmadığı için aylarca dondurucu soğukta yürüyerek komşu köye, ilçeye giderken yollarda donup ölen körpe yavruları anlatan hiçbir televizyon kanalı yok. Bu kimin umurunda! Doğudaki hastanelerin birçoğunda doktor, köylerinde ise sağlık ocağı yok. Okulu olan bazı köylerde ise öğretmen açığı var ama görmezden geliyorlar. Çünkü bizim medyamız oraları görmek ve göstermek istemiyor. Bizim medyamız reyting, pastadan büyük dilim kapma peşinde. Kanalları istila eden birbirinden farksız ve birçoğu kültürümüze, aile yapımızı ters düşen programlarla başlayıp, onlarla bitiriyorlar.

Eski günleri anımsıyorum da, yani televizyon yayınlarının olmadığı, radyonun ise bazı evlerde olduğu yılları. Ne güzel günlerdi onlar. Tezek sobasının tatlı sıcağıyla gevşeyen yorgun ve yılgın bedenler minderlere yayılır, buharı tüten tavşankanı çaylar yudumlanarak anlatılacak bir masal heyecanla beklenirdi. Bugünkü kuşak konuşmayı bile unutmuş. Çünkü birbirleriyle konuşmuyor, bir şeyleri paylaşmıyorlar. Günlük konuşmaları beş on sözcüğü geçmiyor. O masallar, halk ozanlarının anlattığı destanlar bizim sözlü edebiyatımızı temel direğiydi. Şimdi öyle mi? Robot gibi gözünü televizyon ekranına dikenler, ocakta yemeğini unutanlar, ahırdaki hayvanın yemini vermeyi geciktirenler, sırtlarına yapışmış karınları ve açlıktan guruldayan mideleriyle bilmeyerek bu programları yapanlara iyilik ediyor, onların daha rahat yaşamalarına ve de göbeklerini şişirmelerine yardımcı oluyorlar.

Altı ay kar altında kalan bölgeler, aylarca hastalarını hastaneye, en yakın kente ulaştıramayanlar hiçbir zaman gündeme gelmezler nedense. Medya patronları, kendilerine ‘aydın!’ diyen kalemşorlar, oralarda insanlar yaşamıyormuş gibi sırça saraylarında rahatlar. Gündemi değiştirmek için birbirleriyle takışır, insanların dikkatini başka şeylere yönlendirmek için yarışırlar.

Görsel medya patronları allayıp pulladıkları programlarla evlerde huzursuzluk çıkarmayı, cahil insanları birbirine düşürmeyi başarıyorlar. Çünkü bunlar sömürü sisteminin vazgeçilmez bir kuralı. Onları oyalamadıkları zaman, boş kalacaklarını ve düşünmeye başlayacaklarını çok iyi biliyorlar. Düşünmek çok tehlikeli bir silahtır. Düşünürse yaşadıklarının bir kader olmadığını anlayacak, nedenini niçinini sorgulamaya başlayacaklar korkusu, nasır bağlamış yüreklerinin bir köşesinde saklıdır hep.

İşleri güçleri, kim kimin altına yatmış, kim kiminle çıkmış, kim ne giymiş, kim ne zaman kiminle çıkacak... Ekranın altından akan bantta ise, ‘baykuş yaz 000’a gönder, melodisi cebinize gelsin’ türünde yazılar gördükçe kan beynime sıçrıyor. İnsanlarımızın ne kadar cahil olduklarını çok iyi biliyorlar. O melodi cebine gelse ne olur, gelmese ne olur? Yüzyıllar boyu bu kesimi farklı şekillerde sömürdükleri, ezdikleri horladıkları yetmiyormuş gibi, şimdi de gözlerinin içini baka baka, ceplerindeki paraları çalıyorlar. Ama bu hırsızlara, bu yüzsüzlere, bu kanı bozuklara dur diyen yok.

Varoşlarda yaşayan insanlar aç, çıplak, işsiz, ilaçsız, yakacaksız... Bir poşet yiyecek yardımı alabilmek için saatlerce soğukta titreşen çocukları, yaşlıları gördükçe gözyaşlarıma, titreyen dudaklarıma sözüm geçmiyor. Boğazıma bir şeyler düğümlenip, soluğumu kesiyor. Bunun sonu nereye varacak? Buna bir çare bulunamadığı takdirde, varoşlarda yaşayan açlar ordusunun kent merkezine inerek yağmaya başlamalarını kaçınılmaz görünüyor. Bunun bilincinde olanlar var mı acaba? ‘Aç it fırın yıkar’ sözünün anlamını bilen var mı?

Kim ne düşünürse düşünsün, kim ne söylerse söylesin, kar yağdığı gün benim içimden ağlamak geliyor. Neden mi? Evsizleri, işsizleri, yakacağı olmayanları, okula gidebilmek için saatlerce yırtık lastiklerle yürüyen öğrencileri, yalın ayak gezen sokak çocuklarını, köşe başlarında bir lokma ekmek için el açanları, donmuş parmakları, soğuktan kızarmış kulakları, burnunun ucuna gelen sümükleriyle ayakkabı boyayan, simit, mendil, çiklet satan çocukları düşünüyorum. Düşündükse kahroluyorum, kahroldukça isyan ediyorum, isyan ettikçe inançlarımı yitiriyorum, inançlarımı yitirdikçe insanlıktan uzaklaşıyorum.

Gelin, bu beyaz zulüm ortalığı kaplamışken, birilerine el uzatalım, yardımcı olalım. Bu hiç de zor değil. Bu amansız, ağzından salyalar akıtan sırtlanlar gibi avını bekleyen kış aylarında, çaresiz insanları mutlu etmek için çaba sarf edelim. Birilerini sevindirelim, yüzlerini güldürelim, paylaşalım, çoğalalım...

 
Toplam blog
: 72
: 1492
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Edebiyata ortaokul yıllarında şiirle merhaba dedim. O yıllarda şiirlerim ve yazılarım yöresel gezete..