Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '11

 
Kategori
Siyaset
 

Beyin Kıvrımlarımıza Egemen Olan "Kirli Savaş"

Beyin Kıvrımlarımıza Egemen Olan "Kirli Savaş"
 

Savaş kelimesinin soğukluğuna, kirliliğine dair nede çok laflar etmişim. Masumane bir duyguyla, masumane bir algıyla, zihnimin kıvrımlarından geçenleri bir bir dökmüşüm bu sayfalara. “Savaş” ve “Ölüm” hakikaten ne kadarda soğuk ve kirli iki kelime.  

Geçtiğimiz hafta PKK’lıların Hakkâri-Çukurca karayolunda patlattıkları bombanın an be an çekimlerini sanal ortamdan izledik. İzlerken pek tabii ki yar yar dehşete kapıldık. Dağın tepe noktalarından bir yerlerde, patlamanın olduğu bölgeyi tam da cepheden gören bir yerlerde çekim yapmış PKK’lılar. Aralarındaki konuşmalar videoya yansıyor. Görüntülerden, askerlerin dehşet içerisinde sağa sola kaçışlarını izliyoruz. “Gücümüzün kanıtı” dercesine bir hoyratlığa tanıklık ediyoruz, o patlama anındaki görüntülere bakarken. Ve bir kez daha savaşın dehşeti, ölümün korkunçluğu zihnimizin bütün kıvrımlarına egemen oluyor.

Ne hazindir ki biz seksen kuşağı çocukları, hep bu görüntülerle büyüdük. Bu görüntüler zihnimizin kıvrımlarına egemen oldu. Yakılan köyleri, öldürülen bebeleri, ağlayan ihtiyarları hep bu ve benzer görüntülerle zihnimize çaktık. Ne kadar sağlıklı olabiliriz ki? Ne kadar yalın bir gözle yaşananları değerlendirebiliriz ki? En nihayetinde insanlar ölüyor işte ve biz sadece ortada kirli bir savaşın olduğunu, türlü hesapların olduğunu dillendirmeye çalışıyoruz. Ama nafile… İşte insanların ölümü ortada…

Bölgede askerlik yapmış ve henüz daha yeni o diyarlardan dönmüş askerlerin anılarını dinlerken, dehşete kapıldığımı çok iyi hatırlıyorum.

“Teröristin dilini kesip, koğuşa astım” diyen, daha 22  yaşında genç bir çocuğun, yaptığını bu denli olağan bir şekilde anlatması tuhaflığın dik alasıydı.

Eşref aklıma geldi.

Eşref’in hayattaki en büyük arzusu askere gitmekti ve ne zaman konu açılsa, “Bir kulak kesip, anahtarlık yapacağım” derdi. Ve ben Eşref’in bu arzusuna dehşetle bakardım. Sessiz ve usulca…

“Anadolu’dan Görünümler” diye bir program dayatmışlardı bizlere. Yakılan köyleri gözümüze gözümüze sokuyor, ağlayanları, öldürülenleri ekranların süsü haline getiriyorlardı. Bir tarafta içi boşaltılmış bir ajitasyon, propaganda, diğer tarafta kiri, yağırı ortalık yere dökülmüş olan iğrenç, mide bulandırıcı bir savaş…

Yıllar yılı Beyoğlu’nu mesken tutan kayıp aileleri… Aslında her bir kayıp bu kirli savaşın bir parçasıydı. Bu toprakların mazlumları bir şekilde ölüyor, öldürülüyor, öldürüyor… Geride kalanlar için ise yaşam daha bir çekilmez hale dönüşüyor. İşte 20 yıla yaklaşan bir mücadelenin kahramanları “Cumartesi Anneleri”.  Kışın soğuğuna, ayazına inat, yazın kavurucu güneşine inat hiç sektirmediler eylemlerini. Kolay mı insanın canından, kanından birisinin akıbetinin peşini bırakması? Katiller bir bir döküyorlar yaptıkları pislikleri ortalık yerlere. Vicdan yaparak hem de. “Beni affedin” diyerek. Ama geride bıraktıkları travmaların hesabını kapatmak kolay mı?

“Savaş” ne kadar iğrenç olursa olsun, ne kadar mide bulandırıcı olursa olsun, barışın kutsallığını hedeflerine koymuş olanların en nihayetinde savaşın ahlaki çerçevesini de çok iyi çizmeleri gerekiyor. Artık anlamalıyız ki bu kirli savaşın galibi yok, mağlubu ise ölümün kucağına düşenlerdir.  O videounun hoyratlığını iyi görmemiz gerekiyor. Ne kadarda “Gücümüzün kanıtıdır” diye yaptıklarıyla övünç duysalarda, bilmeleri gereken en yalın gerçeğin, orada bedenleri parçalananların henüz daha 20 yaşında gencecik çocuklar olduğudur.

Bilinmesi gereken en yalın gerçek bellidir aslında.

Darbeyi yiyen, ölümün ekşimsi tadına bakanlar bu ülkenin mazlum insanlarıdır.

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..