Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Rumikorman (Korman Türkmen)

http://blog.milliyet.com.tr/rumi

17 Ağustos '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Beynimiz hangi renk?

Beynimiz hangi renk?
 

Renklerin oluşumunun en son aşaması insan beyinde gerçekleşir. Gözdeki sinir hücreleri elektrik sinyaline dönüştürülen görüntüleri beyne iletir ve dış dünyada gördüğümüz her şey beyindeki görme merkezinde algılanır.
Beynimizde cisimlerden gelen elektrik sinyalleri deşifre edilmekte ve cisimlerin renkleri ve diğer bütün özellikleri algılar şeklinde oluşmaktadır.

Özellikle renklerin algılanmasında pek çok soru işareti mevcuttur. Elektrik sinyallerinin görme sinirleri yoluyla beyne nasıl iletildiği ve beyinde ne gibi fizyolojik etkiler yarattığı sorularına renk bilimciler henüz cevap verememektedirler. Bildikleri sadece renklerin bir gerçeklik biçiminde algılanmasının içimizde yani beynimizdeki görme merkezinde olduğudur.

Evrendeki 1025'lik bir genişliğe sahip olan ışın yelpazesinin içinde, güneşin yaydığı ışınların tümü çok dar bir bölüme sıkıştırılmıştır. Güneşten yayılan farklı dalga boylarının %70'i, 0.3 mikronla, 1.50 mikron arasındaki çok dar bir sınırın içinde yer alır. Güneş'in ışınlarının neden böyle dar bir aralığa sıkıştırıldığını araştırdığımızda ise karşımıza ilginç bir sonuç çıkar: Dünya üzerindeki canlı yaşamı ve renklerin oluşumunu destekleyecek olan ışınlar, sadece bu aralıkta bulunan ışınlardır.

'Energy and the Atmosphere' adlı kitabında İngiliz fizikçi Ian Campbell, bu üstün tasarımı "inanılmaz derecede şaşırtıcı" olarak nitelendirerek bu noktaya şöyle dikkat çekmektedir: Güneşten yayılan ışınların, Dünya üzerindeki yaşamı desteklemek için gereken çok dar aralığa sıkıştırılmış olması gerçekten çok olağanüstü bir durumdur.

1025'lik elektromanyetik yelpazeden güneşin yansıttığı bu bir birimlik ışın aralığının büyük bir kısmı "görülebilir ışık" olarak adlandırılır. Bu birimin hemen altındaki ve üstündeki aralıkta yer alan ışınlar da yeryüzüne kızıl ötesi ve mor ötesi ışınlar olarak ulaşır. Kızıl ötesi ışınlar ısı dalgaları olarak yeryüzüne ulaşırken mor ötesi ışınlar yüksek enerjili olup canlılar üzerinde zararlı etkiler oluşturabilmektedirler. Kızıl ötesi ışınlar atmosferden geçerek dünyayı canlıların yaşaması için elverişli hale getirecek ısıyı sağlarlar. Mor ötesi ışınlar ise sadece belirli bir oranda yeryüzüne ulaşabilirler. Bu oranın biraz daha fazla olması durumunda canlıların dokuları zarar görür ve ölümlere yol açar. Az olması durumunda ise canlıların ihtiyacı olan enerji sağlanamaz.

Güneşten gelen ışık saniyede 300.000 km gibi müthiş bir hızla yol alarak dünyaya ulaşır. Işığın bu hızı sayesinde her an renkli bir dünya ile karşılaşırız. Peki bu kesintisiz görüntü nasıl gerçekleşir? Atmosferi geçerek müthiş bir hızla yeryüzüne ulaşan ışık yeryüzündeki maddelere çarpar. Işık sahip olduğu dalga boyu sayesinde bu hızla maddelerin atomlarına çarptığında renkleri oluşturacak dalga boylarına ayrılır. Böylece elinizde tuttuğunuz kitap, kitabın satırları, resimleri, dışarı baktığınızda gördüğünüz manzara, ağaçlar, binalar, arabalar, gökyüzü, kuşlar, kediler kısacası gözün gördüğü her şey renklerini yansıtabilirler.

Renklerin yansımasını sağlayan moleküller pigmentlerdir. Yani her maddenin yansıttığı renk, kendisini oluşturan pigment moleküllerine bağlıdır. Her pigment molekülünün atom özellikleri farklıdır. Yani bu moleküllerdeki atomların sayısı, çeşidi ve dizilişleri farklıdır. Birbirlerinden bu şekilde farklılaşan pigmentlere çarpan ışık, farklı renk tonlarının yansımasına neden olur. Ama renk kavramının oluşması için bu da yeterli değildir. Yansıyan ve belli bir renk özelliğini taşıyan ışığın, algılanması ve görülmesi için kendisini algılayacak bir göz sistemine ulaşması gerekir. Maddelerin yansıttıkları ışınların renk olarak algılanmaları için göze ulaşmaları gerekir. Gözün varlığı tek başına yeterli değildir. Işınlar gözden sonra da, gözle uyum içinde çalışan bir beyne ulaşmalıdır.

Göze gelen ışık ışınları önce korneadan, sonra göz bebeğinden, ardından da mercekten geçerek retinaya ulaşırlar. Rengin algılanması retinadaki koni hücrelerinde başlar. Işığın belli renklerine yoğun biçimde reaksiyon veren üç ana koni hücre grubu vardır. Bunlar mavi, yeşil ve kırmızı koniler olarak sınıflandırılırlar. Koni hücrelerinin reaksiyon verdiği kırmızı, mavi ve yeşil; doğada bulunan üç ana renktir. İşte bu üç renge hassas olan koni hücrelerinin farklı oranlarda uyarılmaları sonucunda milyonlarca farklı renk tonu ortaya çıkar. Koni hücreleri algıladıkları bu renk bilgilerini, sahip oldukları pigmentler sayesinde elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bu hücrelere bağlı olan sinir hücreleri de elektrik sinyallerini beyindeki özel bir bölgeye iletirler. İşte hayatımız boyunca gördüğümüz rengarenk dünyamızın oluştuğu yer beyindeki bu birkaç santimetreküplük bölgedir.

Peki renkler insanın beynini, insan yaşamını ve psikolojisini nasıl etkiler? Bizim için renk, cisimlerin özelliklerini belirtmemize, onları daha iyi tanımlamamıza yarayan bir kavramdır. Etrafındaki cisimlerin renklerini teker teker düşünen insan gerçekte ne kadar detaylı bir renk çeşitliliği ile karşı karşıya olduğunu rahatlıkla görecektir.

Kimimiz duygusalız, kimimiz de hiç beklenmedik zamanlarda aşırı tepkiler veriyoruz. Bazılarımız aşkı bile bir matematik problemi çözercesine formüle etmeye çabalarken, bazıları da hayatı organize ederken tam bir hayal âleminde yaşıyor. Söz konusu insan ve davranışları olduğunda, bir bütünlük sağlamak zordur. İşte bu noktada ise devreye, nörologlar ve kişisel gelişim uzmanlarının insan beynine ilişkin araştırmaları giriyor.

Bu konuda ilk çalışmayı yapanlardan biri Ned Herrmann'dır. General Electric Yönetim ve Gelişim Departmanı'nda Kişisel gelişim uzmanı olarak çalışan Ned Herrmann, bir çok insanın neden birbirinden bu denli farklı davranışlar gösterdiğini merak ederek, 1976 yılında insan beyninin nasıl bir sistemle çalıştığını anlamak için 40 yaşından sonra nöroloji okumuş ve sağ ve sol beynin çalışmalarına ilişkin yapılan araştırmalara bir yenisini daha eklemiştir. Herrmann'ın araştırmalarına kadar, insan beyni sağ ve sol lob olarak bilinmekteydi.

Herrmann, beynin iki kesitine boyutsal iki kesit daha ekledi ve insan beynini dörde bölmüş oldu. Yani sağ ön ve arka lob ile sol ön ve arka lob olarak beyni kesitlere ayırdı.

İNSAN BEYNİNDE RENKLERİN ANLAMI:

MAVİ Düşüncede rasyonel, açık, sonuç odaklı bir kişiliğe sahip. Bakış açısı net ve tarafsızdır. Kendini ifade biçimi; sayısal ve problem çözücüdür.

SARI Düşüncede spontandır. Holistik ve heyecanlıdır. Bakış açısı renkli, görsel, bütüne odaklıdır. Kendini ifade biçimi; metafor ve hayalcidir.

YEŞİL Düşüncede seçicidir. Düzenli, bakış açısı detaycı ve bütüncüldür. Kendini ifade biçimi; planlı ve kontrollüdür.

KIRMIZI Düşüncede duygusaldır. Arkadaş ve dosttur. Bakış açısı kendine göredir. Kendini ifade biçimi duygusaldır.

Beyni loblara ayırmak neden gerekiyordu? Zira beynimizin baskın olan lobu, meslek planlama, evlilik terapilerinde eşler arasında uyumu arama, meslek belirleme, iletişim kurma gibi yaşamda etkili ve sağlıklı sonuca gidebilmek için ve bir çok yaşamsal konular açısından önemliydi bu. Ned Herrmann'ı yola çıkaran da bunlardı. Herrmann'ın uyguladığı test 'Hermann Brain Test', 140 cevap seçeneği içeren ve birbirine bağlı sorulardan oluşmaktadır ve bir sorunun devamında ona bağlı bir başka soru vardır. Test bittiğinde sizin tüm tercihleriniz ortaya çıkıyor. Sonuç olarak, halen kullanılan bu teste verilen cevaplar kişinin yaşamsal tercihlerini, hobilerini, garantici mi yoksa kuralsız mı olduğunu, risk alıp alamadığını ortaya çıkartıyor. Ned Herrman bu test sonucunda, ağırlıklı çalışan beyin loblarına da yine psikolojinin renklere getirdiği açıklamalara göre isim vermiş. Psikolojide mavi, analitik ve sorgulayandır, yeşil sağlığı, garantiyi temsil eder, kırmızı, duyguyu ve ihtirası, sarı ise rahatlatıcıdır ve özgürlüğü temsil eder.

Beynin çalışma sistemini belirleyen etkenler:

İnsan beyninde hangi lobun etkin olacağı yüzde 30 oranında doğuştan belirleniyor. Yüzde 70'ini ise sonradan, kazanılıyor ve bizler ailemizin bizi yetiştirmesine göre geliştiriyoruz. Genelde anne ve babamızın baskın lobu neyse, biz de onu geliştiriyoruz. Sonra anaokulu dönemine kadar hayatımızda önemli olan birçok şeyi öğreniyoruz. Bu süreç 7 yaşına kadar tamamlanıyor. Beynimizde hangi lobun baskın çalıştığını bilirsek, karşımızdakiyle ona göre iletişimde bulunabiliriz.

Ned Herrmann'ın yarattığı test olan 'Herrmann Brain Test' ile belirlenen sonuçlarla, insan beyninin hangi lobunun baskın çalıştığı ortaya çıkmakta ve buna göre de insanların kişilik özellikleri şöyle bir seyir izlemektedir:

Mavi loblu insanlar:

Maviler, beyninin sol ön lobu çok iyi kullanabilenlerdir. Analitik olurlar ve her şeyi mantık çerçevesinde değerlendirirler. Yaşamı, aşkı, sevgiyi formüle etmeye çabalarlar. 'Maviler' diğer lobları gelişmiş insanlara oranla sözel iletişimde geri planda olurlar. Bir insanın beyninin çalışması, sadece mavide kalıyorsa, onlardan teknik insanlar çıkar ve onlar için sonuçlara gitmek önemlidir. Rakamlardan çok iyi anladıkları için, rakamsal problemleri olağanüstü hızlı ve başarılı bir şekilde çözerler. Birçok mühendis hep mavilerden çıkar, onlar sınıflardaki en iyi matematik öğrencilerdir. Adrenalin için sarı lobu ağır basanlarla evlenirler. Maviler genelde iş dünyasındaki erkeklerdir. Kadınlar arasından daha az sayıda mavi çıkar. Çok başarılı projeleri olan insanlar olmalarına rağmen, her şeyi formüle ettikleri için, ilişkiyi de formüle ederler ve onlardan iyi yönetici değil, iyi sistem adamı olur. Aşkı bile matematiksel olarak değerlendirip, hayatı basamaklara bölerler. Eğitimde ise fizik-matematik derslerinde çok başarılı olan öğrenciler olurlar.

Yeşil loblu insanlar:

Beyninin sol altını kullananlar ise yeşil lobludurlar. Bir insanda bu bölge çok gelişmişse, çok küçük yaşlarda bile her şeyi kategorize ederler. Oyuncaklarını bile renklerine göre ayırırlar. Çok güzel plan, organizasyon yaparlar. Detaycıdırlar, ödevlerini aksatmazlar, öğretmenlerinin en çalışkanları onlardır. Yeşiller, başarıya gitmede çok iyidir. Zamanla yarışma, teknolojiyi iyi kullanma, plan yapma onlar için kolaydır. Yeşiller söz odaklıdır. Yeşil, hayatını planlar ve bunu değiştirmez, garanticidir. Önümüzdeki yıl ne yapacağını biliyordur. Kesinlikle risk almayı sevmezler, çünkü onların en nefret ettikleri şey problemdir. Problem sevmedikleri için de muhaliflerdir. Yeşiller, problem istemedikleri için detaya girerler. Riskten hoşlanmadıkları için karar verme sürecinde yavaş davranırlar, o nedenle kariyerlerinde gecikirler. Yeşillerden iyi hukukçular, siyasetçiler, satış pazarlamacıları, ekonomistler, doktorlar çıkar.

Kırmızı loblu insanlar:

Beyninin sağ altı çalışanlar kırmızı lobludur. Davranışları düşünsel değil, daha çok duygusaldır. Kırmızılar duygusal ve iyi hitabetçiler, iyi arkadaşlık yaparlar ve takım ruhları vardır. Meslek olarak halkla ilişkiler, sunuculuk yapabilirler. İyi psikologlar ve eğitmenler de kırmızılardan çıkar.

Sarı loblu insanlar:

Beyninin sağ üstü çalışan insanlar. Sarı lob yaratıcı zekâyı simgeliyor. Yaratıcı lobu ağır basanlar, toplumun genelinin duygu, düşünce ve davranışının ötesinde hayatı algılayan, verileri yorumlayan insanlar. Sarılar farklı tasarımları, yaratıcılıkları olan insanlardır. Onların davranışları, düşünceleri farklı olduğu için duygularını da farklı yaşarlar. Sarılar risk alırlar. Hayal kurarlar, yaratıcıdırlar, problem çözerler ve ilişkilerde problem çözücü olurlar. İlişkilere yatırım yaparlar.

 
Toplam blog
: 81
: 9709
Kayıt tarihi
: 01.12.06
 
 

1968 Ankara doğumluyum. Selçuk Üniversitesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatı, Fars Dili ve Edebiyatı Bilim..