Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '12

 
Kategori
Anılar
 

Beyoğlu 6 : Tophane'de ne var?

Beyoğlu 6 : Tophane'de ne var?
 

23. Mart.2012, Cuma

“Sabah Şerifleriniz Hayırlı Olsun Efendim..!”
“Hayırlı Sabahlar Olsun Efendim.!”

Biz hanımla kendi aramızda, böyle Hacıvat Karagöz gibi konuşmaya alışkınız ama ; gençlere bu dili öğretmek çok zor…

Biz ,”Beyoğlu” diye bir seri tutturduk gidiyoruz ama bu işin pek Beyoğlu’la filan  pek ilgisi kalmadı. İstanbul kazan biz kepçe, gez Allah gez, yapıyoruz. Gerçi benim ayaklar artık zor çekiyor ama ne yaparsın, bir iki ağrı kesici yutunca, eklem ağrılarını pek hissetmiyorum.

Cuma sabahı, uyandık… Biraz Üzüm’le dalga geçtik… Üzüm, Mart olmuş ya, tam koca arama zamanı, ortalığı alt üst ediyor… Arada sırada pencereye çıkıp, uluyup duruyor. Biz de onun derdini bilmezlikten gelip; kucağımıza alıp avutmaya çalışıyoruz ama… Tabiat çağırıyor, ne yaparsın... Öteki kedi, Portakal, ciddi bir İran kedisi; daha ağırbaşlı (ameliyatlı)  ve yabancılara karşı hiç müsamahakar değil. Rengi portakal rengi, tüyleri uzun, çok güzel, ama çok hırçın. Yanına biraz yaklaşsak hemen tırnaklarını gösteriyor; hırlamaya başlıyor… biraz daha üzerine gitsek bir güzel dayak yiyeceğiz.

Bunlar boş işler, deyip… “Hanım, bu gün canın nereyi görmek istiyor?”  dediğimde ; “Bilmem bey, sen bilirsin…” der demez… kafamda tilkiler dolaşmaya başladı. Ben biliyorum nereye gideceğimizi. Yine Metro, Taksim, Kabataş, oradan yine Metro ve kendimizi Tophane’de bulduk. Tophane’de sizi ortada müthiş bir mimarlık şaheseri karşılar. Nedir o ? I.Mahmut Çeşmesi … Daha çok Tophane Çeşmesi, diye bilinir.

Tophane Çeşmesi İstanbul’un Tophane Meydanı’nda yer alan Sultan I. Mahmut tarafından 1732 yılında yaptırılmış, Barok tarzda İstanbul’un en yüksek duvarlı bir meydan çeşmesidir. İstanbul’un üçüncü büyük çeşmesidir. Çeşme Gümrük Emini olan Ahmed Ağa tarafından yapılmıştır.

Susuz Çeşmenin envai türlü resimlerini aldıktan sonra; çeşmenin biraz ötesinde bulunan Tophane Kasrı’nın önünden geçerek; Nusretiye camisinin de hatırını sorduktan sonra; sokak aralarından “İstanbul Modern”in önüne çıktık . “İstanbul Modern” İstabul’un son zamanlarındaki kazançlarından biri olan; özellikle Modern Türk Resmi’ne yer verilen çok güzel bir Müze. Ama bizim orayı ziyaretimizin nedeni onu da aşıyordu.

“İstanbul Modern”in yanındaki büyük Pavyon’da “Van Gogh” un resimlerinin projeksiyonlarla gösterildiği ve insanı etkisi altına alan müthiş bir Sergi düzenlenmişti. Temalara uygun müziklerle sunulan resimler bütün mekanı kaplıyor; ve aynı zamanda Van Gogh’un özdeyişleri, mektuplarından pasajlar gösteriliyordu.  Müthiş etkili bir sergiydi.
Ortam iyice karartılmış olduğu için, karanlıkta nereye gittiğimiz farkına varmadan , bir süre körlemesine ilerledik. Bir süre sonra bir sürü banklar olduğunu fark ettik. Banklar üzerinde oturan insanlarla  doluydu. Ama birisinin yanında dikilirken sağolsunlar yine yer verdiler. Oturduk. Gözümüz alıştıktan sonra gördük ki, gençler, nasıl olsa her yere oturmuşlar. Yerler  yapay halı olduğu için , kimi oturmuş, kimi bağdaş kurmuş, kimi de yatmış. Serginin resmini çekmek istedim. Projeksiyonla verilen resmin nasıl resmi çekilir? İşte akıl… Bir iki başarısız girişimden sonra o işten vazgeçtim… Doya doya seyrettik.. Hanıma “Yetti mi gari?” dedim. O da “Yetti…” dedi. Ufak ufak voltamızı aldık.

Bu sözü duyunca hop hop diyeceksiniz ama, bence “Van Gogh” gelmiş, geçmiş dünyanın en büyük “çatlak” ressamı.. Ama iyi ki öyle olmuş. Yoksa bu şaheserleri yaratamazdı… Şimdi onun bütün çabalarına, acılarına bakıp, onu minnetle anıyoruz; insanlığa bu güzel eserleri bıraktığı için…

Dışarıya çıktık acıkmışız… Nerede, ne yenilir? Bazı formüller var ama …O burada olmaz. Atladık Metro’ya Eminönü’ne…Orada Tahtakale’de, İstanbul’un en iyi ciğercisi olan, seyyar tezgah, Şükrü Usta’yı aradık ama , nerede sorduysak, “bir üst sokakta olduğunu” söylediler. Ne yazık ki bulamadık. Hevisimiz kursağımızda kaldı. O zaman ikinci formüle geçtik. Mısır Çarşısı’nın yan tarafındaki  “Kahveci Mehmet Ağa’nın sokağına saptık… “Namlı”nın dükkanını bulduk. Kendisi, İstanbul’un en iyi mezecisidir. Piyasanın vaziyetini onun tezgahından anlayabilirsiniz…Uuuu..Pastırma yine uçmuş… Biz bu pastırmayı anlaşılan, hiç yakalayamıyacağız… Namlı’nın üst katını herkes bilmez. Ama dinlenmek için, hafif yemekler için ve güzel bir çay için has bir yerdir. Kıssadan hisse: Orada “İhsas-ı nefs” yaptık… Ve midelerimizi okşayarak dışarı çıktık. Mısır Çarşısı’nda  bir hayli oyalandıktan sonra, Posta Caddesine doğrulttuk yönümüzü. Ve yanındaki Portakal suyu içtiğimiz Baraka’ya geldik. Önündeki masaya çöktük, portakal sularını ısmarladık. Ben hanımın gözlerinin içine bakarak bir de “Sosisli Sandviç” ısmarladım (midemde her zaman sosisli için ayrı bir yer vardır…) Merak etmeyin…

Sonrası mı … İstanbul’da yer mi kalmadı… Gez Allah gez… Ayakların duruncaya kadar. Benimkisi durunca. O koskoca yolları ters teperek Hacı Osman’a terse forse olduk. Yataklara serildik… Bu akşam öldürseler .. başka bir yere gitmek yok.

Akşam olup, çocuklar eve gelip, Damat : “Bu akşam nereye gülmeye gidiyoruz…” diyince . Ben , “Ben öldüm… Beni saymayın. Siz nereye giderseniz gidin…” Benim hanım ise her zaman “Hazır asker…”  “Bilmem…” demez mi?

O akşam yattığım yeri bilmiyorum. Üzüm gelip , ayağımı yalamak, değil, yese bile bu akşam aldırış etmem… Horrr…!

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..