Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '12

 
Kategori
Anılar
 

Beyoğlu 7 : İstanbul- Sürprizler kenti…

Beyoğlu 7 : İstanbul- Sürprizler kenti…
 

24 Mart.2012, Cumartesi

Günaydın Çocuklar… Günaydın Portakal.. Günaydın Üzüm (Gırnav…) Günaydın Sevgilim…

Bugün Cumartesi. Bugün hep beraberiz… Tatil günü. Ama aynı zamanda, İstanbul’da en son günümüz … Akşama, baş baş yapıp, gemimizle bambaşka diyarlara doğru yol alacağız. (O kadar da değil, ama neyse…)

Kalktık… Günaydınlaştık… Yumurtalı güzel bir kahvaltı yaptık. (Yumurtasız kahvaltıya ben kahvaltı mı derim?) Oh.. Karnımız doydu…

Bugün Cumartesi. Gençlerin kanı kaynıyor… İstanbul’da nereye gideceğiz? O kadar gidecek gezecek yer var ki… Yılların ötesinden Yahya Kemal Beyatlı nasıl sesleniyor..

“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtına kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yâda
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.”

İstanbul böyle. Güzel. Esrarlı. Kendini kolay vermeyen; ama aynı zamanda hemen omuz başlarını gösteren… Bir güzel kent.

Damat. “İtiraf ediyorum, siz İstanbul’u bizden iyi biliyorsunuz. Onun için bugün size tabiyiz; nereye isterseniz, oraya gideceğiz.”demesiyle birlikte teşekkür ettim.
“Peki o zaman dedim… Ne duruyoruz… hadi Metro’ya… Bindik Metro’ya…Taksim, oradan finiküler, indik Kabataş’a…”
Damat , “Buraya kadar geldik, hala açıklamayacak mısınız niyetinizi?” Diye sormasıyla birlikte ayıktım… Çocuklar peşime düşmüşler geliyorlar.

“Siz hiç Kız kulesi’ni yakından gördünüz mü?”  “Yok mu..? O zaman Salacak’a, Kız kulesini seyretmeye gideceğiz. Bakın görün Kız Kulesi ne kadar güzel. Gerçi, benim zamanımda çok daha ince, çok daha beyaz… çok  daha güzeldi ama .. Ne yapalım, artık o da çağa uydu… Biraz obez görünüşlü, biraz fırlak bir yapı oldu çıktı… Ahı gitmiş , vahı kalmış olsa da ; yine de seyretmeye değer. Nasıl olsa,  “Cami yıkılmış ama mihrap yerinde…” Gidip seyredelim, dedim. Bana katıldılar. Onlar da oraya ilk kez gidiyorlarmış…

“Ama ilk önce Üsküdar’a geçmemiz gerekir… Onun için de Beşiktaş’gitmemiz gerekir..” dememle birlikte; Damat, “Hayır baba, buradan Üsküdar’a motorlar kalkıyor..”dedi ve hemen o koca motorlardan birisine bilet alarak, atladık içeri… Güzel bir bir İstanbul sabahında fotograflar çekerek; Boğaziçini aşarak, koca gemilere yol vererek; karşı kıyıya attık kendimizi.
Bir taksiyle Kız kulesi’nin tam karşısındaki Gazino’ların önünde indik. Ya gazino irisi Lokantalardan birine gidip çarpılacağız; ya da … Tam deniz kıyısında ohh.. ne güzel masaları koltukları atmışlar… Yan da Çaycı Hüseyin bağırıp duruyor…Çaylaaaarrr… Oturduk çayımızı ismarladık, Nice fotograflar çektirdik. Benim de üstte olan o tarihi fotografım orada çekilmiştir… Off Allahım ne keyif… Önümüzden koca koca translantikler geçiyor (Yani attıysak o kadar olur… Koca koca gemiler işte..!) Boğaz güzel… Uzaktan Topkapı Saray’ını seyrediyoruz. Hatta yakından bile… Koca dürbünler koymuşlar. 1 liraya beş dakika Boğaz Panoroması serbest… Çok güzel be…

Orasının keyfini çıkardıktan sonra yavaş yavaş.. siya siya  Salacak’tan Üsküdar’a dönmeye başladık. Nice güzel resimler çeke çeke… İstanbul’un güzelliklerine bir kez daha hayran ola ola… Ta Kuşkonmaz Camisinin önüne kadar geldik… Şimdi “Kuşkonmaz Camisi” de neresi diye soracak olursanız, sizin aklınıza şaşarım. Onun bir adı da “Şemsi Paşa Camisi”dir. Kuşkonmaz Camisi, deyin bakalım İNTERNET’e ,o size ne söyleyecektir… Evet, bu caminin üzerine hiç kuş konmazmış… Gerçekten, ben ne kadar bu caminin semtine uğradıysam, bir kez üzerinde “kuş” gördüysem, Arap olayım… Alın size, Valah ve Billah… Kimisi, orası  “Okunmuş, üflenmiş,”  der… kimisi başka şeyler uydurur ama bu camiye, bir türlü kuşları konduramamışlardır. İmkansızdır..

Üsküdar’a geldik; biraz içeri girerseniz burada bir küçük meydan vardır. Meydanın ortasında güzel bir havuz… Havuzun kıyısında oturmak için banklar… Hepsi de doluydu.. Birisinde iki tane yaşlı oturuyor… (Yaşlı dediysem, benden genç ama.. neyse) Ben bizim gençleri kovaladım. “Gidin gezin, dönünce beni buradan alırsınız ..”dedim. Olur, dediler. Ben..
“Selamünaleyküm..”dedim oturdum. Cemaattan..
“Essalamünaleyküm” karşılaması geldi. Artık eminim. Müslüman kardeşlerimin arasındayım. Belliki yandaki caminin namaz saatini bekliyorlar… Hep öyle olur. Birisi Yozgat’lı; birisi Çorum’lu .. Hah ..her ikisine de soracak soru çıktı..

“Hemşerim… Şu sizin Yozgat’ta  Testi kebabını nasıl yaparlar?”
Bir anlattı .. bir anlattı … Ben de ağzımdan sular aka aka, dinledim. Zaten yemek zamanı gelmiş. Sonra Yozgat’lı Turan Abi, Çorum’lu Ahmet Abi’ye  65 yaşı doldurduğunda nasıl otobüs pasosu alacağını öğretti… Bu arada ben de öğrendim.

Neyse o zamana kadar bizimkiler küçük bir tur atıp geldiler. Ve ben karnımın çok acıktığını; Üsküdar’ın belki İstanbul’un en eski lokantalarından birine gideceğimizi söyledim. OK’lediler… ve kısa bir yürüme mesafesinde olan “Kanaat “Lokantasına hep beraber gittik. Kapıda Ala-ü Vala ile karşılandık… Zira beni tanırlar, Padişah soyundan olduğumu bilirler. (Atma Recep din kardeşiyiz..!) Neyse, yemeklere şöyle bir göz attıktan sonra. İlk önce gözü doyurmak gerekir; öyle değil mi efendim… Sonra Kanaat’ın 50 yıllık yaşlı garsonlarına istediklerimizi söyledik. Öyle çok çeşit var ki… Artık herkesi kendi haline bıraktım. Ben bir “Ciğer Sarma” aldım… Genç nesil.. “Baba, o ne…” diyerek, benim ciğerin yarısını kapıştılar. Ama sonunda herkes doydu… Ve çok mutlu oldular …

Oradan Hadi Kadıköy’e … Moda Gazinosuna… Orada da çaylarımızı içtik.. Aşağıya indik tramvayla… Evet, artık yollar ayrılıyor. Çocuklar, eve dönmek için müsaade istediler. Biz Bandırma’ya gitmek için hangi yolu izleyeceğimizi tartıştık. Ben, “Hadi Eminönü gemisine binelim, oradan Sirkeci’yi gideriz, Banliyö treniyle Yenikapı’da ineriz … diye akıl beyan ettiysem de; hanım bu akılları yutmadı. “Bostancı’ya gideriz. Zaten feri oradan kalkacak; ne lüzum var… holdur holdur koşturmaya…”  Beyanıyla birlikte bir Bostancı dolmuşuna atladık ama ha dolmuşa binmişiz, ha eski zaman atlarına… hoplayıp zıplayarak, Bostancı’nın arka taraflarına geldik. Trafik tıkandı. Şoför, bize yolu gösterdi… “İşte buradan iskeleye inersiniz,” dedi. Bavulu yüklendik. Yürü Allah yürü. Bostancı iskelesini görünce bir  “Yahooo..!” çekmişim. İşte o kadar olur.  Arkası… arkası soğan dolması, derler eskiler. Ne demekse?


 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..