Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '17

 
Kategori
İstanbul
 

Beyoğlu'na Doğru

Beyoğlu'na Doğru
 

Beyoğlu deyince sizin de kafanızda ister istemez kravatlı, fötr şapkalı, ceketli tipler beliriyor mu? Bilinçaltımıza nasıl yer etmiş ve ettirmişlerse bu tipleri “Beyoğlu” dendiğinde konunun kıyısında, köşesinde bitiveriyorlar.

Adamın elleri ceplerinde…  Üzerinde ince çizgileri olan bol kesim bir pantolon var. Hatta pantolonu tutan kemer değil lastik askılar! Nostalji gitgide büyüyor.

Ağzında yarı çapkın yarı serseri diyeceğimiz bir tarzda sigarasını tutuyor. Alaycı bir ifadesi var adamın. Birini bekliyor gibi. Kendine çok güvendiği de belli. Kesin çapkın bu kesin! Hâle bakın! Beyoğlu ile yola çıkıp, hayâlinde yarattığı adama “çapkın” damgası yapıştırıp ona kim kızabilir! Ben, ya da herhangi bir KADIN.

Eskiden Beyoğlu’na herkes grand tuvalet çıkarmış. Kravatsız, takım elbisesiz adam görülmezmiş, kadınlar döpiyesleriyle salınırmış, gibi gibi birçok söylenti. Gerçektir illâki. Neden olmasın? İşte bu yüzden olsa gerek aklıma böyle siyah beyaz tipler gelir Beyoğlu deyince. Bu zaman sonrası için düşünürsek oldukça ütopik belki ama anlatılanlar yaşanmış.

Dün akşamüstü gitmiştim ben de. Hem dolaşmak hem de Taksim’de ki sahaf günlerini kaçırmamak için. 1949 baskılı kitaplar gözüme çarptı adım atar atmaz. Balzac’ın bir kitabı ilişti gözüme. Bir kadın bakıyordu kitaba; “ne bakıyorsun bakmasana” dedim içimden. Eline aldı sonra; “ne alıyorsun almasana” dedim tabi onu da içimden… Sayfalarını çeviriyor; “yahu kitap zaten eski kayacak şimdi şirazesi” dedim e tabi içimden… Dediklerimin enerjisi mi yüklendi kadına nedir pat diye bıraktı tezgâha gerisingeri. Kaptım hemen benimmiş gibi! Balzac’ın doyumsuz tasvirleri, insan analizleri, usta anlatımı bir kenara kitap o kadar şekerdi ki… Fiyatı daha da şekerdi tabii tam 5 TL :)

Dolaşmak ve kitabın dışında bir sebep daha doğmuştu aslında Taksim’e giderken. Yurt dışında yaşayan bir arkadaşımla yazışmıştık yol boyunca. Beyoğlu’na gideceğimi yazmıştım. Onun için de gezmemi istemişti. Çok özlediği lahmacundan da illaki bir tane yenilecekti. Ama yağma yok! Çocukluğumdan beri hastası olduğum ıslak hamburgerden ancak çok sonra belki yenilecekti :) Bu arada Terkoz çıkmazından ve Elhamra pasajından parça pinçik birkaç parça kıyafet alınacaktı. Hem de 5 liralıklardan :) olmazsa olmazlarım.

Arkadaşıma yıllardır gelmediği Taksim’den bir fotoğraf attım ilk önce…  Söylediği ilk söz: “yaşlanmış be Taksim” oldu. Birden kötü hissettim kendimi. Tuhaftı sanki söylediği… Ne tuhaflık olabilirdi ki bunda? Haklı değil miydi? Taksimi, İstiklâl’i yaşatan, genç kılan insanlar değil miydi? Mozaik, kültür zenginliği, şu, bu…

Ama yaşlandığı…

Sonra bir simitçi tezgâhının arkasına geçip bir fotoğraf daha çektim. Simit ve açmaların ortasında yakaladığım boşluktan caddeye baktım ve birkaç kare çektim. Sonra dikkatlice baktım resimlere. Biraz daha dikkatli bakınca bir sürü asık yüz gördüm. Birçoğu yere bakıyordu. Birkaç fotoğraf daha çektim. Gülen bir yüz görene kadar çekecektim belli ki. Galata’ya kadar fotoğraf çekerek gittim. Ve en sonunda…

Yokuşun başında…

Nar suyu içen küçük bir çocuğu annesine gülerken yakalayabilmişim…

Yaşlanmışlığı konduramadığım ama mutsuzluğundan emin olduğum güzel meydan ve caddeden Üsküdar’a geçtim usulca…

 

 
Toplam blog
: 47
: 145
Kayıt tarihi
: 24.10.17
 
 

Ege'li biri... ..