Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '14

 
Kategori
Anılar
 

Beyoğlu'nun çatıları...

Beyoğlu'nun çatıları...
 

Rumeli Han'ın çatısı 1932.


II. Abdülhamit (1842-1918) Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. Padişahıdır ve 1876'den 1909'a kadar 33 yıl saltanat sürmüştür.
 
Saray görevlilerinden olan ve daha sonra Cumhuriyet döneminde milletvekilliği de yapan İsmail Müştak Mayakon, ''Yıldız'da neler gördüm?'' adlı anı kitabında, Yıldız Sarayı'nın çalışanları ile Abdülhamit arasında görev yaptığı zamanlarda yaşananları, anlatılarıyla sır olmaktan çıkarır.
 
Kitabın ilk baskısının 68. ve 69. sayfalarında şöyle der İsmail Müştak;
 
Yıldız Sarayı'nda şehzadelerden yaverlere kadar herkes serbestçe 'oruç yer', üstelik de çokları namaz dahi kılmazlardı. 
 
Sultan Abdülhamit'in tüm bunlara göz yummasının sebebi ise adamlarından beklediğinin müslümanlık değil de bendeganlık (kulluk) olmasıydı. 
 
Örneğin, Saray'da Sahip Molla adında dindar hatta mutaassıp bir adam vardı fakat Sultan Hamit sadakatından emin olamadığı için onu sevmezdi. Ne var ki buna mukabil Mabeynci Ragıp Paşa 'rakı yapıp satan, o devirde softaların gözüne batan bir adam olmasına karşın sadakati tam olduğu için Sultan O'na gözbebeği gibi bakardı...''
 
Sarıcazadeler olarak tanınan ailenin iki oğlu Ragıp ve Arif kendilerine farklı tahsil sahaları seçmelerine karşın ileride yolları Sultan Abdülhamit'in yanında kesişecektir.
 
Ragıp Paşa (1857 - 1920), Galatasaray ve Mülkiye'yi bitirdikten sonra aldığı eğitime de uyarak Yıldız Sarayı'na mabeyinci olarak girer. Rumca ve Fransızca, Saray'da Sultan'ın kurduğu ilişkilerde geçer akçedir ve bu bilgisine bağlı olarak da konumu gittikçe yükselir Ragıp'ın. Zaman, onun gücüne güç katar. Kardeşi Arif (Paşa) ise Atina'da tıp eğitimi görmesinin ardından tıpkı ağabeyi gibi Saray'a girmiş ve Sultan'ın özel doktorluğuna kadar da yükselmiştir.
 
Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde Taksim'den Tünel'e giderken, caddenin de aynı zamanda tek camii olan 'Ağa Cami'den hemen önce sağda bugünlerde TKP Beyoğlu İlçe örgütüne de evsahipliği yapan, barok ve ampir uslupla süslü, zeminle birlikte yedi katlı kagir (tuğla) bir bina vardır.
 
Bodos ve Kevork'un odun depolarının olduğu alana, 1800'lerin sonlarında Rumeli Han, Ragıp Paşa'nın talimatı üzerine Prusyalı mimar August Carl Friedrick Jasmund tarafından inşa edilmiştir. 
 
Rebul Eczanesi, Abdullah Efendi Lokantası gibi asırlık marka'ları da ağırlayan ve hepsinin de sahibi olan Ragıp Paşa'nın; Rumeli-Anadolu-Afrika 'tüccar han'ları üçlemesine dahil olan hanının girişindeki yazıda yer alan 1312 sayısına bakarsak, binanın inşaatı 1896 yılında tamamlanmıştır.
 
Ragıp Paşa'nın işleri o günlerde maşallah tıkırındadır. Hani gecikmiş bir temenni olsa da usule uygun olsun diye not düşelim, Allah nazarlardan saklasın, kah maden ocağı kah Tekirdağ yolu üzerindeki sahibi olduğu 'Umurca Rakı Fabrikası' para basmakta, şimdilerin IMF'si tadında, yabancılar adına Osmanlı toprağında vergi tahsilatı yapan düyun-ı umumiye de takır takır 'İçki vergisi' adı altında topladığı 'akçe'lerle kasasını doldurmaktadır.
 
İmar, bugünlerin İstanbul'unda olduğu gibi o yıllarda da Dersaadet'te hiç hız kesmeden, savaşa, halkın yoksulluğuna, devletin kasasında farelerin cirit atmasına, borçların diz boyunu çoktan geçmesine rağmen, devam eder. 
 
Ragıp Paşa da akarı bulunca, bu ticarethane dışında kendisi ve kızı Tevhide Hanım için Caddebostan Sahili'nde de bugün bile varlığını koruyan 'köşkler' inşa ettirir. 
 
Daha sonra Vehbi Koç ve Abidin Dino'nun da yaşayacağı bu köşklerin sahibi Ragıp Paşa, yaptığı binalarla aynı zamanda kardeşine de ilham verince, Sarıca Arif Paşa da Moda'da günümüzün 'Meşhur dondurmacı Ali Usta'nın dükkanın karşına denk gelen yerde kendisine büyük bir köşk yaptırır. 
 
Şimdilerde piyanist Ayşegül SARICA'nın oturduğu bu muhteşem malikane hala yanından geçen herkese içinden ''Ah keşke ben de burada oturabilseydim'' dedirtir.
 
Eh her güzelliğin ve 'masal'ın bir sonu olduğu gibi sefahat de bir gün gelir son bulur. 1909'da İttihat ve Terakki II. Abdülhamit'i Selanik'e sürgüne gönderirken Ragıp Paşa'yı da elbet unutmaz ve O'nu da Midilli'ye sürgün eder. 
 
Bir Ege adası olan Eğriboz doğumlu Ragıp Paşa, başka bir Ege adasına sürülmüştür. 
 
Gerçi bir kaç yıl geçtikten sonra Paşa İstanbul'a döner ama maalesef sağlını kaybetmiş ve mide kanserine yakalanmıştır. Avrupa'ya gider tedavi olur ancak tedavi sonuç vermez ve 1920 yılında, her şeyi geride bırakarak bu dünyadan göçer gider.
 
Çok büyük olduğu su götürmez olmakla beraber Avrupa'nın en büyüğü olduğu özellikle iddia edilen Ragıp Paşa'nın Rumeli Han'ının terası, kimi zamanlar 'Eşkiya' gibi filmlere plato olur, kimi zamanlar da 'rakı'ların su gibi aktığı masalarla dolu restoranlarda konuklarını ağırlar.
 
Fotoğrafın arkasındaki tarih 27 Mayıs 932 . Beyoğlu Rumeli Han taraçasında diye yazıyor. Kadraja takılanlar belki binanın üst katlarındaki dairelerde yaşayan İstanbullular belki de giriş katlarındaki iş yerlerinin, biraz hava alıp çevreyi seyretmek için terasa çıkmış çalışanları.
 
Zaman, fotoğrafın aracılığıyla bizlere; Ne kadar yükselirsen yüksel, Yıldız Sarayı'ndan ekmek yiyip, İstanbul Boğazı'nın serin sularından Moda'ya, Caddebostan'a ulaşıp yalılar, köşkler de yaptırsan, gün gelir saltanat kayığından inip imamın kayığına binersin mesajını iletiyor gibi...
 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..