Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '07

 
Kategori
Gezi Rehberleri
 

Beyoğlunda bir akşam

15 Aralık sabah dört otuzda kalktım altı uçağıyla İstanbul ‘a, yedi civarı alandayım. Daha randevuma üç saat var. Starbucks Cafe’de birkaç saat geçirip randevuma ulaştım. Bir sınava gireceğim, neyse öğleyin sınavım bitti. İstanbul yakasına geçmeliyim, Bostancı’ya taksiyle Ataşehir’den yarım saatte indim, bir saatte de Beşiktaş’a geçtim. Dolmuş’ta yanımda oturan Ali Aydın Bey’le sohbete daldık, gideceğim adresi şoföre sordum bilemedi, cep bilgisayarımdan adresi girip harita üzerinden Ali Bey’le bulduk .A li Bey tekstil sektöründen yeni emekli olmuş ilk emekli maaşını bu ay alacak.

“Niçin bu kadar erken emekli oldunuz?”

“Geç bile kaldım, patronlar dünyanın neresinde, hangi tepede olursanız olun , sizi malı gibi görüyor, insan olmanız, insan olarak kabul edilmeniz o kadar zor ki artık dayanamadım.”

“Şimdi ne yapacaksınız?”

“Bisiklete bineceğim. Gün boyu bisiklete binecem”

“İstanbul’da var mı öyle rahatça bisiklet kullanılacak yer?”

“Var, var, iyi kötü sahil yolunda var."

“Geçenlerde Mersin’deydim. Sanırım Türkiye’nin en uzun bisiklet yolu tam 17 kilometre...”

“Eski İstanbul ne güzeldi... Bakın şu trafiğe, İstanbul’da en son kaldırılan tramvay hattı burasıdır Ortaköy - Karaköy hattı , önce kaldırılıyor, şimdi yeniden yapılıyor. Sizin şurada inmeniz lazım, Ortaköy’e giden yola dönün biraz ileriden yukarı çıkacaksınız, hoşça kalın!”

Beşiktaş’tan Ortaköy’e dönünce cadde üzerinde bir manava sordum

“Serencebey Yokuşu ne tarafta?”

“Valla bilmiyorum Abi ben yeni açtım burayı”

Başka bir esnafa sordum tarif etti. Serencebey Yokuşu da yokuş hani sıkı bir performans lazım, sağa dönünce Çitlembik Sokak ‘ta arkadaşımın ofisine geldim. Arkadaşım yeni Bursa’dan taşındı, oradaki işini İstanbul'a taşıdı .İki daire tutmuş yan yana biri ofis danışmanlık ve eğitim işleri yapıyor, yan daire de evi, bina dıştan bir şeye benzemiyor ama içeri girince asırlık bir çam ağacı balkona uzanmış ve Boğaz’la iç içesin, evde perde bile kullanmaya gerek yok masmaviydi deniz ve gökyüzü.

Beşiktaş’tan taksiye bindim, taksi leş gibi, adam leş gibi:

“Abi bu trafikte yaşanmaz, günde altı yüz araç çıkıyor İstanbul trafiğine, ne yapalım ekmek hesabı taksinin sahibi Hacı kahvede oturur akşama hasılatı bekler. Geçenlerde arabayı tamire götürdük, servisle bir oyun yaptık hesabı 600 milyon şişirdik, Hacı beyninden vurulmuşa döndü, öğle vakti serviste yemeğe buyur ettiler açık büfe Hacı’ya baktım tam altı tabak yemek salata almış valla utandım çıktım dışarı.”

“Yahu dur benim oteli geçtik!”

“Kusura bakma abi lafa daldık”

Otel Tarlabaşı’nda bu otelde ilk kalıyorum, Arap turistlerle dolu lobi. Otelin solunda İngiliz Elçiliği sağında Pera Palas , girişimi yaptım Haliç’e bakan bir oda verdiler. Kendimi attım dışarı, Elçiliğin yanından Galatasaray’a girdim. Elçiliğin karşısındaki Pasaja girdim, bir avluya çıkıyor sağlı sollu küçük dükkanlarda incik boncuk, bere atkı, gençlere yönelik şeyler, küçük bir çay ocağına daldım. Haco Pulo Cafe, birkaç tabure var o kadar, bir hanım çalıştırıyor çay ocağını. İlerdeki masada çarşı esnafı tavlaya oturmuşlar.

“Yahu nerede bu Peker Usta” diye çıkıştı saklı biri, birazdan kapı açıldı

“Yeldim Hacı Bey, beni istetmişsin”

“Otur bakalım şuraya, siz de bir tavla verin bakayım”

“Abi vaktim yok sadece beş oynarım”

“Tamam , tamam verin bakalım bize iki zıkkımın kökü”

Zıkkımın kökü, portakal suyuymuş meğer... Başladılar garip bir tavla oyununa , bu oyunun adı esir imiş.

“Buranın adı neden Haco Pulo”

“Burası aslında Hazzo Pulo ailesine aitmiş, zamanla söyleniş Haco Pulo oldu. Burası 1872’de yapılmış”

Daracık Sokaktan küçücük dükkancıkların arasından geçince İstiklal caddesine çıkınca tam karşıda Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi, galeride Mehmet Güleryüz’ün heykel sergisi var, serginin konusu “oradan oraya” , ilgi fena değil.

Karşısına geçince El Hamra Pasajı , pasaj içindeki dükkanlarda pek kimse yok, çay ocağına girdim.

“Bay Momo buralarda mı?” diye sordum.

“ O da kim Abi tanımıyorum, ben yeniyim.”

“Ya şurada birinci kattaki kumaşçı vardı.”

“Abi o işi bıraktı Büyük Ada’da oturuyor”

“ Peki biliyor musun bu han ne zaman yapılmış, ”

“Ben ne bileyim abi, bak şurada yazıyor bu çay ocağı 1933’de kurulmuş, benim bildiğim bu...”

El Hamra yanında Suriye Pasajı o da öyle terk edilmiş gibi, Cadde’nin her yanı neredeyse Starbucks bir iki üç belki dört beş yerde ve diğer kahve markaları. Suriye Pasajından Galata , Pera yönüne doğru yürüyorum, Şark Aynalı Çarşı’da Dart diye Elektronik alışveriş Merkezi açılmış çarşının tüm güzelliği kaybolmuş bence. Şark Aynalı Çarşının tam girişinde Markiz Pastanesi , Markizde bir kahve içmeden geçmeyeyim dedim ama içerde oturacak yer yok. Duvarlarında iki seramik tablo İlkbahar ve Sonbahar önünde Vişneli Pasta eşliğinde bir kahve içmeyi özlemiştim oysa. Kapıda bir Beyefendi elinde küçük bir çanta , başında fotür şapkasıyla, kocaman kafası olan bir adam,

“İsterseniz biraz ileride sokak aralarında kahveler , çay ocakları var , buyurun beraber gidelim”

“Buyurun efendim, burada mı yaşıyorsunuz”

“Evet şu ilerde yaşadım bir zamanlar Narmanlı Han’da yaşamıştım “

“Ben sizi yolunuzdan alıkoymamayım zahmet etmeyin”

“Peki iyi günler beyefendi...” diyerek uzaklaştı.

Narmanlı Han girişinde koca koca sütunlar avlu içinde bir ev, girişte sağlı sollu iki büfe var. Kağıt mendil alayım dedim hava soğudu. Birinde mendil yok birinde de sıra var, ne sırası sayısal loto ve bahis sırası.

Narmanlı Han girişinde küçük bir pirinç levha “Ahmet Hamdi Tanpınar 1902-1962, 1944’den 1951’e kadar burada yaşadı.”

Hanın girişinde İstiklal Eczanesi kuruluş 1960, tam çaprazında Tünel Kitabevi , cadde kadar eski, yol buradan ikiye ayrılıyor. Biri Galata Kulesine ve Tünel’e biri de Pera Palas’a döner. Ben caddeden geri dönüp İstiklal Caddesinin Hanlarını , Pasajlarını göreyim istedim. Taksim’e doğru döndüm. Sağ kolda Union Han, Hidivyal Palas, Santa Maria Han önünde sokak müzisyenleri, geçiyorum Robinson Courusse , Turhol Han, Merkez Han, Tan Han, Beyoğlu Han’ı geçince Yapı Kredi Kültür Merkezi önünden Sultan-ı İdadi ‘ye ( Galatasaray Lisesi) gelince kardeşim aradı.

“ Halep Çarşısında buluşalım mı? Beyoğlu Sinemasının alt katındaki çay ocağına gel, caddenin solunda Çiçek Pasajı, geçince Tarihi Tokatlıyan Han onu geçince Halep Çarşısı, alt katta kafe çay ocağı.”

Halep çarşısının alt katında Beyoğlu Sineması, kardeşim ve bir arkadaşı, ben bu kişiyi tanıyorum bir yerden, bizim okulun Tiyatro bölümünden tanış çıktık, sohbet muhabbet... Kardeşim Keman Sanatçısı 3 Ocak’ta yukarı kattaki Ses Sinemasına bir konseri olacak, Ses Sinemasını Ferhan Şensoy kiralamış konsere destek veriyor, bu akşamki gösterisine bizi de davet ediyormuş

“ Gidelim mi?

“ Gidelim ama önce bir yemek yiyelim bugün hiçbir şey yemedim”

Ağa Cami yanındaki sokağa girince Hacı Abdullah Lokantası kuruluş 1888. Sultan Abdülhamit vermiş beratını, tereyağı Urfa’dan , sızma zeytinyağını Edremit’ten getirtiyor, turşularını, kompostolarını kendisi yapıyor.Her taraf pırıl pırıl.Menü çok zengin. Benim seçimim ;Sebze çorbası, Hacı Abdullah Tabağı içinde her et yemeğinden birer parça, keşkek tereyağlı, perde pilavı, zeytinyağlı tabağı, böğürtlen, ayva, armut karışık komposto, üstüne kaymaklı ayva tatlısı ve yanında taze sıkılmış zivzik nar suyu , afiyet olsun haydi bakalım şifa niyetine.

Lezzetçi arkadaşım Doktor Sümer’i aradım, menüyü saydım.“Bütün bunları yemeyi düşünmüyorsun herhalde?”

“Yok, yok, çorba, keşkek ve nar suyu sadece”

Saat sekizde gösteri başlayacak. Ses Sineması girişinde tiyatronun müdürü karşıladı.

“Burası 1855’de kurulmuş, Pera

İçeriye geçiyoruz, her taraf kıpkırmızı, halılar, perde, koltuklar.İki katlı loca katı var, sahneyi tam karşıdan gören ana loca Padişah’ın Locasıymış. Ortaoyunun Tiyatro Tarihimiz içindeki devrilen kavukları Hasan Efendi’den İsmail Dümbüllü’ye, Dümbüllü’den Münir Özkul’dan Ferhan Şensoy’a... Perdenin tam orta yerinden de nazar boncuğu sarkıyor. Ferhan’ın eski tadı yok ses bozulmuş, onun da tadı kaçmış.

“Bugün evden çıkasım yok, telefonu açasım yok.

Rakımız var, içesim yok.

Düm teka düm, düm tek”

Ayakta alkışladık doya doya , o da bir gül fırlattı havada yakaladım, kime vereyim ki bu tek gülü , kardeşimim arkadaşı Kız arkadaşı ile gelmiş, e ona yakışırdı.

Ayrıldım, biraz daha yürümek istedim, yine Galatasaray Lisesi önü çocuklar horon tepiyorlar tulum eşliğinde, Çiçek Pasajını bir dolaştım.Tiyatro sonunda ayrıldım kardeşimden ve arkadaşından.Beyoğlu’na doyamadım Çiçek Pasajı’nı dolaştım tanıdık bildik yerler Balık Pazarı sıra sıra kokoreçciler canım çekse de yiyemiyorum. Ayvalık Tostcusu köşede ben en iyisi Mado’ya oturayım.Sıcak bir sahlep istedim, çok hoş sahlebin yanında acı badem de getiriyorlar. Çıktım otele döneyim , yorgunluktan ölüyorum. Birkaç durak daha yapalım sokakları geçiyorum Olivya Geçidine geldim bir kalabalık Rejans’ın önünde...

“Ne oluyor, ne var?”

“Gazi Paşa içerde halk onu bekliyor”

Kapısına yaklaştım.

“Bir kahve içebilir miyim”

“Yalnızca yemek için servis açabiliriz, zaten bu akşam alamayız, içerde Gazi var.”

Şöyle bir göz attım, Madam Vera servis yapıyor başka kimseyi masaya yaklaştırmıyor bizzat Vera serviste. Paşanın sofrasında Çallı İbrahim ve Muhsin Ertuğrul var masanın diğer köşesine Agatha Cristine ile Franz Von Papen ve Çetin Altan ilişmiş, menüde borç çorbası, piroşki, kievski, böf straganof, Mereng kestane tatlısı ile Sarı Votka. Başka bir zamana bıraktım Rejans’ı otele doğru yürüyorum Galata Mevlevihanesi önünde bir Mevlevi ile Bektaşi sohbet ediyorlar Bektaşi Mevlevi’ye soruyor.

“Nedir bu uzun kollu , geniş ağızlı elbiseler içinde ne oluyor yani”

Mevlevi diyorki;

“Bizim gömleğimiz insanların kusurlarını örtmek için uzun kollu ve geniştir de nedir erenler sendeki bu hal yakasız yensiz gömlek”

“Biz” diyor Bektaşi”

“Biz kusur görmeyiz ki insanlarda gömleğimizin yeni olsun”

Odama geldim. Haliç’e bakıyorum, Süleymaniye ışıl ışıl, Balat , Fener , Kariye Cami, taa uzakta Topkapı bile görünüyor, sağda Piyer Loti Tepesi , dilime takıldı.

“Bin bir direkli Haliç’inde akşamlar

Adalarında vapur

Süleymaniyende bahar

Ey , sen ne güzelsin , ,

Kavgamızın şehrin İstanbul…İstanbul”

Sabah geçiyorum havaalanına doğru yeniden Beyoğlu, yine tıklım tıklım anladım ki; İstanbul’da uyunmaz, İstanbul uyumaz

Kemal Gültekin

 
Toplam blog
: 17
: 7229
Kayıt tarihi
: 29.09.07
 
 

Fırtına arıyorum; sanki fırtınada dinginlik bulacağım. Gezip gördüklerimi ve deneyimlediklerimi  ..