Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '07

 
Kategori
Felsefe
 

Biat kültürü, gizli muhafazakârlık ve unvan

Biat kültürü, gizli muhafazakârlık ve unvan
 

Evet, Sevgili Dostlar hatırlayacaksınızdır, başlıkta yer alan terimlerden son iki tanesini yıllardan bu yana kullanırım yazılarımda veya sizlerle yüz yüze yaptığım konuşmalarımda. İlk sırada yer alan terim ise bugünlerde moda olan bir ifade halini aldı ve bugün yaşadığım bir olaydan ötürü de bu üç ifadeyi bir araya getirerek bir durum analizi yapmaya, yaşanan bu çarpık durumun kimlere neleri getirirken, kimlerden neleri götürdüğüne değinmek istedim. Aslında bu kavramlardan ortaya çıkan yaşama şekline kısaca Ortadoğululuk da diyebiliriz. Aşağıda yer alan yazımdaki ayrıntıları okurken, lütfen, ifadelerde yer alan düşünceleri kendi içinde bulunduğunuz durumu değerlendirmek için de kullanın ve neden bu durumda olmuş olabileceğiniz sorusuna yanıt aramaya çalışın ve doğru yanıtlara ulaştıkça, rahatladığınızı hissetmeye başlayacağınızdan adınız gibi emin olabilirsiniz. Ama yok hâlâ bu değerlendirmeyi yapamayacak kadar bencillik ve de kendini beğenmişlik batağına saplanmışsanız sizin için hiç umut yoktur ve sizin gibilerin yapacağı en iyi şey, bir topluma liderlik etme çabasından vazgeçerek, en azından topluma bugüne kadar verdiğiniz zarardan daha fazlasını vermemek olacaktır. Siz yapmazsanız dahi sistem artık bunu kendisi yapmaya başlayacaktır.

“Neden Ortadoğululuk? Nedir Ortadoğululuğun başlangıç noktası? Nedir Ortadoğululuğun can alıcı ayrıntısı?” türünden sorular soracak olursanız, bu soruya kısaca “<ı>Biat Kültürü” şeklinde bir yanıt vereceğim. Yani, kendinden güçlüye, kendinden yaşça ve makamca büyüğe mutlak anlamda itaat, söylenenlerin dışına çıkmama şeklinde de özetlenebilir biraz daha açacak olursak. Buram buram biat kültürü kokan bir yapıya bürünmüş, yani, Ortadoğululaşmış ülkemizde, çeşitli unvan, makam ya da sahip olunan manevi katmanlara göre (tarikat yapılanması içinde) sınıflandırmalar kolaylıkla yapılmaktadır. Bunun sonucu olarak da, kölelikten kurtulmak için savaşıp duran insanlar, başarıyı elde ettiklerinde de kendilerine köleler aramanın yollarını araştırırlar yoğun bir biçimde. “Yaşın daha çok genç, dur bakalım sen büyü de gel!”, “Sen büyüğünle nasıl konuşuyorsun öyle?” veya “Sen benim unvanıma ve makamıma nasıl saygı göstermezsin?” türünden cümleler yıllardan bu yana Türkiye’de en yoğun bir biçimde kullanılır olmuşlardır. Hatta ve hatta, neredeyse kutsal kitaplardaki cümlelerden de daha sıklıkla kullanılır hale gelmişlerdir. “Akıl yaşta değil baştadır” şeklinde ifadeler kullanan atalara sahip olduğumuz ve 1980 sonrasında Özalizmin büyüsünde yol alan ülkemizde, alınan unvan ve makamların nasıl alındığı aşikar olduğu halde, kişilik bozukluklarımızı örtmek için insanlarla bu şekilde ilişki kurmakta hiç sakınca görmemişizdir. Burada çok açık ve de net bir biçimde şu tespiti dillendirebiliriz diye düşünüyorum; “<ı>Bu tür ifadeler ve de davranış şekilleri, kişiliği zayıf, az gelişmiş, kendisine güvenmeyen, hayatında bir tarafı hep eksik olmuş zavallıların sığındıkları limanlar olarak önümüze çıkmaktadırlar. Yani, aklını kullanması bugüne kadar hep birileri tarafından engellendiğinden, kendisine mutsuz bir Dünyanın temellerini atmak zorunda kalmış olan ve bunun acısını çıkarmak için de karşıdakini ezmek için unvanını ya da parasını kullanan zavallıların uğradıkları limanlar”.

<ı>Gizli Muhafazakârlık ise <ı>Biat Kültürü içerisinde büyümüş ve kendisine bir hayat kurmuş olan zavallı insanların, ilerici, modern, demokrat, aydın, düşünen ve hatta ve hatta Atatürkçü bir insan gibi görünerek (zaten toplumda bölücü, dincisi dahi kendisini Atatürkçü gibi göstermeye çalışır), ortada dolaşıp, içerisine düştükleri zavallılıklarının üstünü örtme çabası şeklinde ifade edilebilir. Bence bu türleri diğerlerinden çok daha tehlikelidir. İşin en acı tarafı da bu tür insanların, kendilerini aydın olarak görülen tarafta gizleyebilme durumunda olmalarıdır. Bu tür insanlar açık seçik olarak <ı>Biat Kültürü’ne sahip olan insanlardan çok daha tehlikelilerdirler, şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu sistemin işleyişi açısından. Çünkü bunlar sisteme dahi müdahale edebilecek mevzilere çok kolaylıkla ulaşabilirler ve bunun sonucunda da, sistemin işleyişine zarar verip sistemdeki çürümeye önemli katkılarda bulunmuş olurlar. Darılmak, incinmek, kırılmak yok ama şunu da açık açık söylemek zorundayım; “benim gözümde, <ı>Biat Kültürü’nün <ı>Gizli Muhafazakârlık şeklinde en yoğun yaşandıkları yerlerden birisi de, batıda aydınlanma hareketlerinin öncüleri olmuş olan ve benim de mensubu bulunduğum üniversitelerdir”. Bu durumu özellikle devlet üniversitelerinde sıklıkla görüyoruz. Aslına bakacak olursak, Üniversiteler <ı>Biat Kültüründen en az etkilenmesi gereken yerler olmalılardır. Oralarda unvan, makam ve mevki şeklinde kendisini gösteren ve bazılarının ağızlarına “akademik hiyerarşi” olarak sakız ettikleri çarpık yapı hakim olmamalıdır. Yani, yukarıda ifade ettiğim sorunlu geçmişlerinin, içinde boğuldukları <ı>Biat Kültürünün acılarının üzerini geçici de olsa örten yaklaşımlardan arındırılmış olması gereken devlet kurumlarının en önde gelenleriden olmalılardır aslında. Üniversiteliler için en önemli ve saygıdeğer unvan sağlıklı, dürüst ve amacına uygun olarak yapılan bir doktora çalışması sonucunda elde edilen “doktora derecesi” olmalıdır.

<ı>Biat Kültürü’nden çıkıp gelmiş, aslında zavallı olan ama aramızda ilerici, modern, demokrat, aydın, düşünen ve hatta ve hatta Atatürkçü görünerek dolaşan ve açık muhafazakârlardan daha tehlikeli olan <ı>Gizli Muhafazakârların kullandıkları en etkili silahtır <ı>Unvan. Çünkü 1980’den sonra soludukları havada bolca bulunan ve de altında ezildikleri <ı>Biat Kültürü’nün etkisiyle içine girdikleri çukurdan çıkmak için bir <ı>Unvan’ın üzerine basmaları gerektiğini düşünürler. Ancak şu noktayı ayırt edemezler, o çukurdan çıkan hep Unvan’ı daha yüksek ya da parası daha bol olan kişiler olmaktadır. Mutlak surette de, <ı>Unvan’ı daha yüksek olan birisi olacağından bir ömür geçer gider o çukurdan çıkmadan ve son nefeste dahi çıkmak için çırpınmaya devam ederek. O nedenden, toplumsal bir düzen için, toplumda yaşayan her bir ferdin mutlu olup, geleceğe umutla bakabilmesi ve üretime katkıda bulunabilmesi için ne yazık ki 1980 sonrasında içleri boşaltılan unvan ve makamlara sığınmak yerine, içerisine düşülen çukurdan toplum olarak nasıl çıkabiliriz ona kafa yormamız gerekir diye düşünüyorum.

Burada sizlerle bugünlerde elimde olan Mehmet Öğütçü’ye ait olan “2023 Türkiye Yol Haritası” isimli kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum bu yukarıda yazdıklarımla yakından ilgili olduğunu düşündüğüm. Sayın Öğütçü kitabında şöyle diyor: “<ı>Kabul etmek gerekir ki Türkiye yönetmesi zor bir ülke. Hem ekonomide hem dış politikada hem de toplum dokusunda ciddi meydan okumalar var. Ülkenin mevcut temel sorunları, sanılanın aksine, sadece dış borç geri ödemeleri, güvenlik, uluslararası rekabet gücünün azalması, demokratik özgürlükler, siyasal İslam, PKK terörü, dış bağımlılığın – karşılıklı bağımlılık sınırlarının ötesinde – artması, AB’ne katılım sürecindeki zafiyetler ile de sınırlı değil.

<ı>Türkiye, bunlardan daha önemli ve biri diğeri ile bağlantılı dört temel sorun ile karşı karşıya:

· <ı>Sahip olduğu kaynakları akıllıca yönetememesi;

· <ı>Uzun vadeli stratejik uzak görüşlülük çerçevesinde çözüm üretme, öngörü ve uygulama kapasitesinin yeterince gelişmemesi;

· <ı>Toplumun her kesiminde değerler sisteminin aşınmasından kaynaklanan güven eksikliği ve

· <ı>Diğer üç sorunu da besleyen eğitimde kalitesizlik ve amaçsızlık

Evet Sevgili Dostlar, bence Sayın Mehmet Öğütçü’nün kitabında yer alan ve daha önemli olarak adlandırdığı bu sorunlardan son iki tanesi, Özalizm Felsefesinin zayıf noktalarıydı ve de ne yazık ki en sonda yer alan bu iki nokta ülkemizin sürekli patinaj atmasına neden olan ortamı yaratmaktadır. <ı>Biat Kültürü ve Gizli <ı>Muhafazakârlığın turnusol kâğıdı olarak ortaya çıkan <ı>Unvan saplantısını da bu maddelerden son ikisi içerisinde değerlendirip, bu tür saplantıların sistemin sorunlarını çözmek yerine, insanları mutsuzlaştırıp üretimlerini azaltıp, geleceğe dönük planları yapıp stratejiler yapmalarını engelleyen önemli nedenlerden birisi olarak sıralayabiliriz. Bu tür saplantılı kişilik yansımalarının ise toplumun önünü açacağı düşünülen eğitim kurumlarında gözlemlenmesi biz düşünen ve aklını kullanan varlıklar olan insanlar için çok aşağılayıcı ve üzücü sonuçlar doğurduğu ise en açık şekliyle ortadadır. Kişiliğini, mutluluğunu alacağı unvana ya da makama endeksleyen zavallı insanlar yaratan Özalizm felsefesine bilinçli ya da bilinçsiz olarak hizmet etmeyi bırakmamızın zamanı geldi de geçiyor bile. Bunun yerine, insanı ön plana çıkaran ve insan olma erdeminin en önemli unsuru olarak ortaya çıkan akıl kullanımını savunan ve bunun önündeki tüm engellerin kaldırılması için savaşan Mustafa Kemal Atatürk’ün doğrularını sadece sözde değil, özde de anlayan insanlar olarak soluk alıp vermeye başlarsak, ülkenin birçok sorununun çözülmesine katkıda bulunabileceğimiz de aşikârdır. Bunun sonucu olarak da çocuklarımıza-torunlarımıza daha yaşanılır bir ülke bırakacağımızı düşünüyorum. Bu bağlamda da, bugüne kadar herkes gibi Atatürkçüyüm diyerek, ancak onun doğrularını tam olarak anlamadan, yaşama geçirmeden, sadece sözde Atatürkçülük yaptığını düşündüğüm tüm insanların doğruları görerek toplum içinde hareket etmesinin bu topluma önemli bir ivme kazandıracağını düşündüğümü ifade etmek istiyorum. Kazanılan bu ivme ile de mutlu olan insanların Unvan ve Makam gibi kişilik değişimi üzerinde kalıcı etkisi olmayan yapay güçlere sığınmaktan vazgeçerek gerçek anlamda ve zavallılıktan kurtulmuş insanlar olarak bu topluma daha fazla katkıda bulunacağı şeklindeki düşüncelerimi yazımın sonunda sizlerle paylaşmak isterim.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..