Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Eylül '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Bıçak Sırtı ve dile getirdikleri...

Bıçak Sırtı ve dile getirdikleri...
 

Tipik bir Türk dizisi nasıldır, diye sorsam, hepimiz üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri anlatırız:

Zengin kız, fakir çocuğu sever ya da tam tersi, ve sonrasında yaşanan aile kavgaları, kan davaları vs.

Peki, dizi deyince, hikaye deyince niye bu kadar sığ hikayeler kuruyoruz. Yoksa bütün seyrettiklerimiz bir şekilde bizi sığ olmaya alıştırdığı için, okuduklarımızı da anlamıyor, kendi sığlığımızın kurbanı mı oluyoruz?

Cevabımız basit: Sığlığımızın kurbanıyız. İşin kötü yanı, en eğitimlimizden en eğitimsizimize kadar bu sığlığa dur, durak vermeden hayatımıza da katmamız.

Hiç ummadığınız bir adamın ya da kadının yamuk bir davranışını gördüğümüzde, acaba bu yüzden mi hemencecik unutuyoruz ya da kulak arkası ediyoruz.

Bana hep şöyle olur mesela: En sarsıntı veren bir olay karşısında, çok sakin olurum, -hatta bazen karşımdaki insanı çıldırtacak derecede sakin de olabiliyorum- ve karşımdakinin kendi terbiyesizliğini kendisine de yapmasına beklerim. Evet, eğer sakinseniz, ve onunla aynı çirkin tabloda yer almazsanız, karşısınızdaki kişi, akrebin kendi kendini sokuşu gibi, iğnesini kendine sokar ve sonunda kendi kendinin kurbanı olur.

Bu hep böyledir. Usulünce işleri yapmayı beceremeyen insanların en büyük cezası, karşısındaki insanın en küçük hücresine kadar soyan, gören insanlardır. Onlar kötülük sahibini o kadar iyi anlarlar ki, kötülükleriyle başbaşa kalmalarının en büyük kötülük olduğunu bilirler.

Aynı Bıçak Sırtı dizisi gibi...

Bir insanın kötülüğünü isterseniz, karşınızdakini kötü duruma sokabilirsiniz, zor anlar yaşatabilirsiniz, ama sonunda en büyük kötülüğü siz çekersiniz.

Çünkü konu gelir, vicdan muhasebesinde durur...

En sorunlu olduğumuz yerde yani.

Kötülük kötünün aynasıdır ve ayna paramparça olurken, kötünün de hayatını er ya da geç kırıp döker...

Tuz buz eder.

Belki de bu yüzden, tv karşısına, Bıçak Sırtı’na şöyle bir bakmak için oturdum ve ekranın karşısından bir an olsun ayrılamadım.

Oyuncular, senaryo ve casting öyle iyi ve sağlam ki...

‘Sağlam’ kelimesini benim gibi zor kullananlardansanız, ne dediğimi daha iyi anlayacaksınızdır muhtemelen...

Sağlam; çünkü dizi, hayatın en sıfırdan başlayanlar için de, en tepeden başlayanlar için de aynı acıları getireceğini anlatıyor. Abartısız oyuncuların, sadece oyunculuk yapan insanların, filmlerde gösterdikleri başarıları dizide de gösterebileceklerini ispatlıyor. Et göstermeden de iyi işler yapılabileceğinin sinyalini veriyor. Dizilerin yalan dünyadan çok gerçek dünyanın, dibimizdeki hayatların kopyası olması gerekliliğini hatırlatıyor.

Belki de en önemlisi; er ya da geç iyilerin kazanacağının müjdesini veriyor.

Ve bunu da klişeleşmiş, “İyiler hep kazanır” sloganıyla değil, iyilerin kötülüklerle, kötülerle uzun zaman savaşarak sadece istediklerini değil, hak ettiklerini de alabileceklerini anlatan öyküsüyle perçinliyor.

Bir de, bunu, sinemanın 2 saate sığdırdığı anlatım hızıyla, senaryonun tek bir olay için izleyiciyi 2 yıl bekletmemesi konforu içinde yapıyor ki, seyirci derin bir “ohh” çekiyor. Bu derin nefesin altında hem iyilerin ve ayrıntıların bir anda da anlaşılabileceği gerçeği yatıyor ve izleyici izleyici olmaktan çıkıp, dizideki bir karakterin ardından yürüyebileceğini, ortaklık edebileceğini düşünüyor.

Soruyorum size: Ardından yürünebilecek hikayeler kimin dikkatini çekmez ki?

 
Toplam blog
: 87
: 1432
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

29 yaşında ve yengeç burcuyum. Her sabah 'flu' gözlerle dünyaya merhaba dememi sağlayan 5 numara göz..