Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bildiriyorum

Bildiriyorum
 

Zamanın akışına ayak uydurulamıyor bazen...

Akrep ile yelkovanın ebedi kovalamacasına mekan, iki bilinmeyen arasındaki bu yolculukta kaybolduğumu hissediyorum... Yaşananlar ve anlar bağdaşmaz; anlar ve yaşananlar kavuşmaz oluyor.

Sabah yataktan ayrıldığımda başlayıp aynı yere geri döndüğümde biten ve her gün tekrarlanan süreçte yaşadıklarımı fark ve ayırt edemediğim zamanları anlatmaya çalışmak için yazıyorum. Çünkü bunu kabullenemiyorum. Yaşadıklarımı hafızama ve ilgililerin hafızasına iliştirirmek için saniyelerin ayırt edilebilmesi ve kullanılması gerekir. Günü kapatmak üzere başımı yastığa kavuşturduğumda zihnim geçen güne dair boşsa, dolmuşta gördüğüm güzel kızla göz göze geldiğim saniye ilişmeden hafızama çekip gitmişse ben bu yazıyı yazarım işte! Bir günlük zaman dilimine sığdırılan gülüşmeler, içlenmeler, kesişmeler, hazlar, nazlar, marazlar ve üzüntüler ve diğerleri salt tüketilmek için varlarmış gibi yaşanmamalı...

Uykuya dalmadan önce geçen güne dönüp güzel bir anı mı çağıramıyorsam "neyleyim" geçen zamanı. Bu arada doyumsuzluk veya faydacılık değil bendeki. Yatakta güne dönüp meşk etmek için hep güzel şeyler yaşamak, faydalı olaylarda karakter olmak, "yağmursever" olarak her gün ıslanmak gibi arzularım yok. O kadar zaman uyuma, uykunda feragat et birşeylerle uğraş, bir sürü insan gör, bir sürü olay gelişsin etrafında veya seninle ve gün sonunda onlardan geriye bir saniye bile kalmasın! Ya saniyeler asi ki buna yapacak birşey olmadığını düşünüyorum veya - işte beni korkutan durum budur - ben artık saniyelerin geçişine aldırış etmiyorum.

Böyle asi saniyeler yüzünden meşk edemediğim günlerde geriye iyice döner saniyeleri kurcalarım. Aslında o gün bir fıkra duymuş ve beğenmişimdir. "Bir fıkra anlatılıyor, tam 49 saniye sürüyor, tepkimi hemen gülerek gösteriyorum, eleştirimi de yapıyorum ve ilk sözden tam 60 saniye sonra fıkra 60 saniyeyle beraber kayboluyor. Çözümlemesi şu: tepkiler samim değil; rutin oldukları bile söylenebilir, yaşanan 60 saniye anlamsız, böyle olunca da güne dair hiçbir şey hafızada yer etmiyor, etmeyince de istenildiğinde çağrılamıyor. Böyle olamaz işte! Fıkra dinlediğinde fıkra dinlemeli gerçekten, hastalık haberi mi duydun aynı kişiden üzülmedi gerçekten vesair vesaire...gerçekten yaşamalı demek istediğim.

Biraz olsun anlatabildim mi bilmiyorum ama geçip giden zamanın rutinleşmesi, sıradanlaşması kabul edilir gibi değil. Eğer anlar, zamanlar anlamsızlaşırsa ertesi güne başlamanın ne anlamı var sayın dinleyici! "Tövbe de tövbe de akşam akşam böyle konuşma" derdi bu durumda ninem. Ama öyle değil mi, haksız mı telaşım endişem!

Akrepler ve yelkovanlar benim için vardır. Onlara hükmetmeli, her bir dakikayı son bir damlasına kadar tüketmeliyim. Yarın var mı kim bilir! Bu nedenler ömür denen bir defalık mutluluğun her anını yaşamalıyım. Habersiz akıp geçememeli zaman, vurgusuz ve kalıntısız yaşanmamalı mutluluklar ve hüzünler...Rakının ilk damlasıyla beyaza teslim olan su olmamalı; üzerimize gelen her sıradanlığa inat özgünleştirmeli zamanı.

Uykuya dalmadan hemen önce alınan "gün sonu raporunda" sömürülmemiş bir mutluluğa, bütün algılarımla hissetmediğim bir acıya rastlamak o günü tam olarak yaşamamış olmaktır. En fenası böyle bir gün yaşanırken birşeyleri değiştirmeye çalışmamak, böyle bir gün yaşadığını fark edememektir. Atın dizginleri hep elde olmalı; öyle olmazsa binicilikten söz edilebilir mi!

Bildiriyorum, içimdeki bu seslere kulak tıkayıp nasıl kabul ederim hüzne ve kedere teslim olmayı! İnadına bir Yeşilçam klasiği bulmalı ve günüme anlam katmalıyım. Evet evet yapmalıyım.

İyi pazarlar...

 
Toplam blog
: 9
: 379
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Ben Cenk. Sık sık düşünüp; ara ara yazıyorum...