Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '13

 
Kategori
Futurizm
 

Bilgi Devletinde Özgürlük

Bilgi Devletinde Özgürlük
 

Jack Balkin, Yale Üniversitesi'nde yeni bilgi teknolojilerinin toplumsal etkilerini inceleyen ilginç bir düşünür. Balkin, daha çok hukuk alanında çalışsa da fikirlerinde büyük oranda yapı çözümün (Jacques Derrida) eleştirel bakış açısı hâkimdir. Balkin, hukuk gibi sıkıcı, soğuk bir alana, farklı bir ses verme yetkinliğine/eğilimine sahip bir entelektüeldir. Sanıyorum ki Türkçe'ye de pek fazla çevrilmiş değil. O'nun bence en çok tanınmasını sağlayan 1989 yılında yayımlanan "Bir İdeoloji Teorisi: Kültürel Yazılım" isimli kitabıdır. Yazar kültürel yazılım kodlarının; [araçlarını] memetik, ideolojik ve aşkın öğelerden oluşarak, zamanla insanın bir parçası gibi olmaya doğru evirildiğini varsayıyor.

Buradaki kavramları izah etmeye çalıştığımızda ilk önce "memetik"ten bahsetmeliyiz. Memetik; mimi adı verilen taşınabilir bilginin tekâmülünü inceleyen bilim dalıdır. Bu kavram aslında bir ölçüde genetik ve matematiğin insan hayatındaki, düşünce sistemimizdeki yeriyle/önemiyle de ilgilidir. İbn-i Haldun'un nazariyesinde dahi buna benzer şeyler bulunmaktadır. Bir canlının başka bir canlıya dönüşmesi/evrilmesi asla düşünülemez. [İbn-i Haldun; iyi cins hayvanların, bitkilerin ayrılarak tekrar üretiminden daha üstün türlerin elde edilebileceğini ve böylece bir tekâmülün gerçekleşebileceğini varsayar.] Fakat insanın düşünce dünyasında bu durumun bazı etkileri olabileceği varsayılabilir. Mimi'ler iletim yoluyla değişmekte ve gelişmektedir. Örneğin sosyal medyanın herhangi bir uygulamasını kullanan insanların bazı duygularını (gülme, kızma, üzgün olma, aşk, nefret vb.) sembolik göstergelerle ifade etmesi, gerçeğin aşkın bir ideale dönüşmesiyle alakalıdır.

Bir arkadaşım eşini bilgisayar başından kaldırıp sohbet edemediklerinden dert yanmıştı. Hatta biraz abartılı olacak belki ama onu sevdiğini ifade etmek için Facebook'a girip ona "kalp" yolladığını söylemişti. Teknoloji çağında yetişen yeni nesil için duyguları, düşünceleri ifade biçimi böylece araçsallaşmış ve memetik öğelere bürünmüştür. Bu tuhaf durum bence insanın hayat karşısındaki acziyetini göstermekten başka bir işe yaramaz. Teknoloji özürlü biri değilim fakat duygusal özürlü bireylerin yetişmesinden oldukça rahatsızım. Kısaca duygularımı, düşüncelerimi ifade etmek için 'gerçek hayat'ın yaşanmasından yanayım. Ve ne acıdır ki artık gençler sevgililerinin yollarını gözlemek yerine onlardan gelecek kuru, ruhsuz duygusuz mail ve mesajlara tutunuyorlar. Allah'ın bize bahşettiği doğal hayatın güzelliğini fark edemeyecek kadar körleştik galiba. Maddi dünya ne kadar çok hayatımızda yer ediyorsa bizde o kadar mutsuz oluyoruz. İnsanın kendisine şunu sorması gerekir; kuru saydam bir ekran, insan gibi karmaşık ve duygulu bir canlının deruni ruhunu ne kadar ifade edebilir?

Balkin, yıllar geçtikçe yaşanan olayların sosyal ve politik bağlamlarını açıklamak için bir dönem 'ideolojik kayma' diye bir kavramı yazdığı metinlerde sıklıkla kullanır. Bu kavramı alıp biraz evirip çevirdikten sonra daha ironik bir şekilde nasıl ifade edebileceğimi düşündüm. Yaşadığımız bilgi çağını da hesaba katarak bu kelimeyi artık bir 'ideolojik sürüklenme' olarak algılıyorum. Mustafa Kutlu'nun "Uzun Hikaye"sindeki Ali kadar tüm toplumumuz bir ölçüde ideolojik olarak kaymıştır. Yusuf Akçura olsaydı bunu üç tarz-ı siyasette Türkleşmek, İslamlaşmak ve Batıcılık biçiminde anlatırdı. Burada herhangi bir deli gömleğini giymek konusunda hiçbir sorun yok. Asıl sorun girmek istemediğiniz bir yola sürüklenmeniz ya da ruhsuz bir dünyaya hapsolmanız ile ilişkili. Tüm mekanizmasıyla bir ideoloji icat edilmiş bir şeydir. Ve belli kodlar dahilinde (göstergeler) tekrarlanan mecazları ihtiva eder. Hakim ideolojilerin yasal doktrinleri geliştikçe de hür doğan insan prangalara vurulur. Yaşadığımız enformasyon çağı da kristal bir vazoya benzer. Oldukça saydam ve parıltılı olmasına rağmen gerçek duyguların bu vazonun içinde yeri yoktur. Sadece çiçeklerin görüntüsü vardır, çiçeğin kendisi değil.

Yasal retorik yasal olan göstergeleri meşru gören, bunun dışındakileri ötekileştiren yağlı boya bir tablonun çerçevesi gibidir. Ve biz ecinniler bu çerçevenin dışına asla çıkamayız. İnsanoğlu aşkın yani kendisini aşabilen bir varlıktır. En azından ben böyle biliyorum. Ulusal Gözetim Devleti; teknolojik gelişim ve devlet hizmetlerinin taleplerinden doğan doğal bir yan üründür. (Örneğin ABD ve İngiltere'deki tüm kişisel mail'lerin Büyük Birader tarafından izlenmesi) Ve bu aygıt, bir iğne oyası yapar gibi, insanların en hassas duygu ve sinir uçlarına kadar hem genetik hem de matematiksel manada işler. George Orwell, zannedilmesin ki 'Bin Dokuz Yüz Seksen Dört' isimli alegorik ve politik romanında sadece sosyalizmi ya da faşizmi eleştiriyor. Orwell'in distopik hikayesi giderek küreselleşen ve sanallaşan bir dünyayı da öykülüyor. Bunları yazarken bir bilgisayar ekranının içine bakıyorum. Ekranın içinden geçip sanal bir dünyaya giriyorum. Sonra bu dünyanın gerçek olmadığını Küçük Prens kulağıma fısıldıyor. Başımı biraz daha sağa çevirdiğimde camdan bir ekranla karşılaşıyorum. [Evimdeki pencerem] Güneşin henüz batmak üzere olduğunu görüyorum. "Biliyor musun, insan üzgün olunca gün batımının tadına daha iyi varıyor." Küçük Prens...

 
Toplam blog
: 36
: 615
Kayıt tarihi
: 07.12.12
 
 

Beyaz Arif Akbaş, (d.1979 İstanbul) Türk eleştirmen şair/yazar. 2005 yılında Ahmet Yesevi Ünivers..