Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bilgi ve tecrübe

Köylü FadimeAna'nın biricik oğlu Mehmet büyük şehirlere gider okur ve bir biyolog olur. Okulunu bitirince de her nasılsa bir araştırma bursu kazanır. Köyüne döner Anacığına derki:" Ver elini öpeyim. bir araştırmam var. Nasip olursa beş yıla tamamlar dönerim. "Anası ne yapsın gönlü razı değil ama oğlu okumuş büyük adam olmuş, daha da büyük adam olacak. Anaların hissine düşen hasretlik."Yolun açık olsun evladım sağ git selamet gel. Allah zihin açıklı versin." diyerek hayır dua ile oğlunu yolcu etmiş.

Beş yıl sonra Mehmet yorgun ama gururla köyüne döner. Çalışmasını bitirmiştir. İçi içine sığmamaktadır. Hasbıhal ettikten sonra ana-oğul hem sofra başında yemek yerler hem de sohbet ederler. Fadime Ana sorar "A oğul anlat bakayım ne ettin bu kadar sene. Neler yaptın neler ettin?" Mehmet yüzünde hafifi bir tebessümle konuşmaya başlar. "Anacığım beş sene boyunca tüm dünyayı gezdim. Hangi hayvan yumurtlar, hangi hayvan yavrusunu doğurup emzirerek besler hepsini tek tek liste yaptım ayıt ettim." Fadime Ananın yüzü buruşur kaşığı sofranın üzerine bırakır. Hafif geri çekilerek oğlunun yüzüne hem acıyarak hemde şaşırarak bakar ve derki: "A benim güzel evladım bunun için o kadar yorulmana gerek yoktu ki bana sorsaydın söylerdim sana." Bizim Mehmet şaşkın şaşkın Anasının yüzüne bakar. Hafif küçümser hafif şaşkın ve meraklı bir eda ile "Farzet şimdi sordum ne diyeceksin de hele." Anası eliyle kulağını tutar bak oğlum kafasının yan taraflarında böyle elinle tutabileceğin kulakları olan hayvanlar yavrularını doğurur; yok kafasının yanlarında elinle tutabileceğin kulakları olmayan canlılar ise yavrularını yumurtlayarak dünyaya getirir."der.

Evet Fadime Ana'nın söyledikleri bir kaç istisna hariç biyoloji olarak gayet isabetli bir sınıflamadır. Yavrularını doğuran MEMELİLER sınıfının dış kulakları vardır. Yumurtlayarak çoğalan BALIKLAR, SÜRÜNGENLER, KUŞLAR AMFİBİLER gibi canlılarınsa dış kulakları yoktur.

Yukarıda anlatılan tabi ki bir öykü. Yaşanmış mı yaşanmamış mı bilemiyorum ama son zamanlarda kesinlikle gördüğümüz bir durum var. Ülkemizde çeşitli alanlarda insanlarımız üniversite eğitimi alıyor. Aldıkları eğitime göre de hizmet veriyor çalışmalar yapıyorlar. Maalesef ülkemizde gözden kaçırılan bir nokta var ki onu çok acı tecrübelerle öğreniyoruz. Son yıllarda doğu Karadenizde sıkça su taşkınları yaşanmakta. İnsan sormadan edemiyor. Karadeniz ilk kezmi yağmur yağıyor. Hayır. O zaman neden şimdi sorunlar yaşanıyor. Acaba Ülkemizde yollar yapılırken inşa edilen köprülerin uzunlukları yada büyüklükleri neye göre hesaplanıyor. Bizim biyolog Mehmet gibi yereldeki insanlara sorulup her derenin ya da akarsuyun tecrübe ile sabit bilinen taşma kapasitesi öğreniliyor mu?

Kırsalda yaşayanlar bazı şeyleri çok iyi bilir. Falan dere yedi yılda bir taşar. Falan ovada beş yılda bir kuraklık olur. Falan yamaca ev yapılmaz. Anadoluda her ilçede, her köyde böyle sabit görüşler vardır. Bu görüşü belirten amcalar nineler ne mühendislik hesabı bilirler, ne meteoroloji bilgisine sahiptirler ve fizik bilirler nede kimya. Onlardaki nesiller boyu aktarılmış gözlemlerin sonucudur. O bölgede çalışan mimarımız, mühendisimiz, müteahitimiz bu insanlardan istifade etmezlerse bazı sıkıntıları daha çok yaşarız.

Bilgi çok önemli hatta günümüzde en önemli şey ama tecrübeyide hiç yabana atmamak lazım. Aslında bizim tecrübe dediğimiz şeyde yüzlerce yılın imbiğinden süzülerek damla damla birikmiş bir bilgi mozaiğidir.

Yatılı okulda çalıştığımız dönemde bir dönem 18 nisan cuma gününe denk geldi. Okulumuz yatılı olduğundan öğrencilerimiz genelde cuma okulu hafif hafif kırarak köylerine giderdi. Köylerinin uzaklığı yaklaşık 5 kilomtre kadar olanlar genelde yürüyerek giderdi. Ama o yörede "kork abrelin beşlinden öküzü ayırır eşinden" diye bir deyiş vardı. Eski hesap abrelin beşi 18 nisana denk geliyordu. O gün beş nöbetçi arkadaş ne şekilde olursa olsun öğrencilerin okuldan yürüyerek ayrılmasına müsade etmedik. Öğrencilerimiz bu durumdan tabi ki çokta memnun kalmadılar. Hele bir de öğlene doğru hava pırıl pırıldı. Doğal olarak öğrenciler öğlen yemeğini yedikten sonra gitmeyi istiyorlardı. Bİzde ısrar ve inatla müsade etmeyip derse soktuk. Bir anda pırıl pırıl olan hava tipiye bozdu Yola çıksalardı çocuklarımızın büyük bir kısmı yolda tipiye yakalanacaklardı.

O günden beri gittiğim her yerde yerel aktörlerin tecrübelerini önemserim ve her fırsatta dinlemeye çalışırım. Sanırım bilgi tecrübeli taçlanınca daha bir güzel oluyor.

 
Toplam blog
: 15
: 440
Kayıt tarihi
: 10.08.12
 
 

Üniversiteden biyolog olarak mezun oldum. Bir abimizin çayını içemeye gitmek öğretmen olmama sebe..