Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Bilim adamı ve siyasetçi aynı zamanda tüccar olmamalı

Bilim adamı ve siyasetçi aynı zamanda tüccar olmamalı
 

Akşam... Malûm olduğu üzere TV kanallarının hemen hepsinde ya dünyanın en uyduruk yarışma programları var, ya da üç-dört bölümde bitmesi gereken fakat uzadıkça uzadıkça uzadıkça yüzlerce bölüme gelen klâsik Türk edebiyatının usta yazarlarının romanlarından film yapılmış diziler var, ya da İslâmi kanallarda saçma sapan uhrevi diziler var. Geriye kalıyor ya belgesel TV kanalları ya da haber kanalları. Belgesel kanalların her belgeseli bana hitap etmediğinden biraz da haber kanallarına bakayım dedim. Bir kanalda durdum. Çünkü "Sağlıklı ve uzun yaşamanın sırları ve beslenme" gibi bir konuyu tartışan üç tartışmacı vardı. Biri bayandı ve doktordu. Diğer ikisi baydı ve biri doktor diğeri profesördü. Tartışma programını sunan ise güzel mi güzel bayandı.

Tartışma programı başlar başlamaz profesör bir başladı konuşmaya mümkün değil susmuyor. Sunucu, doktor bayana söz veriyor ama mümkün mü? Daha bayan doktor iki söz etmeden profesör kapıyor sözü ve başlıyor anlatmaya. Hele diğer doktorun konuşması hiç mümkün değil. Çünkü, o doktor Türk değildi herhalde zavallı iki Türkçe sözcüğü bir araya getirip de bir cümle oluşturmaktan acizdi. Nitekim, iki saat süren tartışma programında toplamda üç dakika bayan doktor, bir veya iki dakika da bay doktor konuştu. Geri kalan bütün zamanı o profesör kullandı.

Şimdi gelelim asıl derdimize.

Efendim, bu profesör bitkisel ilaçlarla sağlık dağıtıyormuş. Bir de taşların insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri üzerinde araştırmaları varmış. İki elinin iki parmağında üzerlerinde çeşitli taşlar olan gümüş yüzüklerden bu zaten belliydi. Çünkü, o yüzükler gözüksün diye sürekli Barış Manço gibi hareketlerle konuştu durdu. Hangi bitkinin, hangi otun, hangi sebzenin insanın hangi organına iyi geldiği ve hangi hastalıkları düzelttiğini engin bilgisiyle biz izleyenlere aktardı. Fakat, sanıyorum programı sunan bayanın bebeği var olmalıydı ki, o da program bitene kadar profesöre "Mamalar... mamalar" deyip durdu. İstiyorduki bu engin bilgiye sahip şahsiyet bebek mamalarının doğal yollardan nasıl yapılacağını anlatsın. Nihayet, programın son iki dakikasında bu eşsiz bilgiye sahip profesör mamayı da anlattı. Ve neymiş efendim biliyor musunuz? Evde ne yemek pişiyorsa o yemeğin suyuna ekmek doğrayın ve bebeğinize yedirin. Çünkü, profesörün annesi öyle yaparmış eskiden. Zavallı sunucu da olağanüstü bir bilgi beklerken, hayâl kırıklığına uğrayıverdi. Programdan sonra ağladı mı bilemem?

Diğer iki konuşmacıya bir türlü konuşma hakkı vermeyen bizim profesör sık sık veb sitesinin adresini vermekten de geri durmadı. Ben de merak ettim o veb sitesine girdim. Oooooo, bir de ne göreyim? Bizim bilim adamı meğer bir ilaç tüccarıymış. Veb sitesinde üç-beş yazı dışında bol miktarda reklam var. Bu reklamlar bitkilerden elde edilmiş ilaçlardan oluşan duyurular. "Bilmem ne otundan yapılmış süper ilaç üç kutusu 250 lira". Bir ilaç sabah, bir ilaç öğle, bir ilaç da akşam içilirse tam etki yapıyormuş. Fiyatı da 250 lira. İnsaf ki ne insaf. Diğer ilaçlar aynen böyle. İki üç bitki karıştırılmış hap olmuş yutan yutar. Yutar da nasılsa zararı yok. Faydası da psikolojik. O hapları yutan iyileşleştiğini sanıyor. O psikolijik durum atlatılınca rahatsızlıklar tekrar başlıyor ve hastamız tam teşekküllü bir hastaneye gidiyor.

İşin özü şu: Ben, o profesörü büyük bir dikkatle dinledim. Ona güvendim. Ancak, nereye kadar? Tâ ki sık sık adresini verdiği veb sitesine girene kadar. Eğer, o veb sitesinde profesörün anlattıklarını bulsaydım güvenim devam edecekti. Ancak, o veb sitesinde bitkilerden yapılmış ve pahalı ilaçları görünce durdum. Şöyle düşündüm: "Demek bu profesör reklam yapmak amacıyla TV'ye çıkmış. Anlattıkları da veb sitesindeki ilaçlarının satılması için yapılan reklâmlardan başka bir şey değilmiş". Beni böyle bir düşünce alınca da o âna kadar dinlediklerimin hiç birinin doğru olmadığına karar verdim. Sonra da kendi kendime şunu düşündüm: "Bir bilim adamı hangi alanda çalışırsa çalışsın aynı zamanda tüccar olmamalı." Haksız da değildim hani! Düşünün, bir bilim adamı kitabını yazmış ve o kitap satılsın diye olur olmaz programlara çıkıp hem kendisini küçük düşürüyor hem de güveninirliğini kaybediyor. Diyelim kendisi ilahiyat okumuş yetmemiş, ondan sonra felsefe okumuş o da yetmemiş, ondan sonra hukuk okumuş, tasavvuf üzerinde eğitim almış. Yazdığı kitap da Îslâm dünyasının önemli bir mezhebinin kurucu hakkında. Tartıştığı zat ise Osmanlıcayı bilmekten ve bu nedenle de Osmanlı arşivlerinden elde ettiği bilgilerle "Tarihçiyim" diyemeyen, ama "tarih" konusunda en esaslı "ahkâmları" kesen ne idüğü belirsiz bir adem! Şimdi bizim dört dörtlük profesör bu adem ile tartışıyor. Tabi ki tartışma da çığrından çıkıyor. Çünkü, profesörümüzün karşısındaki zat profesörle aynı bilgi düzeyinde değil ki neyi tartışsın. Bir iki slogan atıyor çıkıyor, gülüyor, alay ediyor aklı sıra. Ama, profesörümüz kitap yazmış ya, şimdi onun satış yapması lâzım. Onun da düşüncesi kitabı satsın o da satış üzerinden yüzdesini alsın. (Tabi bu program da bilerek ve reklâm olsun diye hazırlanmamış da olabilir. Kavga reytingi arttırıyor. Böylece kitabın reklamı daha çok kişiye ulaşıyor.)

İşte size bir tüccar bilim adamı daha ve işte size bilim adamına güven kaybettiren kusurlu hareketlerden biri daha: Tüccar bilim adamı.

Olmaz! Bilim adamı aynı zamanda tüccar olmaz. O, üretir ve ürettiği her ne ise başkaları tarafından takdir görür ve övülecekse övülür, reklamı yapılacaksa başkaları tarafından reklamı yapılır.

Şimdi dedim ki "Bilim adamından tüccar olmaz". Bir de siyasetciden tüccar olmaz. Yani, siyasetci dediğimiz şahıs oturur siyaset yapar. Tüccarlık yapamaz. Bizde ne yazık ki bu tür siyasetci-tüccar çok olduğu için bunu da burada belirtiyorum. Adam siyasetin en üst yerinde. Oğlu tüccar. Damadı tüccar. Kızı tüccar... İşin en kötüsü kendisi de ya alenen tüccar ya da büyük holdinglerin, marketlerin gizli ortağı. Yani, aklının % 10'u ülkeyi yönetmekle meşgul geri kalan % 90'ı ise "Nasıl daha fazla kâr ederim" düşüncesiyle şirketlerini yönetmekle meşgul. Yani, gözlerinde Dolarlar, Eurolar, Türk Liraları dönenip duruyor. Ama, bu durumda da her yaptığı icraatın içinde mutlaka bir bit yeneği aranıyor. Halk düşünüyor: "Ya bu siyasetçi bunu böyle yapdı da acaba bundan kendisine düşen komisyon ne acaba? Metro yaptı yüzde kaç aldı? Raylı sistem yaptı yüzde kaç aldı? Otoyol yaptırdı yüzde kaç aldı? Boğaziçi'ne köprü yaptırdı yüzde kaç aldı?"

Oysa, o siyasetçi belki de masumdur ama tüccar olmamalıydı.

Dedim ya "Eli işde gözü oynaşda" olan siyasetçi bir taraftan ülkeyi yönetmek öbür taraftan şirketlerini yönetmek gibi bir amacı olmamalı. Çünkü, bu sefer bir de ortaya haksız rekabet çıkıyor ki, yasa yapma yetkisi elinde olan siyasetçi kendi şirket çıkarları doğrultusunda yasaları pekâla çıkartabiliyor.

Yani... Yanisi şu: Tüccar siyasetçi de tüccar bilim adamı gibi güveninirliğini kaybetmeye mahkûmdur.

Bakınız, ülkelerin birinde ki Allah'tan bu ülke Türkiye değil. Bir hastalık aniden yayılmaya başlamış. Çok miktarda ilaç gerekliymiş. Fakat, o ülkenin başında bulunan siyasetçi, dünya zenginleri arasında bulunan geliri ile aynı zamanda tüccarmış da. Yani, ilk hedefinin "Kâr, kâr ve illa kâr" olduğunu herkes biliyormuş. Belki de bütün iyi niyetiyle yayılmakta olan bu hastalığa karşı olağanüstü miktarda ilaç siparişi vermiş. Fakat, halk onu hep tüccar olarak gördüğünden "Ya bu işin içinde bir başka çıkar var" diye düşünmeye başlamış. Yani "2 katrilyonluk ilaç siparişi verilmişse ve bunun yüzde 10'u komisyon olarak alınmışsa 200 trilyon kimlerin cebine inmiştir?" Halkın ağzı torba değil ki büzesin? Bir de adı geçen ülkenin siyasetçisi aynı zamanda tüccar olunca... Oluyor böyle aykırı düşünceler. Meselâ, bu siyasetçinin her hangi bir akrabası yurt dışında iş yani ticaret yapıyorsa, o komisyon onun hesabına aktarılabilir mi? Ne bileyim? Düşünüyor işte elin oğlu. Hattâ, aynı elin oğlu düşünüyor: "Sakın bu siyasetçi ilaçlar satılsın diye hastalığı yaymak için teşebüse geçmesin?" Ya da ne bileyim yine düşünüyor elin oğlu: "İlaçlar satılsın diye bu hastalık olduğundan daha vahim gösterilmeye çalışıyor olmasın?" Durmadan düşünüyor elin oğlu, bakın yine düşündü: "Üç gündür hastanede yatan bir hastaya o hastalığın teşhisi konmadı da öldükten sonra mı kondu? Yoksa bu da hastalıktan halkın gözünü korkutmak ve ilaç satmak amaçlı olmasın?"

Bilim adamından ve siyasetçiden tüccar olmayacak. Olursa? O zaman her ikisi de üzerlerine atılan bu çirkin iddiaların gölgesinden kurtulamazlar.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..