Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bilim adamlarımızın gözünden kaçan bir iki dil yanlışı

Konunun "netameli" olduğunu biliyorum. Bilim adamları hakkında laf edeceğim. Böyle olunca da, kimi okurlar bana "Otur oturduğun yerde" diyebilecekler.. Dilimizde "Çizmeyi aşmak" diye bir deyim var ki, tam anlamıyla şimdi içinde bulunduğum tavrı karşılar.

İyi ama, dilimizde "Görünen köy.." sözcükleriyle başlayan bir başka özlü söz de var. Öyleyse bu yazıyı okuyanlar, benim adımın önünde ya da sonunda bir takım "eklenti" ler aramayı bırakıp ne dediğime bakmalılar. Bu yol daha sağlıklıdır.

Böylesine zor bir girişten sonra şimdi ne demek istediğime geliyorum.

Yüz yıllardır adını bildiğimiz bir Hoca Ahmed Yesevi’miz var. Türkiye’nin doğusundaki Türk ülkeleri bağımsızlığa kavuştuktan sonra ülkemizde adı biraz daha öne gelen ulu kişimiz.

Sayın "bir kısım" bilim adamlarımız!

Hoca Ahmed Yesevi’nin bu gül gibi güzel adını niye "Hoca Ahmed-i Yesevi" biçiminde yazıyorsunuz? Yabancı dilden bu tamlama kuralı kişiyi belki daha görkemli yapıyor ama, bizden uzaklaştırıyor.

Hem sonra, Hoca Ahmed Yesevi Türk olduğuna göre adı da Türkçe olmalı değil mi?

Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Cemal Kurnaz ve Yardımcı Doç Dr. Mustafa Tatcı "Ahmed-i Yesevi Hakkında bir Bibliyografya Denemesi" hazırlamışlar.

Mehmet Şeker ile Necdet Yılmaz ortaklaşa bir kitap yazmışlar. Kitabın adı şöyle: "Ahmed-i Yesevi, Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Tesirleri, Seha Neşriyat, İstanbul 1996"

Doç. Dr. Namık Açıkgöz "Ahmed-i Yesevi’nin Yaşnamesi ve Halk Edebiyatındaki Örnekleriyle Mukayesesi" başlığı altında bir makale yazmış ve makalesi Türk Yurdu Dergisinin "Hoca Ahmed Yesevi" Özel sayısında yayınlanmış. (Cilt 13, Sayı 73)

Dikkat ettiniz mi? Makalede geçen ad ile Özel sayıda geçen ad birbirine benzemiyor.

Bunlardan başka, Kemal Eraslan’ın yazdığı "Ahmed-i Yesevi ve Divan-ı Hikmeti" başlıklı yazı Ekim 1989’da "Türk Edebiyatı" adlı dergide yayınlanmış. Selçuk Eraydın tarafından "Ahmed-i Yesevi ve Eğitim Anlayışı" adı altında yazılan bir kitap 1996 yılında İstanbul’da Seha Neşriyat tarafından yayınlanmış.

Dilimizin biricik koruyucusu ve kollayıcısı diye bildiğimiz Türk Dil Kurumu’nun dergisi "Türk Dili" nde (Aralık 1993) yayınlanan makalenin başlığına bakınız: "Ahmed-i Yesevi’nin Anadolu’ya attığı Ateşli Eğsi". Hasibe Mızıoğlu’nun kaleminden çıkmış.

Hoca Ahmed’i yalnız bırakmamışlar...

Hele internette dolaşıyorsanız, kültürümüzün önemli temel taşlarından Hacı Bayram Veli ile Hacı Bektaş Veli adları üzerinde de aynı biçimde yanlışa düşüldüğünü görmüşsünüzdür. Ve başka pek çok kaynakta bu yanlış her gün işlenip duruyor.

Sözgelimi, Ahmet Efe imzası altında internete konulan bir yazıda "Anadolu`nun Manevi Mimarlarından HACI BAYRAM-I VELİ" deniliyor. Türk Tarih Kurumu tarafından birinci cildi 1989 yılında yayınlanmış kitap var. Adı "Hacı Bayram-ı Veli. Yaşamı- Soyu- Vakfı". Yazarı ise Fuat Bayramoğlu.

Bundan başka "Alim ve Evliyalar" başlıklı dosyada da "Hacı Bayram-ı Veli" adı var. Üstelik "Evliyalar" da yanlış.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sitesinde "Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi" deniliyor. Ahmet Belada "Tarihe Yön Verenler" ana başlığı altında kaleme aldığı yazısına "Hacı Bektaş Veli" diyerek başlamışken, metin içinde pek çok kereler "Hacı Bektaş-ı Velî" diyor. Ahmet Belada’ya mektupla sordum, "Doğrusu Hacı Bektaş-ı Velidir" diye yanıt verdi. "Yanılıyorsunuz efendim" diyemedim.

Pek çok ilimizde "Hacı Bektaş-ı Veli Kültürünü Araştırma Vakfı" var.

Elimde "Diyanet Dergisi" var. "Dini, İlmi, Edebi Üç Aylık Dergi". Cilt 27, sayı 1- 1991. Üzerinde ayrıca Yunus Emre özel sayısı olduğuna dair bir de kayıt bulunan dergi’yi şöyle bir taradım. İşte aldığım sonuç. Elbette ki yürekler acısı:

Prof. Dr. H. Hüsrev Hatemi "Yunus Emre ve Kültürümüz" başlıklı yazısında "Hacı Bayram-ı Veli" demiş. Doç. Dr. Musa K. Yılmaz "Büyük İslam Şairi Yunus Emre" başlıklı yazısında "Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli" demiş. Doç. Dr. Osman Türer "XIII. Asırda Anadolu’da Tasavvuf ve Yunus Emre" başlıklı yazısında bir çok kereler "Hacı Bektaş-ı Veli ve Ahmed-i Yesevi" demiş.

Bu yazıyı okuduktan sonra siz de dikkat edin.. Kolayca göreceksiniz. Tarihe mal olmuş "Değerli büyükler" imizin adını doğru yazmayan bilim adamımız o kadar çok ki.. Gözlerinize inanamayacaksınız. Ve aralarında kendi yazdıklarının doğru olduğuna inananlar da var ki, işte o zaman bana susmak düşüyor.

Ve doğru okunamayan dörtlük..

Sırası gelmişken, aslında dil yanlışı olmamakla birlikte adını koymakta zorlandığım bir başka yanlıştan daha söz etmek istiyorum. Buna "Okuma Yanlışı" mı denir, yoksa "Bilgi noksanlığı" mı? Doğrusu bilemiyorum. Böyle bir yanlışa ad koyabilecek durumda da değilim.

Mehmet Akif Ersoy’un ölümsüz eseri Safahat’ı bilmem kaçıncı kez olmak üzere bir de beş bilim adamımız bir araya gelip yayına hazırlamışlar. Bu bilim adamlarının adları şöyle:

Prof. Dr. Cemal Kurnaz, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Tatcı, Yrd. Doç. Dr. Kamil Akarsu, Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir Hayber ve E. Sezai Topçu.

Eser Milli Eğitim Bakanlığı yayını. 1996 yılında "Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi" nde yer almış.

Ancak, kitabın 175. sayfasında ilgi çekici bir yanlışla karşılaşıyoruz. Bu sayfada "İtiraf" başlıklı bir dörtlük, bugünkü harflerimizle verilmiş olmasının yanı sıra bir de Mehmet Akif’in el yazısı ile ve doğal olarak Arap harfleriyle verilmiş.

Yanlış olan elbette bu değil. Yanlış olan şu: Mehmet Akif Ersoy'un kaleminden çıkmış özgün metin ile bilim adamlarımızın bize yeni harflerle sunduğu metin birbirine benzemiyor. Evet, inanılması güç ama, ne yazık ki, gerçek bu..

Demek oluyor ki, dört satırlık bir metnin başına oturan birbirinden değerli beş bilim adamımız kim bilir ne kadar uğraştıkları halde –metni- okumayı bir türlü başaramamışlar. Arap harflerini bırakıp kendimize Latin harflerine dayalı yeni bir alfabe yapmamızı haklı gösterebilmek için bundan daha iyi bir gerekçeyi yıllarca arasak bulamayız.

Şimdi söz konusu dörtlüğün yazarlarımızca verilen biçimine göz atalım:

"Safahat’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulamaz;

Yalınız bir yeri hakkında: "Hazin işte bu!" der.

- Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi ya?

- Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!"

Şimdi de dörtlüğün Akif’in elinden çıkmış özgün haline bakalım:

Safahatımda eğer şi’r arıyorsan, arama;

Yalınız bir yeri vardır ki hazindir.. Göster!

Küfe, yok; hasta, değil; kahve, hayır; hangisi ya?

Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!

Bu arada, ya bilerek düzenlemişler, ya da "beşi bir yerde" bilim adamımızın şansı yardım etmiş, dörtlüğün yapısı üzerinde yaşanan bunca değişikliğe karşın, veznine bir şey olmamış. Mehmet Akif Ersoy’un kullandığı vezin yerli yerinde duruyor.

Daha önce pek çok kereler basılmış bir yapıtı siz beş düşünen adam bir araya gelip yeniden düzenliyorsanız, bir iddianın sahibi olduğunuz anlaşılıyor. "Biz öncekilerden daha iyisini yapacağız" demiştiniz, öyle mi? Ama görülüyor ki, en iyisini yapamamışsınız.

"Bir kısım" bilim adamlarımıza öneride bulunmak, yol göstermeye kalkışmak, hele hele akıl vermek elbette haddimiz değildir ama, ellerine aldıkları bir metni doğru okusunlar. Bir de diğer pek çok din adamının adının doğru yazılmasından vaz geçtik, hiç değilse Hoca Ahmed Yesevi’nin, Hacı Bektaş Veli’nin ve Hacı Bayram Veli’nin adını doğru yazsınlar.

 
Toplam blog
: 49
: 774
Kayıt tarihi
: 19.11.06
 
 

Ben uzun zamandır yazıyorum. Türkiye'den epey uzakta oturuyorum. Üç çocuğun babası ve pek çok çocuğu..