Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '20

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Bilimsel Terapi-Yaşam Koçluğu

Bu yazımda bilimsel terapi nezdinde kişisel gelişimciliği mercek altına aldım. Böylece hem her insana, hem de birçok yazı ve söylemlerinde sık sık rastladığım üzere, tıp fakültesi mezunu olup çeşitli terapi dallarında hizmet veren hekimlere, terapistlere, psikiyatristlere ve tıp okumamış olsalar bile psikologlara da naçizane bir hatırlatmam olacak.

 

Lütfen, kişisel gelişimcilerin söylemlerine gereğinden fazla itibar etmeyin.

Çünkü onların söylemleri ancak kısmen doğru, dolayısıyla bir genelleme yapılamaz.

 

Postmodernist ve kapitalist sistemin pompalayarak empoze ettiği, hep olumlu yaklaşımlarla tribünlere oynayıp insanları manipüle etmeye yönelik ve böylelikle kısa yoldan para ve etiket kazanmanın cazibesine kapılanları da kendi bünyesine katarak, yalnızca son yılların modası haline getirilen sun'i bir harekettir bu kişisel gelişimcilik furyası.

 

İstisnaları vardır mutlaka ama, geçmişlerinde bu yönde hiçbir eğitimleri bulunmadığı halde ve kendilerinin gelişime ihtiyacı varken, adına eğitim bile denemeyecek sadece üç-beş aylık bir-iki kurs sonucunda aldıkları sertifika ile başkalarının kişiliklerini geliştirmeye kalkışıp, kendilerini mentor, yaşam koçu, kişisel gelişim uzmanı “zanneden” ve öyle ilan eden bir kitledir bu maalesef. Toplum açısından da patolojik bir kitle.

 

Patolojiktir çünkü, savundukları ve insanların beyinlerine işledikleri çoğu şey yanlıştır, çünkü eksiktir, arızalıdır, yani bozuktur, kusurludur, hastalıklıdır esasen.

 

Örnek vereyim:

Bu kitlenin zaten en temel söylemi, insanların yaşadığı iyi-kötü, acı-tatlı, istisnasız “her şeyin” ve “sadece” insanın kendisinden kaynaklandığıdır. Diğer bütün söylemlerini de buna bağlı olarak söylerler.

 

Oysa her şey, ille de insanın 'kendisine' bağlı değildir!

 

Tamam, evet, pek tabii ki çoğu insanın direkt kendinden kaynaklanan şeyler de vardır ama her zaman değil, her durumda değil, her sorun için ve her insan için böyle değildir.

 

Mesela diyelim ki psikopatın biri ortalık yerde çekti silahı sağa sola ateş edip durdu, sen de yolda kaldırımda yürüyor, işyerine gidiyorsun, kurşunlardan biri de geldi seni vurdu, öldün!... veya ağır yaralandın, yaşamsal bir organın ya da bir uzvun zarar gördü.

Bunda senin dahlin ne olabilir? Sen misin bunun sorumlusu, suçlusu? Senin mi bir hatan, yanlışın ve kendinde değiştirmen gereken kötü, olumsuz veya yanlış bir düşüncen, duygun, davranışın, alışkanlığın, huyun filan mı vardı da bu böyle oldu?

 

Cevap çok açık, tabii ki bu durumun seninle hiçbir ilgisi yoktu... Senin kendinden kaynaklanan herhangi bir şey nedeniyle gelmiş değil bu başına.

Başka pek çok örnek var bunun gibi, bu tezi çürütecek... mesela hırsız girdi evine ya da atılan bir iftira, daha önce hiçbir irtibatın olmamış, henüz hiç tanımadığın birilerinin seni üzmesi, yapılan bir haksızlık vs vs vs, hepsi için geçerlidir bu.

 

Ama kişisel gelişimcilere göre senin yüzünden oldu, öyle olmalı!

Her duruma, her soruna, her insana bakış açıları tam da budur ve böyledir ve bu fixtir. Bir şey olmuşsa, mutlaka senden, yani insanın kendisinden kaynaklanmıştır. Sen mıknatıstın çünkü, etrafındaki her şey de mutlaka demir, sen çektin bunu kendine.

 

Yani daha en başta, bakış açıları zaten patolojik!

 

Ve evet, diğer bütün söylemlerini de bu temel üzerine, bu bakış açısı üzerine inşaa ederler.

Sorun sendedir. Sen çektin bunu kendine ya da sen izin verdin buna. Senin kendini değiştirmen lazım, duygunu - düşünceni, huyunu - davranışını değiştirmen lazım.

Nitekim buna bağlı olarak yine işte, en yaygın ve dillerine pelesenk olmuş sürekli söyledikleri, o meşhuuur “anı yaşa” söylemi. Anda kal, geçmişi de geleceği de bırak, anda yaşa! Sadece şu an var, bugün var, dün veya yarın değil, şimdi var. Geçmişi unut, ya da affet, her ne olmuşsa olmuş, geleceği de çıkar aklından her ne olacaksa da olacak, kurtul bundan, değiştir bu duygu ve düşünceni, geçmiş ve gelecek yok, takma kafana. Şu anın keyfini çıkarmaya bak.

 

Oysa geçmişiyle-bugünüyle-geleceğiyle bir bütün halinde insan “ömrü” diye bir süreç var. Ve bütün gelişimini de bu süreç ile “birlikte” aşama aşama gerçekleştiriyor insan. Dolayısıyla, bir defa zaten var olan buyken bunu tümüyle yok sayan ve reddeden bir söylemdir bu, yani gerçek dışıdır, dolayısıyla olması gereken de, yapılması gereken de bu değildir esaen.

 

Tamam, tabii ki gerektiğinden fazla saplantı derecesinde de takılıp kalmamalıdır geçmişte olanlara, geleceği de gereğinden fazla takmamalıdır kafasına ama, hepten unutursa, olmamış farzederse var olanı... zaten olmuş olanı/var olanı “kendini kandırarak” yok sayarsa, geçmişten/o olanlardan ders almadıkça, yani onları hatırlamadıkça, şu an doğru bile yapsa, veya boş verse lay lay lom takılsa bir sonraki an'larda da:) yani gelecekte, yine aynı hataları gene yapar insan! Yani, bu gerçeği de yok sayar, bunu da hiç hesaba katmamaktadır bu söylem. Ama hâl böyleyken, başka bir söylemlerinde de, sen hep aynı hataları yapıp, hep aynı şeyler başına geldiğinde bu defa da derler ki sen izin veriyorsun işte buna! Oysa onlar demişti geçmişi unut diye! Hem geçmişi unut derler, hem de geçmişi unutup ders almadığın için sen izin vermiş olursun buna! Çelişkiye bak!

 

Kaldı ki, o zaman geçmişin bilimi olan tarihi ne yapacağız, tarih diye, arkeoloji, antropoloji diye bilim dalları da var bunları ne yapacağız, çöpe mi atmalıyız? Hattâ bir de geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez, geleceğe yön veremez diye bir özlü sözümüz de var; öyle ki ayrıca, geçmişini bilmeyen/geçmişi unutan zaten bugünü/içinde bulunduğu anı da anlayamaz. Ve geleceğe dair bir takım amaçları, hedefleri, hayalleri, istekleri, düşünceleri olmazsa insanın ve onu o hedeflere taşıyacak kararları-yolları bugünden düşünüp almazsa ve planlamazsa, bugünün de ve külliyen “yaşamın zaten hiçbir anlamı kalmaz” der gelmiş geçmiş bütün düşünürler, filozoflar, ermişler, bilgeler, atalar... Şimdi bunlar mı geçerlidir, doğrudur asıl, yoksa kişisel gelişimcilerinki mi?

 

Hâsılı, hem geçmiş yok, gelecek yok, şimdi var, anı yaşa, anda kal, geçmişi de unut geleceği de unut gibi, hem de sen bir sorun yaşıyorsan sende var demek ki sorun, kendini değiştirmelisin, hele de sürekli aynı şeyler oluyorsa, hep aynı sorunu yaşıyorsan, mutlaka senin kendinde değiştirmen gereken bir şeyler vardır ya da sen izin veriyorsundur buna!” ana fikirli nice söylem ve hepsi de arızalıdır, kusurludur maalesef. Hepsi de açıklanmaya muhtaçtır ve hepsi de duruma ve insanına göre değişen şeylerdir bunlar. Dediğim gibi, asla genelleme yapılamaz, asla her insana uygun ve ille de her insan için doğru söylemler değildirler. Bu söylemlerin pek azının şimdi sadece bir iki detayına değindim, kimi söylemleri belki daha özel ele alıp sonraki yazılarımda daha geniş irdeleyerek açıklamak daha doğru.

 

Zaten kişisel gelişim/gelişmişlik veya insanın gelişimi ve kendini geliştirmesi direkt bütüne bakabilmekle, bütünü görebilmekle, en azından olabildiğince en geniş açıdan bakabilip gördüğü her şeyle de birlikte aynı zamanda “çok yönlü” de düşünebilmekle alâkalı bir şeydir. Ancak böyle mümkün olabilir. Ancak o zaman zaten bir gelişmişlikten ve kendini geliştirmiş olabilmekten söz edilebilir. Bunun okulu-kursu filan da yoktur, öyle beş on söylemle filan olacak bir şey de değildir.

 

Gerçek kişisel gelişim, tefekkürlerle, tevekküllerle, gözlemlerle, hatırlamalarla, ayrıca başka insanlarla yapılan derin sohbetlerle ve fikir alışverişleri ile de beslenerek, insanın hem etrafındaki olan bitenler, hem öncelikle başka insanların yaşadıkları, hem de kendi yaşanmışlıklarından da feyz alarak ve bir çok pozitif bilim ve soyut ilim dallarından araştırıp-okuyup-öğrenip, bunların ışığında edindiği bilgilerle de harmanlayarak, bütün bu verilerin hepsini birden birleştirip düşünce boyutunda insanın gerçekleştirdiği “doğru” sorgulamalarla ve hem zeka hem iradenin eşliğinde, mantık, muhakeme, kıyas ve tartı da içeren akıl yürütmelerle, aklın yanısıra yürek de devrede olarak zihinsel, bilinçsel, duyusal ve duygusal ve hem içsel hem de dışsal algoritmalarla uzun seneler alan disiplinli bir çalışma sürdürülerek, böylesi bir keşif yolculuğu, böylesi bir keşif süreci ile ve aşama aşama ancak başarılabilen bir şeydir.

 

En önemlisi de, insanın kendi önce bu şekilde kendini geliştirebilmiş, kendisi gelişmiş bilge bir birey olabilmelidir ki, başkalarını da geliştirebilsin!!

 

İşte tam da şu son söylediğim, işin olmazsa olmaz esasıdır zaten. Kendinde bu değişimi-gelişimi başarmamışsa henüz, başkasına isabetli ve doğru bir katkısı nasıl olsun?!

Bu arada her değişim, gelişim değildir, ama her gelişim bir değişimdir mutlaka.

Peki hâl böyleyken kişisel gelişimciler ne yapıyor?

Derler ya yine hep “olumlu düşün, olumlu olsun her şey”....

Onlar da olumlu düşünerek, herhalde başkalarını geliştirecek kadar kendilerini geliştirmiş olduklarını, yeterince gelişmiş olduklarını “farzettikleri” için olsa gerek, bir taraftan hep “kimseyi değiştiremezsin -yani geliştiremezsin-, her insan ancak kendini değiştirebilir” yani kendini de kendin ancak değiştirip geliştirebilirsin dedikleri ve bunu savundukları, insanlara da kezâ hep bunu dikte ettikleri halde, bir taraftan da kendileri yine başka insanları güya geliştirmeye, gelişimlerine güya katkıda bulunmaya, güya yardımcı olmaya, değiştirmeye kalkmıyorlar mı? Hani kimse kimseyi değiştiremezdi, kendisi değişmeliydi, kendisi kendini değitirebilirdi-geliştirebilirdi ancak? Başkalarını geliştirmeye/değiştirmeye çalışmakla kendileri zaten kendi bu söylemleriyle de işte yine çelişmiş ve bu söylemleriyle top yekûn iştigal ettikleri alan bile iflas etmiş olmuyor mu? Demek ki neymiş, bunu dahi düşünemeyecek kadar kendileri ve bakış açıları dar bir alana sıkışık durumda işte maalesef. Demek ki, “hiç de yeterince kendilerini geliştirebilmiş değillermiş” sonucu çıkmaz mı buradan? Bir söylemi bir diğer söylemini yok edecek şekilde bunca çelişkiler içinde olduklarına göre, demek ki doğru bir şekilde akıl yürütemiyor, doğru düşünemiyorlar bile ki kendilerini geliştirebilmiş olabilsinler.

 

Dolayısıyla sonuç olarak, psikiyatristlerle-terapistlerle-psikologlarla yani insan hakkında daha bir uzman hekimlerle hele kıyaslanacak olursa, siz hekimler zaten kişisel gelişimcilerden çok daha ileri ve gelişmiş bir eğitim almış insanlarsınız ve böylece kendi iç dünyanız ve düşünce boyutunuzda da daha gelişmiş ve kendinizi geliştirmiş olduğunuz da varsayılacak olursa, kişisel gelişimcilerin çeşitli söylemlerine itibar etmekle ve kendi mesleki argümanlarınızda onların bu patolojik söylemlerini kullanmakla doğru bir iş yapmış olur musunuz?!

Bence hayır. O yüzden de diliyorum ki sizler de işte bunu bir sorgulayınız lütfen.

 

Duyusal, görsel, duygusal, düşünsel, ruhsal, yani zihnen, kalben ve manen ve elbette bedenen de sağlıkla kalın, bilinçle ve sevgiyle kalın... Çalışmalarınızda başarılar ve şimdiden teşekkürlerimle...

.

.

.

Filiz Alev Tekin

17.11.”20

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..