Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '16

 
Kategori
Deneme
 

Bilinç-Bilinçlenme-Bilinçlendirme

Bilinç-Bilinçlenme-Bilinçlendirme
 

"Bilinç’ dediğimiz bir kavram var bizim dil, düşünce ve kültür dünyamızda... İnsanlaşma sürecinde önemli kilometre taşlarından biri bilinçlenmedir.
 
Bilinç, herkesin çok iyi bildiği gibi, "bil-mek" eyleminden türemiştir; gerçekten de bilincin temelinde “bilmek” vardır, yani bir şeyi/şeyleri hemen her yönüyle anlama çabası. Bu nedenle, bilinçlenmenin şu aşamalardan geçtiği de varsayılabilir:
(a) çeşitli yol, yöntem ve araçlarla olup bitenleri görme ve bilme (gözleme süreci)
(b) gözlem ve bilgileri değerlendirip olup bitenlerin (genelde sorunların) farkına varma (anlama süreci)
(c) bu farkındalıkla çözüm konusunda neler yapılabileceğine (düşünce üretmeye) karar verme (karar ve uygulama süreci). Bu kararın uygulanması durumunda, bilinç görünürlük kazanacaktır.
 
Özetle, bilinç, "öznenin kendini sezişi, kendinin ve çevresinin farkına varması, gözlem, algı ve bilgilerin anlıkta duru ve aydınlık olması süreci (eski: "şuur")...
 
Şöyle de tanımlayabiliriz bilinci ek olarak: Çevremizde yer alan bir şeyin varlığına, gerçekliğine ilişkin zihinde açık seçik beliren temel düşünce (M. Soyek “temel düşünsel görüdür” diyor):
Örneğin, "Sorumluluklarının bilincinde olan insanlar olmalıyız."; (M. Soyek eklentisi bir örnek: “Kendini bilme bilincine ulaşamamış insan toplumlarında demokrasiyi yerleştirmek zordur, hatta olanaksızdır.)
 
* Bir toplumdaki ruhsal etkinliklerin ya da ruhsal durumların bütünü: Örneğin, "Tarih bilinci olmayan bir toplum, geleceğini belirleme olanağından yoksun kalır" -
 
Ayrıca, günlük yaşamda değişik ortam ve bağlamlarda, sıklıkla kullandığımız bir kavramdır bilinç. Yalın, tek olarak kullanıldığı gibi, "dil bilinci", "tarih bilinci", "hukuk bilinci", "siyaset bilinci", "din bilinci" gibi türleri de söylemimiz içinde yer almaktadır... Yusuf Çotuksöken 25-03-2016
***
Bilinçsiz insan kendini bilemez ve sanırım bu yüzden başka bilinçlerin veya bilinçsiz zekâların peşine takılır, onların varlığına kul olmayı kendine yaşam biçimi yapar. Bilinçlenmek ve bilinçlendirmek, yani gerçeğin bilgisine ulaşmak ve onu sorgulayıp çözümleme yetisini (düşünme sorumluluğunu) kazanmak ve kazandırmak bu yüzden toplumsal istikbalin en değerli yatırımıdır. Bilinçlenmek için sorgulayıcı bir zihinle bilgiyi eleştirmeliyiz. Bilinçlendirmek için de bilginin olumlu ve olumsuz yanlarını gösterirken bulanık alanlara dikkat çekici soruları da ortaya açmalıyız. Bu az çok eğitimli ve bilgiyi düşünceye vurabilecek insanlar için geçerli bir yoldur elbette.
 
Doğuştan itibaren başladığımızda en önemli bilinçlenme ve bilinçlendirme ortamı eğitim-öğretim ortamıdır. İkinci olarak aile ve toplumsal yaşam ortamı gelir. Ben sanal âlemi de toplumsal yaşam ortamının bir dairesi olarak görüyorum. Kurumsal ve sosyal medya toplumsal ortamdır. Eğitim-öğretim ne pahasına olursa olsun öğrenciye bilgiyi sorgulama özgürlüğü ve fırsatı vermeli ve bunu yapmasını ondan görev olarak talep etmelidir. Öğrenci kalitesi hatırladığı bilgiyle değil; gerektiğinde bulup bilebileceği bilgiyle ölçülmelidir. Öğrenciye doğru bilgi kaynaklarına erişim yolları ve adresleri gösterilmeli ve sunulan bilgiyi gerçekliği onaylanmış bilgilerle sorguya çekme alışkanlığı kazandırılmalıdır. İşte burada Türkçe, matematik, tarih ve felsefe derslerine ağırlıklı önem verilmesi bir devlet görevi yapılmalıdır. Tabi ki bu ağırlık ders bilgilerini ayrıntılarıyla öğrenciye ezberletme biçiminde olmayacaktır. Asıl amaç öğrencinin ders bilgilerini kendine daha ileri düzeyde bir bilinç yapmak için kullanabilir olmasıdır. Bunun nasıl yapılacağı bilgisi de bilinçli eğitimcilerin işi olsa gerek.
 
Bilinçli olmak bilgilenmek değildir; bilgiyi uygulamak ve yeni bilgiler üretmek üzere kullanmaktır.
 
Bilgisiz bilinç olmaz. Bilinçsiz bilgi de hiçbir işe yaramaz. Bilinç, bilginin düşünce süzgecinden çözümlenmiş hâlidir. Zihnimiz bilgiyi düşünce süzgecinden ne denli ayrıntılı geçirip çözümleyebilirse bilincimiz de bilgi üretiminde ve geleceğin kaderini tasarlamada o kadar verimli olacaktır. Bilgi hem soyut alanda salt düşünceyle, hem de somut alanda gözlem ve deneyimle fark edilebilir. Yeter ki bilincimizi bilginin peşine düşürelim.  İşte bu (bilgi-bilinç-düşünce-bilgi) sarmal geçişleri sırasında kendini bilen bilinç, “hiçbir şeyin bilindiği gibi kalmadığı” mutlak gerçeğini fark ederek bildiklerini inkâr edebilecek özgürlüğe ulaşır. Evrensel hayatın belki de hiç umursamadığı varlığımız tam da bu özgürlük kıvamıyla işlettiğimiz bilincimiz sayesinde hayatın tümlüğü kadar geniş bir öneme yükselir.
 
Hayatın aslında bizim ne bilgimize ne bilincimize ihtiyacı vardır. Ölüm bunun en büyük kanıtıdır. Ölürüz ve hayat kendinden bir eksilme hissetmez. Hatta tüm insanlar bir anda ölseler bile hayat bunu hiç umursamaz. Biz, hayatın vazgeçilemez biriciği değiliz; ancak bizi canlılar içinde biricik yapan bir ‘biricik’ özelliğimiz vardır. Bizi diğer tüm hayat varlıklarından üstün kılan bu çok değerli tekil özelliğimiz, kendimizi ve çevremizi geleceğin hayaline uyarlama bilgilerini çözen ve yapan bir bilinç sistemine sahip oluşumuzdur. Eğer bu eşsiz ayrıcalığımız olmasaydı, zamanı arzu ettiğimiz hayale yürütecek bir uygarlık sistemini kurabilmemiz de olası olmayacaktı.
 
Kıyamete taşıyabileceğimiz tek güvenilir kaynak kendini bilmiş insan bilincidir. Bilimsel yaşam insan bilincini kendini bilmiş özgürlüğe yükseltirken insan uygarlığının değerini de yükseltir.
 
Benim bilinç kavramımda sadece bilgiyi bilmek yoktur; bilgiyi bilme niyetinin vicdanı ile birlikte hayal gücü de vardır. Özellikle hayal gücünü yok sayan bilinç düşüncenin yolunu açamaz; hayal gücüne rağbet etmeyen bilinç var olmayı kadere rağmen özgürleştiremez.
 
Bilim kandırmaz; olsa olsa bugünün doğrusunu yarın için yanlış bildirmiştir...
 
Bilinçli olmak isteyen bir eşeğin ilk katlanacağı akıl gerçeği, kendisinin gerçekten bir eşek olduğudur. (Bourliaguet) (Bu ilk gerçekle yüzleşmesinden sonra bilinçlenmeye devam ederse, yavaş yavaş eşeklikten çıkıp insanlaşmakta olduğunu da görecektir. M. Soyek yorum eklemi)
 
Bilgi akıla girdiğinde değil, akıldan çıktığında bilinmiş olur. … ve bilgiyi akıldan çıkarmanın en sağlıklı yolu onu ters yüz eden soru kancalarına takıp çıkartmaktır… Daha sonra da uygun ortamda bu bilgiyi paylaşarak başka akılların sınamasına çekmek gerekir. Çünkü, “Bilgiye açılan yol herkese açılmış bir yoldur” diyor Paulo Coelho, Pilgrimage -Hac başlıklı romanında.
 
“Kişi, aydınlık hayaller imgeleyerek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir. Ancak bahsi geçen ikinci yöntem tatsızdır ve bu nedenle tercih edilmez.” C. G. Jung
***
Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..