Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '07

 
Kategori
İnançlar
 

Bilincimin gerçekliği

Bilincimin gerçekliği
 

Siyah ve eflatunun huzurunu içime yansıtırken umutları saymıştım geceler boyu. Huzur da diğer varlıklar gibi canlı bir şeydi beynimde. Azalması, çoğalması, yaşama adapte olması, sınavlardan ya da değişimlerden geçmesi gerekmekteydi. Bazen karanlığın tonları arasında kaybolur, bazen de bir kor ışığı gibi yaklaşırdı hücreme. Yanardağ renginde bir ruh durumu... İndirgenen anlamlar, çözünmeyen kavramlar, asitler, bazlar, tuzlar... Sonunda tümüyle kaybolup giden yaşamlar! Kimi anlar yaşanır ya, ne gökyüzü parıldar, ne kuşlar kanat çırpar. Şehir, suskunca içine gömülüp kaybolur. Sanki bir kozanın içine saklar kendini. İşte o an renktir, izdir huzur. Bulanık, bunaltısızdır. Gecedir, kıştır, belki de kaçıştır. Şehirden geriye kalansa doruktaki nötralize eflatundur. Bir kapı açılır, hayat görülür. Yanılgıdır duygular. Üçüncü bir göz gerekir yüreklerin yükseltgenmesi için. İnce bir ip belirir, düğümler çözülür. Çünkü oyun bitmiştir.

Bu rengin huzurunu bilincime yansıtırken bir tebessüme mal olan özneyi de düşünmüştüm geceler boyu. Biraz üşümüştüm. Derinine inip ellerimi ısıtır mısın? Diyemedim geceye. Düşünce ırmağım yükseldi bulutlara. Tam taşmak üzereyken gözlerime yansıttım bilincimin en masum anını ve yorgun bir esire dönüştürdüm yüreğimi. Eylemsizlik özelliğimi düşlerken bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu ruhuma. Bir çınarın altına uyku sersemi sığınansa kütlemdi. Beynimin kıvrımlarında savrulan düşünceleri, süzgeç kâğıdından geçirip dibe çökenleri ayırarak, elimde tutabilmenin analizini yapmaktaydım. Bir de baktım ki; süzgeç kâğıdı üzerinde kalan çocukluğumun en anlamlı anısı, böğürtlenlerdi. Avucumdaki böğürtlenler... Bilincimin parçalanma sınırında avuçlarıma akan düşlerin sonsuz kayboluşu. BEN!

Bak şu hayata... Neler dokuyor kendi ürettiği iplerle gidip geldiği nakışları üzerinde yaşamın. Mor düşlerden mavi okyanusa açılan kapıdan geçip uyandım gündüzü olmayan kıyısına doğru. Genleştirdim kendi özüyle ısınan yaşamı. Önce avuçlarımı kar taneleri ıslattı. Sonra da gözlerime ışıdı dünya bir kış akşamında. Haziran uzaktı, sevgi de... Bambaşka baharların, bambaşka özlemlerin yolcusuydu günler. Soğuk ve siyahtı. Saçlarım da yağmur kokmuyordu oysa! An'lar, aydınlığın aldırmazlığıyla geçerken beynimde yarattığım izafi aşkım rengini buldu. Simgeler dağıldı, karıştı renkler. DÜŞ-ME-Dİ.

Yüreğimdeki son gemi de açılırken denize, sessizce ağladı gece. Kaçtım bilincimden olmadı. Sustum... İyisi mi uzaklaştırayım dünyamdan dedim bu izafi boyutu. Yine olmadı. Kendimi, bileşenlerime ayırıp damıttığım gecede, zamansız bir ayrılık gibi ruhumun sol yanına dokundu. Yani en derinine.

Dışı gece, içi gündüzken anlamsız bir zamanda gelen kış, çiçeklerini sundu bakışlarımın bahçelerine. Aynanın yansıttığı yalan, gördüğüm gerçek oldu bilincimin ötesinde. DÜŞ-TÜ.
Bir kış sabahına uyandım, gözlerim doldu. Ağladıkça ıslandı, uslandı yüreğim. Ve ıslandıkça çiçekler yeşerdi, Pozitif yüklü bir protonun çekirdeği doldurdu boşluklarımı. Yine doğruldum çiçek tozlarına. Gerçeği keşfe çıktım, atom çapım azaldı. Parçalandım, çoğaldım. Körebe oynar gibi saklandım çocukluğuma. İzim de İthake'de kaldı. Kulağımdaki kemanın tılsımı da olmasa, ne kalır benden geriye dedim ve tüm zamansızlıklara rağmen uçurdum güvercini, kanadında düşlerim olduğunu bile bile. İçinden geçtim zamanın. Ardından camlar buğulandı. Boşluğa kapatıp, geceye açtım penceremi.
Gün ağardı usul usul. Yağmur yine bardaktan boşaldı bir kış sabahına. Ve...
Naftalin gibi yeniden buharlaştı, su olmadan uçup gitti... Avucumda kalan böğürtlenler ve dünya.

 
Toplam blog
: 34
: 1476
Kayıt tarihi
: 02.08.06
 
 

Psikoloji öğrencisiyim ilgi alanlarım insanlarla iletişim, bilim kurgu ve en önemlisi yazmayı sev..