Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '12

 
Kategori
Öykü
 

Bilinmeze doğru

Uykusunun en derin yerinden, bir gece yarısı, onu bir telefon sesi uyandırdı. Yarı uykulu bir halde, eli acı acı bağıran telefonu aradı buldu. Ahizeyi kulağına yaklaştırıp, "Alo" dedi ürkek bir sesle.
Ahizenin öteki ucundaki ses onu bir an için kendine getirmeye yetti. Ses tanıdık birine aitti. "Ne!" diye karşılık verdi. "Gecenin bu vaktinde mi?! Şaşaladı, elinde telsiz telefon olduğu halde, fırlayıp kalktı ayağa. Konuşmuyor, yalnızca kendisine söylenileni can kulayla dinliyordu. Oda karanlıktı. El yordamıyla, duvardaki elektrik düğmesini aradı buldu. Oda bir anda ışığa boğulunca gözleri kamaşıverdi birden. Gözü duvar saatine ilişti, dördü biraz geçiyordu. "Neredeyse gün ışıyacak, sabah olması yakındır."diye geçirdi içinden. Aynada kendini gördü. İyice yaklaştı aynaya. Kendi suretine boş boş bakınmaya başladı. Şaşkınlığı hala üzerinde duruyordu... Saçları yer yer beyazlamıştı. Oysa daha genç sayılırdı, yirmi altısını yeni bitirmişti. Kulağına yapıştırdığı telefonu fark ettiğinde, indirdi yerine bıraktı. "Ne yapacağım, şimdi ben?" diye telaşa kapıldı, aynadaki aksine bu soruyu yöneltirken.
Elleri titriyordu. Ağlamaklı olmuştu. Oysa böylesi bir haber kendisine ulaştırıldığında sevinmesi gerekiyordu, üzülmesi değil... Uzun bir süredir kendisini yurtdışına çıkaracak şebekeden mutlu haberin çıkmasını bekler haldeydi. Haber gelmişti, ama sevinemiyordu bir türlü. Beyninin içinde yanıt bekleyen onlarca soruyla bir, mutfağa yürüdü gitti. İçi yanıyordu. Vücudunun her yanını hararet basmıştı. Buzdolabını açtı, içinden bir şişe soğuk su çıkardı. Kapağını açıp, dikti başına. Soğuk su ağzından aşağılara kadar taştı, neredeyse tüm vücudu ıslandı. Soğuk su titretti onu, acı acı gülümsemesine yol açtı...

Rahatladığını hissetmiş, kendine gelir gibi olmuştu. Şişeden arta kalan suyu avucuna döktü, buz gibi suyla yüzünü bir güzel yıkadı. Uykusu dağılır gibi oldu. Mutfaktan çıktı doğruca, anne ve kız kardeşinin birlikte uyudukları odaya gitti. Odanın kapısını araladı önce, içeriyi dinledikten sonra girdi içeriye. Başuçlarına sessizce kıvrılıp oturdu. Mışıl mışıl uyuyordu ikisi de. Belki böylesi daha iyiydi. Yüzlerini karanlıktan ötürü seçemiyordu. Kıvrıldığı yerden usulca kalktı, pencerenin yanına gitti. Perdeyi araladığında, sabahın ilk ışıkları, odaya doluştu. Oda biraz aydınlanmış, yüzleri seçilir hale gelmişti. Tekrar yanlarına ilişti. Önce kardeşinin saçlarını sevip koklamaya başladı. İpek gibiydi saçları. Oradan aldığı bir tutam saçı, burnuna yanaştırıp kokladı, derin derin içine çekerek... Eğildi annesinin yanağına hafif bir öpücük kondurdu, doyamadı bir kez daha...

Ağlıyordu, acısını içine gömmüş, gözyaşları sessizce içine akıyordu. Fazla dayanamayınca, iliştiği yerden kalktı. Odadan çıkmadan önce son bir kez ardına bakmak istediyse de yapamadı, vazgeçti bu isteğinden nedense. Bir kez daha acıdı yüreği, tarifsiz bir sızıyla burkuldu.

Acılarıyla birlikte, odasına geri döndüğünde, karyolanın altına önceden gizlemiş olduğu valizini çıkardı. Üzerini aceleyle giyindi. Zaman geçirmeden evi terk etmesi fikrine kapıldı birden. Öyle de yaptı.

Kendini sokağa, karanlığa bıraktı, valiziyle birlikte... Bomboştu sokak, hiç bir yaşam belirtisi yok gibiydi. Arızalı sokak lambası bir yanıyor bir sönüyordu yalnızca. Elindeki valizi yere indirdi, onu çekelemeye başladı. Valizin tekerleri, yer yer taşların aralarındaki boşluğa takılıyor, ilerlememesi için adeta direniyor, "Gitme, kal!" diyordu. Ama çabası boşunaydı...

Anne yatağında gözlerini sıkıca kapatmış, derin bir uykudaymış gibi gösteriyordu kendini. Oğlunun başucuna iliştiğinden haberi vardı. Her şeyi görüyor ve duyuyordu. Anne de oğlunun sevgi gösterilerine karşılık vermek istiyor, ona sıkıca sarılmak, bağrına basmak istiyor, onu bir çocuk tadında doyasıya öpmek istiyordu. Ama yapamadı. Yapmak istemiyordu çünkü... Oğlunun uzun süren bir cezaevi yaşamından sonraki psikolojisini iyi biliyordu. Yaşamda bir başına kalmıştı, etrafında kimsecikler kalmamıştı. Tutunacağı bir örgütü, güvenebileceği bir yoldaşı yok gibiydi. Oğlu birilerine küsmüş, kırılmıştı. Birileri de ona... Güvendiği dağlara çoktan karlar düşmüştü. Hoş O da karlar düşerken, kılını kıpırdatmak istememiş, yalnızca oturduğu kösesinde izlemekle kalmıştı. Bu duruma düsen bir tek o değildi ki...

Daha önceden yurt dışına çıkmış bir iki yoldaşı dışında, kimsecikler arayıp sormaz olmuşlardı. Küskünlüğü, yaşama kızgınlığı birazda bundandı. Mahallede bir olayın çıkması, bundan oğlunun sorumlu tutulması, evinin davetsiz misafirler tarafından basılır olması, oğlunun yaka paça alınarak şubeye götürülmesi işin çabasıydı. Usanmıştı kadın. Yoksa izin verir miydi oğlunun uzaklaşıp gitmesine? Oğlunun yaşamasını, hayata tutunmasını istiyordu kadın. Yakınlarına,"Gitsin, kurtarsın canını" diyordu sıkça." Razıyım ben buna."

Uyansa, oğlunun sevgisine karşılık verse, gitmesine engel olacağının bilinci içindeydi. Oğlu odadan çıktığında, o da hemen ardından sessizce kalktı. Kızı uyanmasın diye de içinden dualar etmişti. Kız abisine bayılır, abisi de Ona... Oğluna görünmeden, onu uğurlamak, gidişini izlemek, son bir kez görmek istiyordu. "Belki bir daha göremem." diye düşünüyordu. Aklındaki olumsuz düşünceleri bir bir kovduktan sonra, sokağa bakan pencereye koştu. Kendini perdenin arkasına bir güzel gizledikten sonra, perdeyi araladı ve dışarıyı izlemeye koyuldu.

Arızalı sokak lambasına kızdı, onu tamir etmeye yanaşmayan belediye görevlilerine kızdı, küfretti hatta. Sokak lambalarını sapanlarıyla kırıp bozan çocuklara lanetler yağdırmaya başladı. Geceye, karanlığa kızdı. Tan yerinin geç ağarışına kızdı. Yoksulluğuna kızdı, küfretti. Zalimlere karsı insanların bir tek yumruk olmayışlarına kızdı. Kocasının, erken bir yaşta, inşaatta, iskeleden düşerek ölmesine, kendisini yapayalnız, bir başına bırakmasına kızdı. Kızmadığı, küfretmediği hiç bir şey kalmamış gibiydi.

Oğlunun siluetini zar zor seçebiliyordu. Sonra göremez oldu. Görünmez oldu oğul. Valizin tekerlerinin çıkardığı ses, gecenin yüreğine, yalnızlığına karışıp yitip gittikten sonra, saklandığı yerden çıkabilmeyi akıl edebildi sonunda. Yatak odasına geri döndüğünde, hiç bir şey yaşanmamış gibi, yatağına girdi. Kızını kendine doğru çekerek, ona sıkıca sarıldı. Defalarca öptü, kokladı onu... Yorganı başına kadar çekti, ağlamasına devam etti sessizce.

Sokağın sonuna vardığında, durdu, geriye baktı oğul. Evlerine, ardında bıraktıklarına son bir kez bakmak istedi. Sokak karanlıktı hala. Sokak lambasının şimşek gibi yanıp çakmasından, evleri bir görünüyor, ardından hemen kayboluyordu. Boğazına bir şeylerin düğümlendiğini hissediyordu. İçinden ağlamak, isyan etmek istiyordu. O yalnızca ağlamayı seçti. Sırtını duvara verip, evi, sokağı izlemekten vazgeçti nedense. Cebinden sigara paketini çıkardı, içinden bir tekini aldı dudağına götürüp yaktı, dumanı derin derin içine çekmeye başladı. Öksürmeye başladı, kesik kesik... Sigarası bitmeden bir tekini daha yaktı. Bu kez sigarasına acılarını, öfkelerini, sevinçlerini ve özlemlerini bir güzel sarıp, birlikte içmeye başladı...

Sonra her şeye boş vererek, valizini yerlere sürerek, akıp gitti yoluna...

 
Toplam blog
: 62
: 233
Kayıt tarihi
: 12.01.12
 
 

1977-78 İzmir Namık Kemal Lisesi Edebiyat Bölümü mezunuyum. Çesitli dergi ve sayfalarda öykü, den..