Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '13

 
Kategori
Öykü
 

Billboard

Billboard
 

Kullanılıp atılanlar yalnızca havlular, plastik şişeler ya da tıraş bıçakları değil.


Gökçen, Büyükdere Caddesi üzerindeki otuz küsür katlı ofis binasının yirminci katının caddeye bakan tarafında bir ofiste, yarı uyuklar vaziyette, amirinin ona verdiği proje üzerinde çalışıyordu. Kafasında pek fazla şey yoktu. Bir yandan göz ucuyla müdürün odasının ofise bakan penceresini gözlüyordu. Jalûzinin kapalı olduğunu görünce rahatladı. Gidip biraz işten kaytarabilir, kahve-sigara molası verebilirdi.

Ofisten çıktı, asansöre bindi ve herkesin sigara içmek için kullandığı balkona inmek üzere asansörün panelindeki “15” yazan tuşa bastı. Asansörden inip kahve otomatının yanına geldi. Kilosuna dikkat etmeliydi. Şekersiz bir kahve alıp balkona çıktı. Gökçen bu işte çalışmaya başlayalı kaç yıl olduğunu düşündü bir an. Beş sene olmuştu. Bu beş sene içinde kim bilir kaç kere bu balkona kahve-sigara ya da çay-sigara içmeye çıkmıştı…

İş saati olması sebebiyle balkonda on-on beş kadar kişi küçük gruplar halinde ya da Gökçen gibi tek başına sigara içiyordu. Bu kişiler arasında Gökçen’in tanıdıkları da vardı, tanımadıkları da. Ama biri, aralarından en fazla tanıdığıydı:

Adı Yılmaz. Gökçen’in eski sevgilisi. Sakalları uzamış.

Yılmaz, Gökçen’in çalıştığı ofisin hemen alt katındaki pazarlama şirketinde yöneticiydi. Genç yaşına rağmen kariyer basamaklarını hızla çıkmış, eli yüzü düzgün, hoş bir adamdı. Tanışmaları ve ilişkileri pek heyecanlı olmuş, iş evliliğe kadar gelmiş ama sonu kötü bitmişti. Gökçen aşağı yukarı her gün Yılmaz ile bir şekilde karşılaşıyordu. Bu karşılaşmalar çoğunlukla sigara içilen bu balkonda ve asansörde oluyordu. Balkon küçük bir yerdi. Asansörler de pek geniş sayılmazdı. Her normal insan gibi tanımadığı insanlarla bile “asansör tedirginliği”ni yaşayan Gökçen’in rahatsızlığı, asansörde ya da balkonda Yılmaz ile karşılaştığında daha da artıyordu.

Gökçen, ince topuklu ayakkabılarını yere vura vura bir yandan sigarasını içiyor, bir yandan kahvesini yudumluyor, bir yandan elinde olmadan Yılmaz’ı süzüyor, bir yandan onu süzdüğünü Yılmaz’a belli etmemeye çalışıyor, bir yandan da Yılmaz’ın oradan bir an önce gitmesini diliyordu.

Kafasını Büyükdere Caddesi’ne doğru çevirdi genç kadın. Biraz ilerideki metro durağından çıkan ve durağa giren, kaldırımda yürüyen, durakta otobüs bekleyen onlarca insana bakıyor ama pek bir şey görmüyordu. Zaman geçmek bilmiyor, sigara bitmiyor, kahve bitmiyordu. Yılmaz’ın da oradan gitmeye niyeti yoktu. Sinirlendi Gökçen, sigarasını bir hışımla söndürdü ve yarı dolu karton kahve bardağını çöp kovasına fırlattı. Tam bu sırada gözü aşağıda koca bir billboarda takıldı. “Cilet kullan-at tıraş bıçakları.”. Yılmaz’ı hep sakalsız severdi. “Şunun kılığına bak, at hırsızı gibi gelmiş işe…” diye düşündü ve ofisine geri dönmek için asansöre hızla ilerledi.

Ofise döndüğünde herkesin kafasını kaldırmadan çalıştığını gördü. Arkadaşı Aylin:

-“Gökçen, müdür seni sordu. Lavaboya gitti dedim ben. Gelince yanıma uğramanı söyledi.” dedi.

Gökçen bir şey söylemeden yavaş adımlarla müdürün odasına doğru yürüdü. Kapıyı çaldı ve girdi. Müdür biraz alaycı bir şekilde:

-“Ooo hoş geldiniz Gökçen hanım… Buyurun oturun. Bir şey ister misiniz içecek?” diye sordu.

Gökçen adamı ciddiye almadı bile:

-“Erkan bey, beni çağırmışsınız ama lavaboya kadar gitmiştim kusura bakmayın, sorun neydi acaba?” diye başka bir soruyla amirine cevap verdi.

Müdür:

-“Şu proje hakkında konuşacaktım. Hani şu İtalyan müşteriler için hazırladığımız ve haftaya sunulacak olan proje. Hatırladınız mı?”

-“Evet.” diye cevapladı Gökçen.

-“Kahve-sigara molalarını biraz daha az yaparsak projenin kalan kısmının haftaya yetiştirilebileceğini düşünüyorum, siz ne dersiniz?” dedi müdür.

 Gökçen isteksiz bir şekilde:

 -“Haklısınız, daha dikkatli olacağım. Eğer başka bir isteğiniz yoksa ben çalışmaya dönüyorum.” diye yanıtladı. Erkan bey başka bir şey istemiyordu. Gökçen masasına geri döndü ve iş çıkış saati gelinceye kadar da bir daha sigara içmeye gitmedi. Amirinden, projenin yetişmemesinden ya da işten kovulmaktan korktuğundan değil; Yılmaz’ın orada olabilme ihtimalinden korkudan çıkmak istemiyordu o balkona.

 *****

İş çıkış saati yakındı. Gökçen, saatini kontrol etti. Sahte bir gülümseme ile kuru bir “İyi akşamlar!” diyerek ofisten çıktı. Asansörü çağırırken kalbi yine ister istemez hızlandı. Alüminyum kayar kapılar açıldı ve içinde Yılmaz yoktu. Genç kadının kalp atışları yine normale döndü. Otopark katı düğmesine bastı ve asansör hareket etti.

Adet dönemindeydi. Çantasını kontrol etti. Yedek pedi kalmamıştı. Asansör otopark katına indi ama kararını değiştirip plazanın giriş katındaki alışveriş merkezine çıktı. Büyük bir markete girdi. Her zamanki kullan-at pedlerden alıp kasaya doğru yöneldi. Gözüne öğlen billboard üzerinde reklamını gördüğü Cilet kullan-at tıraş bıçaklarına baktı ama görmedi. Kasaya gitti ve ödemeyi yapıp hemen yakındaki tuvalete girerek eskimiş pedini değiştirdi, çöpe attı. Ellerini yıkadıktan sonra aynaya baktı. Yaşlanıyor muydu? Üniversiteden mezun olduğu gün daha dün gibiydi. Şimdi ise otuzlu yaşlarının başına gelmişti. İlk aşkı, sonrakiler ve en son Yılmaz. Ah o Yılmaz yok mu… “Her neyse” dedi, kullan-at kağıt havlu ile ellerini kuruladı, havluyu çöpe attı ve tuvaletten çıktı.

 *****

İş çıkış saati köprü trafiği tam bir felaketti. Gökçen arabasının içinde adım adım ilerleyen trafikte karışık duygular içinde ilerliyordu. Bazı anlarda gazı sonuna kadar kökleyip öndeki arabanın arkasına patlatmak geçerdi içinden. Hele vücut kimyasının değiştiği bu özel döneminde trafikte daha da bir agresifleşiyordu. Bir keresine Yılmaz’la beraber tatile giderken Yılmaz, arabayı Gökçen’in kullanmasına izin vermişti. Yılmaz, Gökçen’e arabayı vermeden evvel:

-“Gerçekten biliyor musun kullanmayı? Haydi bakalım görelim seni.” demişti.

Gökçen iyi araba kullanırdı. Yılmaz’ı şaşırtmıştı. “Taksi şoförü gibisin” demişti Yılmaz ona. Aklına gelince bir an için gülümsedi. Trafik ilerlerken öndeki araba aniden fren yapmıştı. Zihninde anıları canlanırken Gökçen, az daha öndeki araca çarpıyordu. Biraz afalladı, midesi bulandı. Gişeleri geçince trafik açıldı. Hava fena değildi, biraz temiz hava almak için camı açtı ve Anadolu Yakası’ndaki küçük stüdyo dairesinin bulunduğu siteye doğru giden yolda gazı kökledi.

 *****

Genç kadın, evinin bulunduğu siteye girerken güvenlik görevlisine ağız ucuyla “İyi akşamlar” dedi. Adamın da zoraki bir gülümseme ile aynı şekilde karşılık verdiğini gördü. Bütün gün o kulübenin içinde beklemek adam için ne kadar sıkıcıydı, sanki kendi çok farklı bir durumdaydı. Arabasını park etti ve evinin bulunduğu apartmana doğru yürümeye başladı. Asansöre bindi ve dördüncü kattaki evine çıktı. Kapıyı açtı ve içeri girdi. Herkesten ve her şeyden uzak, korunaklı, şirin ve huzurlu küçük stüdyo dairesinin ışıklarını açtı.

Yemek yapmak istemiyordu canı. Yakındaki pizzacıyı arayıp bir pizza söyledi. Pizza çok gecikmeden geldi. Bir oturuşta koca bir pizzayı yedi. Kahveye şeker koymaya çekinirken bu koca pizzayı bir oturuşta yediği için ölesiye pişmanlık yaşıyordu şimdi. “Amaan boş ver, bir kere geliyoruz dünyaya” diye düşündü. Pizzanın vücuduna eklemesi muhtemel yağları yakıp onu formda tutacağına inandığı için bitki çayı içmeye karar verdi. Yeşil çay yağları yakar diye okumuştu bir internet sitesinde. Faydasını da görmüştü hani, ya da ona öyle geliyordu. Suyu ısıttı, ışıkları kapattı ve EKIA’dan aldığı Düdero lambayı açtı. Bardağa su doldurup kullan-at poşet çayı bardağa daldırdı, biraz demlenmesini bekledi ve bardaktan çıkarıp çöpe attı.

Gökçen, bir yandan yeşil çayını yudumlarken bir yandan da televizyona bakıyordu. Kanallar arasında geziniyor, izleyecek güzel bir şeyler arıyordu. Her zaman yaptığı gibi izleyecek güzel bir şey olmazsa akşamları hep bu saatte yayınlanan bir magazin programı vardı. Onu açar, izler, öylece ekrana bakıp vakit geçirirdi. Yine öyle yaptı. “Ünlü popçu Serkan ile manken sevgilisi Demet, Bodrum’da teknede nasıl sıcak dakikalar yaşadı.” anonslu haberin ardından reklamlar başladı.

İçtiği bitki çayının etkisinden midir bilinmez, Gökçen’in uykusu geldi. Yine EKIA’dan aldığı kullan-at mumlardan birkaç tane yaktı, sehpanın köşelerine birer tane koydu. Elinde yavaş yavaş soğumaya başlayan bitki çayı ile televizyonun karşısına geçti ve sabah bilboardda gördüğü Cilet kullan-at traş bıçakları reklamını izledi. Aklına Yılmaz’ın bugünkü sakallı o pejmürde hali geldi. “Her neyse.” dedi kendi kendine ve televizyonu kapattı, az evvel yaktığı mumları söndürdü. Uyku vakti gelmişti, yarın yeni ve zor bir gün onu bekliyordu.

 *****

Şehrin öbür ucunda bir yerlerde Yılmaz, üç odalı ve geniş salonlu rezidansının banyosunda aynada yüzüne bakıyordu. “İşe bu halde mi gitmişim ben…” diye düşündü. Tıraş olmaya karar verdi. Tıraş köpüğünü yüzüne yavaşça yaydı. Aynanın önünde kim bilir ne zamandan beri duran Cilet kullan-at tıraş bıçağının şeffaf kapağını kaldırıp sakallarını kesmeye başladı. Bıçak pek iyi kesmiyordu. Zor zahmet tıraşı bitirdi Yılmaz. Kullan-at tıraş bıçağının kapağını kapatıp yerine koymaya niyetlenmişti ki “Her neyse.” deyip bıçağı çöp kovasına attı. Uykusu gelmişti, tuvaletin ışığını kapatarak yatak odasının yolunu tuttu.

Bir gün daha tükeniyordu. Kullanılmış, bitmiş ve çöpe atılmış bir gün daha, kullanıp atılmış bir tıraş bıçağı daha… Ama tıraş bıçağı, Yılmaz’ın kullanıp attığı tek şey değildi.

Her neyse.

 
Toplam blog
: 3
: 331
Kayıt tarihi
: 11.06.13
 
 

8 Ağustos 1990 tarihinde Lüleburgaz'da doğdum. Edirne Fen Lisesi'nden sonra İTÜ İnşaat Mühendisli..