Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ağustos '17

 
Kategori
Felsefe
 

Bilmek ve İnanmak…

Bilmek ve İnanmak…
 

Bilmek ve İnanmak…

İnsanlık beklide var olduğundan bu yana bu iki durumu tartışıyor. Başlangıçta bilmekle inanmak arasında büyük bir fark yoktu. Görmek demek inanmak, inanmak demek bilmekti. Atılan nesnenin yere geri düşeceği, güneşin doğuşu ve batışı, yıldızların gökteki yerleri ve bunun gibi olaylar görünür ve dolayısıyla bilinirlerdi. Güneş veya ayın tutulması, kasırga, zelzele ve bu gibi “normal” olmayan doğa olayları ise inançlarla açıklanırdı. Bu sistemde inançla bilim arasında fazla bir çelişki yoktu. 

Binlerce yıl süregelen bu denge, iki-üç bin yıl önce sarsılmaya başlamıştı. Hafif titremelerle başlayan bu sarsılma, gün geçtikçe ivme kazanmış ve kesin tarihi belli olmasa bile, sistem çökmüştür. Çöken enkazdan, inanmak ve bilmek ikilisinden oluşan sistem iki ayrı nesne olarak ortaya çıkmıştır: İnanç ve bilim. O oluşumdan sonra inançla bilim birçok defa çelişecek ve yüzlerce yıl bilim, insan belleğinde inançların yerini alacaktır. 

 Geçen binlerce yıl ile beraber bu iki sistemin çatışması da büyüdü. Arada bir kıskançlık da doğdu diyebiliriz. Nasıl olmasın ki? Başta inanç haznesi devasa büyük, bilme haznesi ise küçüktü. İnsanlar öğrenmeye, bilmeye başladıkça İnanma haznesinden bilme haznesine geçişler başladı. Öyle ya, artık kimse ay tutulmasını inanç hanesinde görmüyor.

Nedir bilmek?

Bilgi, çoğu zaman bilen özne ile bilinen nesne arasında kurulan ilişki sonucunda ortaya çıkan ürün olarak tanımlanır. Bu tanımlamada geçen özne, aktif bir tavır sergileyen insan; nesne ise öznenin yöneldiği pasif durumdaki varlıktır.

İnanmak, bir şeyi görmeden doğruluğundan emin olmadan kabul etmektir, bilmek ise aynı şeyi görerek ve doğruluğunu bilimsel olarak ispatlayarak kabul etmektir.

İnanmak kişinin kendine olan "ikna" sı iken bilmek " ispat" ıdır.

İnanmak, bilginin olmadığı bir ortamda doğacak boşluk ve çatışmadan kurtulmak için eldeki mevcut ve / veya alakasız bilgiyle bu bilinmezlik durumunu bir şeye yormaktır, desek doğru olur gibi geliyor. Öyleyse inanmak mutluluk öfke utanç gibi duyguların ötesinde ve bilme eyleminin dışında, düşünme eylemi ile ilgilidir. Eğer öyleyse inancın karakteri bilme eylemi gerçekleşene kadar onun yerini tutan bir nevi yedek oyuncudur. Dolayısıyla inançların doğasının en temel özü değişkenlik ve esneklik olmalıdır çünkü bu tanıma göre inanç bilme eylemi öncesi bir aşamadır ve gerekli veriye ulaşıldığında değişerek evrimini tamamlayacaktır. 
Ancak bizim inanç ile ilgili çağrışımımız bunun değişmesi çok zor ve çok güçlü bir duygu olduğu yönündedir. Aynı zamanda bu yüzden büyük bir sorumluluk da getirir. Yukarıdaki tanım ile bizdeki çağrışımın bırakın benzer bir tarafının olmasını tamamen birbirine zıttır. 

Sanki aralarında ince ama bir o kadar derin bir çizgi vardır. Bilmek bir şeyi mantığa dayalı verilerle öğrenmiş olmaktır, ancak inanmak bir şeyi doğru olarak benimsemektir ve mantık aramaksızın. Her şeyi bilemezsin, ancak her şeye inanabilirsin. Bildiklerinin doğruluğu çürütülerek değiştirilebilir, inandıkların ise bilimsel verilere, bir kanıta ihtiyaç duymaz, bu yüzden değişmesi güçtür. Bildiğin bir şeye inanmak zorundasın, inandığın bir şeyi bilmek zorunda değilsin. Bildiğin her şeyde bir şüphe payı vardır, ancak bir şeye inanmış isen şüphe payı göz ardı edilir. 

Montaigne,

“İnsanların en çok inandıkları şeyler, en az anladıklarıdır.” Diyor. Yine insanı arada bırakan bir durum. Siz ne dersiniz?

İzmir, 02/08/2017

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..