Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '08

 
Kategori
Haber
 

Bilmeyenler ve unutanlar için memleketimden gözaltı manzaraları

Bilmeyenler ve unutanlar için memleketimden gözaltı manzaraları
 

Resim Irak'taki Ebu Gureyb hapisanesinden. Ama aynı zamanda bütün işkencehanelerden...


Gözünüz kalın bir bantla kapatılmıştır. Elinizi omuz hizasından öne doğru kaldırıp, işaret parmaklarınızı duvara dayamanız istenir. Acı bir noktada yoğunlaşsın diye sadece işaret parmakları... Öteki parmaklar kapalıdır. Bu arada gardiyan ayaklarınızı tekmeleyerek mümkün olduğunca duvardan uzak bir noktada durmanızı sağlar. Bu şekilde vücut öne doğru eğilir ve üst bölümünün bütün ağırlığı iki elin işaret parmakları üzerine çöker. İnlemelerden, sayıklamalardan, ter ve idrar kokusundan, orada yalnız olmadığınızı, daha sizin gibi onlarca kişinin olduğunu anlarsınız. Orası bekleme yeridir; derinlerde bir yerden korkunç insan çığlıkları gelir kulağınıza. Çırılçıplak soyulup Filistin askısına asılan, meydan dayağı atılan, falakaya yatırılan, hayalarına ve göğüs uçlarına elektrik verilen, üzerine hortumla tazyikli su sıkılan, iz kalmasın diye kum torbasıyla dövülen insanların çığlıkları...

O şekilde size yöneltilen suçun ne olduğunu bile bilmeden günlerce, haftalarca, hatta aylarca beklersiniz. Bir süre sonra o korkunç çığlıklara bile alışır ve algılayamaz hale gelirsiniz. Ayakta uyumayı, gözler açık halde rüya görmeyi öğrenirsiniz. Tam öyle bir rüyanın ortasındayken bir gardiyan sinsice arkanızdan yanaşıp sırtınızın ortasına kösele tabanlı ayakkabısıyla bir tekme oturtur. Bir squash topu gibi duvara çarpıp dönerek o tekmeyi atanın ayakları dibine yığılırsınız. Artık onun insafına göre uzayıp kısalabilen bir süre boyunca da yerde çiğnenirsiniz. Nafile bir çabayla kapanıp kafanızı, karnınızı, hayalarınızı korumaya çalışırsınız. Bu sorgunun bir parçası değildir, size soru falan sormaz. Onun bunu yapması için sizinle ilgili bir sebep olması da gerekmez. Belki evde karısına kızmıştır, belki yukarıda amirinden fırça yemiştir, belki taksidini ödeyememiştir de onların acısını çıkarmaya çalışmaktadır. Ya da daha kötü bir ihtimalle, dizginsiz bırakıldığında ne vahşi biçimlerde açığa çıkabileceği kestirilemeyen, her insanda şu ya da bu ölçüde bulunan kendi türünden nefret ve sadizm eğilimini tatmin etmektir tek amacı o anda.

Bütün bunlara büyük bir gürültüyle açılıp kapanan demir kapıların sesleri, kelepçe ve zincir şakırtıları, küfürler, emirler, naralar eşlik eder. Belli aralıklarla birilerinin ismi okunup koridorun kapısına gelmesi emredilir. Sorguya götürülecektir. Birazdan onun çığlıklarını duyacağınızı bilirsiniz. Bu arada susayanlar bir damla su için, acıkanlar bir parça ekmek için, tuvalete sıkışanlar tuvalet için, yanında can çekişen adamın iniltilerine daha fazla dayanamayanlar onun hastaneye götürülmesi için umutsuz bir çabayla yalvarmaktadır. Her yalvarışın karşılığı bir cop darbesi ve eşliğinde ağır bir küfür olur. “Altına yap ulan pezevenk”, “gebersin o.. çocuğu, hepiniz geberin”

Bunu yapanlar bir işgal ordusu askeri değildir. Yabancısı olduğunuz bir ülkenin polisince de gözaltına alınmamışsınızdır. Yapanlar vergi ödediğiniz kendi devletinizin üniformalı memurlarıdır. Belki sizinle aynı mahallede, iki sokak ötede oturmaktadırlar.

Belki kahvede otururken ya da yoldan geçerken rutin bir yoklamada şüphe üzerine, belki kimliğinizi evde unuttuğunuz için kimliksiz diye gözaltına alınmışsınızdır. Belki siyasi düşünceleriniz yüzünden zaten mimlenmişsinizdir, belki yasal bir dernek üyesi ya da sendikacısınızdır. Belki hiç sorguya bile çekilmeden doksan günlük gözaltı süresi dolunca serbest bırakılacaksınızdır. Ya da sırf oradan sağ kurtulayım diye okumadığınız bir ifade tutanağının altına imza atıp yıllarca yatmak üzere hapsi boylayacaksınızdır. Şanslıysanız serbest bırakıldığınızda sağlığınız nispeten yerindedir. Bilirsiniz ki, sizin kadar şanslı olmayıp o işkencehanelerde ya da hapishanelerde can veren, aklını yitiren, felç kalan, ölümcül hastalıklara yakalanan binlerce kişi vardır.

Bu sahneler bir darbe ortamında olağan bir gözaltı uygulamasıdır. Elimden geldiğince hafifletmeye çalıştım, yaşanmış çok daha iç kıyıcı sahneler tasvir edebilirdim, ancak gerek yok.

Sadece bir kıyaslama yapmak istedim. Bir süredir ulusalcı kesimden Ergenekon davası sanıklarının gözaltına alınma biçimi, süresi ve davaya ilişkin iddianamenin gecikmesi nedeniyle görevli savcılara ağır eleştiriler yöneltiliyor. Bazı eleştirilerde haklılık payı olabilir. Ancak bizim bu konularda nasıl kötü bir geçmişe sahip bir ülke olduğumuzu yukarıdaki örnek biraz anlatır. İşin tuhafı bugün Ergenekon davası sanıklarının haklarını savunmaya kalkışanların Türkiye’de geçmişte yaşanan bu işkencelere yönelik olarak en ufak bir eleştiri getirmemesi, aksine her koşulda işkenceyi ve işkencecileri savunmuş olmalarıdır. Ayrıca olası bir darbe ortamında aynı işkencelerin tekrar yürürlüğe konacağını, bugün o davanın sanıklarına kötü muameleden yakınanların o zaman insan hakkı ihlallerini hiç gündeme getirmeyeceklerini kendileri de biliyor biz de biliyoruz.

Bu yeni moda sahte insan hakkı savunucuları korosuna bir süredir CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı. Baykal, dün parti grubunun toplantısında Ergenekon davasıyla ilgili olarak yaptığı konuşmada iddianamenin gecikmesini eleştirirken 12 Eylül döneminde 950 sanıklı DİSK iddianamesinin bile üç ayda hazırlandığını söyleyip savcıları suçluyor. Baykal çok iyi biliyor ki, 12 Eylül dönemindeki iddianameler işte yukarıda anlatmaya çalıştığım koşullarda alınan sanık ifadelerine dayanılarak hazırlandı. Ayrıca DİSK'liler çete kurmaktan değil sadece sendikacılık yaptıkları için yargılandılar. Ama şimdi işin bu boyutundan söz etmeyi hiç düşünmüyor. Şimdiki el bebek gül bebek, geyik muhabbeti havasındaki gözaltı süreçlerini eleştirirken onları hiç hatırlatmak istemiyor.

Tabii suçlaması sadece gecikmeyle de sınırlı kalmıyor, savcının elinde delil olmadığını, bu dava kapsamında tutuklanan sanıkların suçunun bulunmadığını, davanın Hükümetin icat ettiği zorlama bir siyasi dava olduğunu söylüyor. Grup konuşmasını radyodan dinledim. Şaşkınlığım her cümlede biraz daha arttı. Antidemokratik tavır konusunda ondan her şeyi beklerdim ama artık işi “terör örgütü” avukatlığına kadar vardırmasını yine de aklım almıyordu. Her seçimde sayısı biraz daha azalan bir grup milletvekilini karşısına almış, ustası olduğu hitabet sanatını konuştura konuştura esip gürlüyordu. Anlaşılan “sosyaldemokrat” bir partinin genel başkanının tek derdi “anayasal düzeni değiştirmek amacıyla terör örgütü kurmak” suçundan gözaltına alınıp bir kısmı tutuklanan kişileri savunmaktı. Elbette sadece kendisi değil, partisi de aynı yolda. CHP’nin internet sitesine bakıyorum anasayfadaki ilk altı haberden beşi Ergenekon’un savunmasıyla ilgili. Baykal’ın konuya ilişkin demeçleri, aynı çizgideki köşe yazarlarının yazıları... “Sosyaldemokrat” bir partinin gündeminde her şeyden önce demokrasi, işçi hakları, sendika, çevre sorunları, kadın sorunları, sosyal adaletsizlik gibi konular olması gerekiyor ama onları ara ki bulasın.

Baykal, bu yolda davayı ve sanıkların hakkındaki iddiaları küçümsüyor, delillerle alay ediyordu. Örneğin “ortada darbe hazırlığı yapmakla suçlanan subay var ama silah yok, tank yok, top yok “diyordu, sanki darbe hazırlığı yapacak subaylar cebinde tank ve topla gezecekmiş gibi.

Anlaşılan Baykal’ı soruşturmaya konu olan vahim olaylar hiç ilgilendirmiyordu. Bu uğurda geçmişte darbe planı yapılması, ülkede kargaşa yaratacak provakatif eylemlere girişilmesi, bir gazeteye bomba atılması, cinayet işlenmesi, yazarların, gazetecilerin hedef gösterilmesi gibi iddiaların doğruluk payı hakkında hiçbir şey söylemiyordu. Kendisine oy veren seçmenlerin çoğunun geçmişte mağduriyetine yol açan böylesi olaylarla ilgili bir davada, “sonuna kadar gidilsin, gerçek neyse ortaya çıksın, varsa sorumlular hesap versin” demek yerine kanıtları falan görmeden “bu dava bir skandaldır” diyor. Baykal’ın kritik süreçlerdeki tavırlarını gördükçe, Titocu sosyalist özyönetim çizgisinden faşizme doğru bu evrilişin, sosyaldemokrat bir parti liderliğinden çete sanıklarının gönüllü avukatlığına doğru bu düşüşün bir sonu olacak mı diye sormadan edemiyorum kendime.

Her seçimin ezeli mağlubu, kongre şovmeni, bu ülkenin en köklü partisini babasının çiftliği gibi yöneten, kendi partisinin de temsil edildiği Meclisin çatısı altındaki partilerin hukuk darbeleri yoluyla alt edilmesine karşı çıkmak şöyle dursun, tersine heyecanla alkış tutan azılı haris bir demagogdan başka da ne beklenir ki?

.....

Konuyla ilgili güzel bir yazı için: http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=891402&AuthorID=63&Date=09.07.2008&ver=76

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..