Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '08

 
Kategori
Komşuluk
 

Binnaz'nım teyze ve ben. Ama en çok da annem!

Binnaz'nım teyze ve ben. Ama en çok da annem!
 

Binnaz'nım Teyze'nin fotoğrafı olsaydı bende keşke.. Ama kafamda o fotoğraf sadece. Anılar albümünde


Çocukluğumdan bir Mürefte sokağı burası..

Bitişik nizam, ikişer katlı iki ahşap Rum evi, dayanışmayı temsil edercesine yaslanmışlar bu dar sokakta birbirlerine.. İkisinin de aşağı doğru esnemiş üst kat çıkıntıları ve ikisinin de alt katının çatlak dış sıvaları bembeyaz kireçle perdelenmiş..

Hangisi hangisini taşımakta belli değil. Biri öbüründen daha köhne. Adeta yıpranmışlıklarıyla yarıştırmaktalar gün görmüşlüklerini ve nispet yapmaktalar birbirlerine ‘’Ben senden daha uzun ayakta kalacağım.. Direniyorum aslanlar gibi’’ diye.. Birinin çürümeye yüz tutmuş yüzey tahtaları arasında, ağızdaki yeni takılmış protez dişler misali sırıtmakta sonradan ‘’Daha sıkı tutsun’’ diye çakılmış birkaç yeni tahta.. Renklerinden belli zaten daha az deneyimli oldukları. Bizim ev bu yeni tahtalarla tedavi edilmiş olan (dededen kalma). Öbüründe o tedavinin izleri dahi yok, çünkü o, doksanlı yaşlarını sürmekte olduğu söylenen, evi gibi kendi de yapayalnızlığa terk edilmiş olan Binnaz Hanım Teyzenin.

Bizim ev kalabalık. Babam, anacım, üç abim, ablam, ben ve küçük kardeşim.. Altı çocuklu, sekiz nüfuslu bir kalabalık..Bazen kavgalı gürültülü, bazen de şarkılı türkülü, neşeli, kahkahalarımızın tahta duvarlarımızın arasından sokağa sızdığı eski mi eski, yaşlı mı yaşlı ama ‘’kalabalık’’ bir ev bizimki..

Oysa Binnaz’nım Teyze yalnız. Yapayalnız kendi evinde..

Hemen hemen hiç eşyası da yok. ‘’Hayat altı’’ dediğimiz alt katta, sepetler, küfeler, bağ bahçe işlerinde kullanılan irili ufaklı aletler atılmış yer yer. Bastıkça sızım sızım inleyen, tahtaları epey aralık merdiven basamaklarından üst kata çıkınca, o katta, oradaki küçücük salonda bir yer yatağı. Nerdeyse üç beş tel kalmış, seyrek pamuk saçlarıyla, kupkuru kemikten bedeniyle küçücük bir baş yatmakta orda.. Binnaz’nım Teyze’nin sadece kemikten ibaret kalan başı. Ama karşısında insan gördüğünde, içe göçmüş dişsiz ağzı kocaman derin bir çukur gibi açılan, hâla gülümseyebilen bir yüz o.

Binnaz’nım Teyze o kemikli yüzü ve gülümseyen çukur ağzı ile zaman zaman gözümün önüne gelir çocukluğumun çektiği zihin fotoğraflarımda..

Bizim kalabalık evimizde pişen yemekler bir tepsiye dizilir tabaklarla ve yanında mutlaka biri sabunlu, öbürü sadece suyla ıslatılmış, örgüden iki ‘’El bezi’’ konur tepsinin kenarına. Öyle ya?!! Yatağa mahkum Binnaz’nım Teyze kalkıp yıkayamaz elini ağzını.. Yemekten sonra elini, yüzünü, ağzını temizlemek de gerek. Ve nur içinde yatası anacım, kendi başı kalabalık olduğunda ablamın ve benim elimize tutuşturur o gönülden gelerek, yüksünmeden, kendi gönül terbiyesiyle kendi kendine görev vererek hazırladığı tepsiyi .. ‘’Günah kızım! Acıkmıştır kadıncağız! Ne kadar canı var onun zaten? Kuş kadar yiyor, senle benle bir mi o?!! Hadi dırlanmayın. Götürün bakayım hemen! Günah!’’.. Ardından da ekler ‘’Bakın bakalım, suyu var mı daha sürahisinde! Yoksa, gelirken getirin de su dolduralım. Elini ağzını da yavaş silin. Yaşlı kadın o! Canı ne ki onun?!! Bastırmadan silin güzelce. Duru bezle de silin, sabunlu kalmasın, yakar!’’

Ve yıllarca baktı anacım komşusunu yüksünmeden.. Aylarca altını aldı, yatağını döşeğini tazeledi. Banyo yaptıramadığında vücudunu sildi, kızışmasın diye pudraladı sırtını, koltuk altlarını.. Binnaz’nnım Teyze’nin daha ağır dönemlerinde, elleriyle paramparça ettiği yorganlarını dikti..Yamaladı, yıkadı, kuruttu.. Bizim sobadan topladığı közleri doldurduğu mangalı, geceleri uykusunu bölme pahasına taşıdı Binnaz’nım Teyze’nin başına üşümesin diye.. Ve elbette uzağına koymayı ihmal etmeden ve bizimle gönderdiği zaman da ‘’Döner möner devirir a kızım Allah korusun! Odanın köşesine koyun ha! Aldığınız yere bırakın mangalı! Yakınında bırakmayın, devirir maazallah! Olsun, azıcık uzakta kalsın, zarar etmez.. Kırar odanın soğunu gene o biraz!’’..

Haklıydı da! Evin dış tahtaları bütün rüzgarı içeri buyur ettiginden ıslık ıslık, kırılması gerek bir soğuk her zaman olurdu Binnaz’nım Teyze’nin boş odasında!

Ama nur içinde yatası anacım bunları yaparken, bizim ‘’Öff yaa! Neden ben götürüyorum! Neden biz temizliyoruz?!!’’ dırlanmalarımıza rağmen, haftada bir iki kere hep komşu evini de süpürttü ve sildirdi ablamla bize. Çocuk aklımızla kızardık anacığıma çünkü. Binnaz’nım Teyze’nin kendi kızı (Adı bende ve Mürefte’li komşularımızda saklı) hemen arka sokağımızın köşesinde, üç beş ev arayla otururdu zaten! Kaşlar rastıklı, gözler sürmeli, saçları taralı, üstü başı özenle giyinmiş, komşu komşu gezerdi. Çok ev gezerdi ama gezmeleri arasında uğramadığı tek ev anası Binnaz’nım Teyze’nin eviydi. O gezerdi, biz söylenirdik ‘’Kendi kızı baksın, bize ne!’’ diye..

Anacığım süslenemezdi oysa.. Kocası, başında altı çocuğunun yükü, kiminin askerlik durumu ve hasreti, bağ bahçe işlerinin yapılması gerekliliği.. Onca insanın çamaşırı, yemeği, temizliği, vesairesi.. Hatta komşu Binnaz’nım Teyze’nin bakımı.. O kadar çok işi vardı ki!

Hiç günlere gittiğini görmedim ben annemin.. Hiç boş oturduğunu da.. En boş zamanlarında önünde bir çamaşır veya kumaş yığını.. Bazen söküklerini diker bazen de çok eskileri makasla şerit şerit kesip, uçlarını ekleyerek yumak yapar.. ‘’Cacala’’ dokunacak ya?!! Evimizin yerine süsü olup, bizleri ısıtacak ya?!! Yapmak gerek hep bir şeyler.. Tembel insanı da sevmezdi o yüzden benim adı gibi ‘’Ay ışığı seren ve yayan’’ güzel yüzüyle tatlı anam!

Oysa Binnaz’nım Teyze’nin kızı de komşuydu. Hem o sadece komşu da değildi biz gibi anasına.. Kızıydı anasının! Ama farkında mı değildi, umursamaz mıydı bilemem! Orasına benim aklım ermez işte!

Biz söylenip de, anneciğimin kendi kendine görev bildiği bakım işini bizimle paylaşmak zorunda kaldığı anlarda ‘’Öff yaa! Banane, götürmüycem işte! Birazdan götürürüm!’’ dırlanmalarımıza hiç tolerans göstermez ve hemen gönderirdi yemek tepsisini bizimle..

Binnaz’nım Teyze’nin kızının ne yaptığı bizi ilgilendirmemeliydi çünkü anneme göre. O onun kendi utancıydı! Allah rızası diye bir şey vardı! Komşuluk hakkı, emek, sevgi ve duyarlılık! Ya biz aynı durumda olsaydık?!! Ya kendi aynı durumda kalsaydı da, kendi kızı ona bakmıyor diye, kimse yardım elini uzatmasaydı??! Nerde kalmıştı insanlık? Başkalarının yapmadığını veya ‘’Eksik yaptığını’’ örnek almamalıydık biz nur içinde yatası anacığıma göre! ‘’Tamam, tastamam yapılan iyi örnekler’’ önemli olmalıydı bizim için! Biz de elimizden geldiğince ‘’iyisini yapmalıydık’’ ki, yarın bir gün başkalarına örnek olalım!

‘’Bakmayanın bakanı olmaz’’ demişti annem. … Hanım için şimdi iyi günler! Yarın bir gün o da yaşlanacak! Bakalım onun bakanı olacak mı?!! ..

Yaa..

İşte böyle..

Muzaffer Cellek abimin ‘’Huzur Evinde Dehşet’’ yazıma yaptığı yorumu cevaplarken anımsadım bunları..

Ve baktım ki, yorum cevabıma sığmayacak içimin taşmışlığı! Blog olacak!

Ve oldu işte..

Demem o ki;

Sen de İYİ Kİ VARDIN ANACIĞIM VE İYİ Kİ BENİM ANNEMDİN! Ya Binnaz’nın Teyze’nin kızı gibi bir annem olsaydı? Ben bu duyguları taşıyabiliyor muydum sanıyorsun?

Ne varsa bende hepsi senden! Hayata bakışım ve gözlerimdeki bakışlarım bile! Ne geçtiyse bana olumlu, inan hepsi senin mirasın! Sen her gece ay ışığını üstüme sermeye devam ediyorsun adın gibi ve ben o ay ışığını senin nurun olarak yorumlayıp çok seviyorum..

Gözlerim dolu dolu, içimden hep aynı şeyi söylüyorum:

‘’Hep ama hep nurlar içinde uyu anacığım!’’ Öylesin zaten biliyorum!

Fotoğraf: www.hakansimsek.com

 
Toplam blog
: 117
: 2206
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1969 İstanbul'unda açmışım gözlerimi bu dünyaya... Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, şimd..