Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '20

 
Kategori
TV Programları
 

Bir ‘Kara Liste’ efsanesi…

‘Kötü adam ne kadar başarılıysa film de o kadar başarılıdır. Bu en önemli kuraldır’ demiş ünlü yönetmen Alfred Hitchcock. Gerçekten de özellikle son yıllarda gerek sinema filmlerinde gerekse dizilerde kötü adamların parlatıldığı senaryoların revaçta olduğunu görüyoruz. Katıksız iyilikle ortalıkta dolanıp kurtarıcılığa soyunan kahramanların pabucunu dama attıran ilginç karakterli ve donanımlı anti kahramanlar, iyi ile kötü kavramlarını yoruma açıyorlar her şekilde.

Yanı sıra ilk etapta ‘Kötü adam’ etiketiyle yaftalanmış karakterlerin arka planını etkili hikâyeyle desteklemeyi başaran yapımlar, buradan iyiliğe ve adalete köprü kurup suç ve suçlu noktasında da farklı bir bakış açısı sunabiliyorlar bize. Nasıl ki, Eylül 2013’ten günümüze yedi sezonla varlığını göstermeyi sürdüren ve sekizinci sezon onayını da aldığı söylenen Jon Bokenkamp imzalı ‘The Blacklist/Kara Liste’ de bunlardan biri!

NBC kanalının dizisi olan ve pek çok bölümünde Türkiye’ye-Türklere değinerek adeta ülkemizin izleyicisine de selam yollayan yapım, suç ve gizemle örülü içeriğinde klişelerle yol alıyor gibi görünse bile, yaratıcılık barındıran bir yapıya sahip olduğundan bunca zamandır ayakta kalmayı başardı. Böylece tıpkı bizdeki ‘Arka Sokaklar’ gibi efsaneleşti.

Peki, bir kara liste efsanesi olarak varlığını sürdüren ‘The Blacklist’ efsanesinde neler var? Diziyi sıradanın ötesine taşıyarak çekici kılan detaylar neler? Salgın günlerinde bir seçenek olması adına, dizinin detaylarına kısaca değinelim.

‘THE BLACKLIST’İ ÇEKİCİ KILAN FAKTÖRLER…

‘Arka Sokaklar’misali bölümlük olaylarla ilerlerken aynı zamanda alttan alta gelişen temel bir hikâyeye de sahip olan ‘The Blacklist’ dizisi için öncelikli tespitim, basitlikle karmaşıklığı bir arada barındırdığı yönünde olacaktır.  Zira suç-suçlu olayını çok bilinmeyenli denkleme dönüştürüp gelişmelerini bulmaca havasında yansıtan dizinin içerik yapısı, iç içe geçmiş suç ağının ucunun en tepedekilere ulaştığını ve aslında suçları önleyip düzeni-adaleti sağlama pozisyonundakilerin suçun kökünü teşkil edebileceğini göstermekte bize.

Bu noktada Amerikan suç dizisinin genel hikâyesine bakacak olursak… Dizi, FBI merkezine elini kolunu sallayıp giren ve henüz aktif göreve yeni başlayacak olan Ajan Elizabeth Keen dışında kimseyle konuşmayacağını belirten ünlü suçlu Raymond Reddington’ın özgüveni tavan yapmış teslim olma şovuyla başlangıcını yapıyor. Bundan sonrası da yıllarca peşinde koşulan Red’in kara listede adı yazılı süper suçluları çaylak ajan Elizabeth aracılığıyla Cooper yönetimindeki gizli özel birime teslim etmesine ve bu muhbirliğine karşılık dokunulmazlık elde edip kendi işini FBI aracılığıyla yürütme taktiğine odaklı biçimde ilerliyor.

Öte yandan FBI yetkililerinin dahi bilgi sahibi olmadığı suçluları yakalatan ya da ortadan kaldırtan Red ile ülkesi için kelle koltukta ajanlık yaparken bir anda hain ilan edilip gözden çıkartılarak suç âlemine yönlendirilen bir insan profili çizen dizinin gidişatı bu denli basit değil kuşkusuz. Çünkü her tarakta bezi olan ve gizli örgütleri dahi parmağında oynatacak bilgilerle kendini garantileyen kaliteli yaşam zevklerine sahip Red’in özel hayatındaki sırlar var hesapta. Yanı sıra Ajan Keen ile muhabbeti ve her işe maydanoz taktiklerinin çeşnisi de, suçluların yarattığı aksiyondan çok daha sürükleyici ve merak uyandırıcı bir gelişim sunuyor izleyiciye. Bunlar dizinin onca zaman ayakta kalmasının temelini oluşturuyor haliyle.

Bununla birlikte ‘The Blacklist’i çekici kılan asıl etkenin, günümüzün modernliğine-teknolojik yenilikçiliğine karşın geçmişin klasik duruşunu-asaletini yansıtan Raymond Reddington’ı canlandıran Emmy ödüllü James Spader’ın karizmatik performansı olduğunu da vurgulamak isterim. Onun performansının en büyük destekçisi de sadakatte zirve yapan yegane arkadaşı-koruması Dembe!

İlaveten aşktan düşmanlığa ve yine aşka yol alan yakışıklı Tom Keen… Her daim şaşkın bir duruş sergilese de teknolojik beceride ve naiflikte zirve yapan Aram… Ekibini babacan tavırlarla kollayan şef Cooper var. Bu ilginç karakterlerle duygu eksikliğini gideren dizide ayrıca donuk Elizabeth, kapı duvar havasındaki Navabi, kurallara düşkün Ressler… Temizlikçiliği intikamcılığa dönüştürerek Red’e kafa tutma cüreti sergileyip sabırları zorlayan Mr. Kaplan başarıyla dizayn edilmiş varlıklarıyla özgünlük sunuyorlar. Her biri, abartılı mimiğe ve rol kesmeye ihtiyaç duymadan sergilenen oyunculuklarla can bulmuş karakterler olarak diziyi alıp götürüyorlar kısacası.

Aksiyonlarını çok basite indirgeyerek kimi zaman çocuk oyununa dönen bir performans sergileyen FBI ekibinin her daim Red’in birkaç adım ötesinde kaldığı senaryo bölümlerine rağmen dizinin sezonlar boyu varlığını sürdürmesindeki bir başka etken, içerikteki ‘suç yaratıcılığı’! Öyle ki, ilginç profillerle ortaya çıkartılan süper suçlular, akış çok basit hamlelerle ilerlerken bile ilginç kılabiliyorlar olayı. Kuşkusuz arada temponun fazlasıyla düştüğü, işin aşırı monotonlaştığı bölümler de çıkabiliyor. Ama kendi ivmesini bir şekilde yakalayan dizi, hemen yeni gizemler ortaya çıkartıp bu eksiklerini telafi etmeyi başarıyor.

Sahnelerin ritmini yakalayan ve hikâyenin özünü destekleyen müzikleriyle de güçlenen ‘The Blacklist’i çekici kılan bir diğer detay, hemen her bölümde yaptığı iğneleyici saptamalar! Gerek Amerika bazında gerekse dünya genelinde yaşanan cümle haksızlığa eleştirel yorumlarla değinen ve bunu Raymond Reddington üstünden çok cesur bir dille aktaran dizi, vergi sisteminden, yozlaşmış polislere… Ülkelerin birbirlerini çelmelemek için giriştikleri düzmece eylemlerden, kolayca yayılabilecek virüs tehditlerine… İslamofobiden, ırkçılığa pek çok konuda düşündürücü vurgulamalar yaparak dikkatleri diri tutuyor.

DİYECEĞİM O Kİ; Nihayetinde ‘The Blacklist’, elle konulmuşçasına bulunan suçluların daima yenildiği, olayların takır takı çözüldüğü, öldü sanılanların dirildiği polisiye dizi rutininden nasiplenmiş halde. Ancak sahip olduğu özellikleriyle bu rutini kırmayı başardığı ve efsaneliğe hak kazandığı da aşikâr!

Dolayısıyla polisiye-ajan dizilerinin klişeleriyle donatılmakla birlikte sergilediği yaratıcılıkla bunları görünmez kılmayı başaran… Gerçeklerin her zaman göründüğü gibi olamayacağı noktasından hareketle, hayal dünyamızı canlandıran… Suç olayının aslında bir zincirleme düzenle küçükten büyüğe uzandığını ve en tepedekilerin daima düzenlerini yürütme formülü bulduğunu çekinmeden ortaya koyan… Ve mekânlarının-çekimlerinin kalitesiyle de film tadını yakalayıp bizdeki polisiyelerin ötesine geçen ‘The Blacklist/Kara Liste’ efsanesi evde kalınan salgın günlerinde sıkılmadan izlenebilir. Hâlihazırda Netflix’te yer alan ve kötülükten iyilik çıkartmaya odaklanan dizinin içeriğinde Türkiye’ye sıkça yer verme merakı da cabası.

Bir ‘Kara Liste’ efsanesini tavsiye bizden, gerisi size kalmış.

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..