Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '16

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir "kurgu"ya ilişkin

Bir "kurgu"ya ilişkin
 

Görünüşe-görüntüye bakmayacaksınız sırf, derindekini asıl göreceksiniz, derin düşüneceksiniz!


Biz gerçeklerle hareket ederiz, kimileri ise sanrılarla, kurgularla, hayallerle, rüyalarla.
Aradaki fark, bu kadar büyük ve anlamlıdır işte.
 
Pek tabii ki edebî bir dal ve bir anlatım yolu olarak yazarlar “kurgu” da yazabilirler.
 
Lâkin kimi durumlarda bir kurgu maalesef pek de makbûl ve dahi başarılı bir kurgu olmaz ve olmayacaktır.
 
Şöyle ki;
Gerçekler işine gelmediğinde de insan, yine mecburen kurguya sığınacaktır tabii. Zira yoktur ki elinde ve kendinde doğru dürüst bir “gerçek”, nasıl kurgu değil de gerçeği - gerçekleri yazabilsin? Haliyle kurguya sarılır, oyun kurar, “oynar”.
 
Kendi yaptıklarını karşısındakine mal eder, herşeyi “olduğundan başka türlü" gösterme çabasındadır. Çünkü uydurmadan kaydırmadan, yalan-dolan, hile-hurda, entrikalar, senaryolar olmadan başka türlü nasıl kamufle edebilsindir kendi yaptıklarını, nasıl örtebilsinlerdir kendi berbat gerçeklerini? Nasıl haklı çıkarabilsinlerdir, düzgün gösterebilsinlerdir kendilerini?
 
Oysa bakın, biz öyle mi yapıyoruz? Hele de ben, her işimiz gerçeklerle, kapı gibi kanıtlarla!
Yalana-dolana, riyaya, sinsiliklere hiç gerek duymuyoruz, çünkü alnımız ak, başımız dik, sapasağlam gerçeklere - doğrulara dayamışız sırtımızı.
 
Sanrılarla, tahminlerle, kanaatlerle hareket etmiyoruz. Gerçekten “olanı” anlatıyoruz, gerçekten “yapılanı”, yapmış oldukları şeyleri anlatıyoruz. Hiç öyle bir şeyleri çarpıtıp da ne kendimizi, ne de başkalarını başka türlü gösterme ihtiyacı hissetmiyoruz. Durup dururken, birilerinin aleyhine “kamuoyu oluşturmaya” çalışmıyoruz. Birilerini karalama faaliyetleri, birilerini kötüleme kampanyaları “organize” etmiyoruz. İnsanları dolduruşa getirmeye ve kendi lehimize “kullanmaya”, kendimize yandaş yaratabilmek için birilerine ve özellikle de her yeni gelene çengel atmaya kalkışmıyoruz.
 
Evet, kimileri gibi “durup dururken” yapmıyoruz hiçbir şeyi. Haklı, sabit ve “doğru” gerekçelerimiz var bizim. Öyle sabit ve mertçe ki üstelik, yekten ve yürekli, sadece “şu şunu yapmıştır, şöyle olmuştur, bu bunu yapmıştır” diyoruz gayet açık ve net! Hepsinin ispatı, kaydı da var.  Demekle olmaz çünkü, bir şey iddia ediyorsan, bir kurguya dahi yediriyorsan bunu, yine de kanıtlayacaksındır. Hiç kimseyi de kimilerinin yaptığı gibi böyle zan altında da bırakmıyoruz. İnsanların zihnine “insanı yanıltıcı” kuşku tohumları atmıyoruz! İnsanların akıllarına soru işaretleri ve ‘acaba’lar üşüştürmüyoruz.
 
Peki bu durumda, sırf zarar verme amacıyla hareket eden, kötü olan, kötü niyetli olan, içten pazarlıklı olan, sahtekâr olan, “oynayan” , kim olur?
 
Böyle bir durumda “bir kurgu” peki, kötü amaçlı mı olur, iyi amaçlı mı? Makbûl ve doğru, zararsız bir kurgu olmuş olur mu, olabilir mi?
 
Gayet açıktır ve nettir bunun cevabı.
 
Normal insan zekâsının en alt sınırında olan bile anlar bunu.
Müneccim olmaya gerek yoktur.
 
 
Bu, işin bir boyutudur. Şimdi gelelim diğer bir boyuta:
 
Bir kurguyu, amacı dışında yalnızca bir kurgu olarak dahi ele aldığımızda, onun “başarılı” bir kurgu olabilmesi ve dahi sayılabilmesi için de bir takım kıstaslar vardır. Meselâ kurgu dahi olsa, her kurgunun kendi içinde de mutlak surette bir tutarlılığı olması gerekmektedir. Yani “mantık hatası” bulunmamalıdır.
 
Şimdi bakalım, yazımızın da konusu olan o malûm kurguya…
Maalesef müthiş de bir mantık hatası mevcuttur. Yazar, hele de uydurduğu karakter Menekşe’ye gelince sıra, aklı-dikkati demek ki tamamen iflas etmiş durumdadır.
 
Şöyle ki:
Madem ki her dört karakter de Abidin’in yarattığı sahte profiller ise,
ve her profil de böyle bir ortamda yalnız ve yalnızca ancak site içinde sergilediği tutumları ile, yani ancak “yaptıklarıyla” (ve tabii yazdıklarıyla-dedikleriyle) tanınabilip tanımlanabileceğine ve tariflenebileceğine göre, diyelim ki Sümbül tamam, Demir tamam, ılımlı bir karakter çiziyorlar, olabilir… Çelik agresif, Menekşe de agresif, o da mümkün, yani olabilirdir. Lâkin Menekşe de yine Abidin’in yarattığı sanal bir karakter - sahte bir profil olduğuna göre o kurguya göre, yani gerçekte zaten öyle bir karakter var olmadığına - yaşamadığına göre, peki nasıl olup da gerçekte zaten var olmayan bir karakterin iç yüzünü bilebilecek kadar  “onu yakından tanıyanlar” olabilip de, bir de üstelik ne kadar içten pazarlıklı olduğu da bilinebilirmişçesine bir durum söz konusu olabilsin, bu mümkün olabilsin?
 
Yani imkânsızdır çünkü, o senaryoya göre böyle bir durum olabilmesi kurguda bile!
Ama yazmış işte yazan, kimilerinde kalemin ayarı olmadığı gibi velevki başka şeyler de yok.
 
Demek ki Menekşe’ye gelince sıra, yazarın konsantrasyonu o anda tamamen çökmüş. Bırakın gerçeklerle alâkasının zaten kesik olmasını, kendi yaptığı - uydurduğu kurguyla dahi bağlantısı tamamen kopmuş, resmen pert olmuş. Kurgu da böylelikle güme gitmiş tabii haliyle.
 
İşte insanın ruhunun ve amacının aydınlığı - karanlığı ve iyiliği - kötülüğü, ayrıca da “akıl” denen şey böyle ayrıntılarda zaten belli eder kendini. Kişinin amacı ve niyeti ile kendi karakterinin 'niteliği' haliyle baskın gelmiş ve o anda akıl da, mantık da, kurgu da haliyle duvara toslamış. Hiç yani, o kadar emek, o kadar kafa yorma, o kadar kulis faaliyeti boşa gitmiş, ziyan zebil olmuş işte. Yazık olmuş öz hakiki  “ı”, pardon o şık efendiye.
 
 
Ve… en önemlisi ki şimdi, geldi sıra üçüncü bir boyuta:
İşte hâl ve gerçek tam da bu iken… bir de bakıyoruz yorumlara…
Alkışlayan mı ararsınız,
Kimi de etliye sütlüye dokunmadan ama yuvarlak bir şekilde geçiştiriyor olsa da, sırf yazarı ihya etmek adına yine bile yorum bırakan mı ararsınız...
Ve hattâ yazar sürekli kimseyi kastetmediğini iddia etme gayretkeşliği ve "yoksa çete diyorlar bize" korkusu da içindeyken, ama hem de yapılanın zaten ne olduğunun tam da itirafı ve hattâ kanıtı şeklinde yorum ve cevaplarla buna rağmen yazıyı ve yazanı göklere çıkaran mı ararsınız, hele de beş-altı şahsın yorumları ki bu anlamda tam da evlere şenlik bir durumdayken, yani işte ne arasanız mevcut.
 
Ve işte arkadaşlar, işin en çarpıcı ve can alıcı boyutu da budur zaten. Çünkü, işte toplumumuzun içler acısı hâli ve ahvâlidir!
 
Ben de bu yazıyı asıl sırf bu yüzden yazıyorum üstelik.
Yoksa ben Menekşe-y-mişim değilmişim pek bir önemi yok.
Ben beni biliyorum, bilen de biliyor hamdolsun, en önemlisi de Allah biliyor zaten, bu da düzgün ve dürüst, değerli bir insan için zaten yeter de artar bile.
 
Ama kimileriniz için yetmiyor işte.
Oysa bir şeyleri alkışlamak için şunu bilmek bile zaten yeterli değil midir?
Kötüyü kötü alkışlayabilir ancak.
Kötüyü ihya ettiğinde de toplumda bütün dengeler alt üst olur.
Sormayın işte ondan sonra da, “nasıl oldu da toplum bu hale geldi”, “biz nerede hata yaptık”, “nedir bu memleketin hali böyle, ne oldu da böyle oldu”… diye.
Sizin yüzünüzden işte, sizin yüzünüzden.
Başka suçlu, sorumlu aramayın hiç.
Kötü amaçlarla kötü iş yapanlara paye verirseniz olacağı budur, en doğal sonucudur bu bunun.
 
Üstelik daha da kötüsü, yanlış bir şey yapan, kötü bir iş yapan anlamaz da işte hiçbir zaman kendisindeki yanlışı - yanlışlığı, kötülüğü, kötüyü de asla! İyi ve güzel bir iş yaptım sanır. Yani sanmaları sürdürür.
 
Nitekim, yazar en son, “Herhalde bir çok kişi benim yerimde olmak isterdi” gibi bir cümle dahi sarfedebilmiş… ve hattâ “kârlı çıktım” bile demiş. Yani “hesap”a bakın ve onur duyuyor bir de kendiyle ve yaptığı işle.
Oysa Allah muhafaza!  Ama… ama farkında değil işte ne yazık. Ve çoğu kişi de değil farkında.
 
Mesele zaten orada!
.
.
.
Filiz Alev
02.03.”16
 
 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..