Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '07

 
Kategori
Mizah
 

Bir "vatan haini"nin hikayesi

Bir "vatan haini"nin hikayesi
 

Mahmut işsizdi. Uzun seneler önce taşı toprağı altın diye İstanbul'a göç etmişti. 2001 senesindeki ekonomik kriz onu da etkilemiş, şimdiye kadar kalıcı bir işe de girememişti. Hal böyle olunda eşi ve çocukları da bu durumdan etkileniyordu. Çocuk demişken Mahmut'un eşi Hatice'den 7 çocuğu vardı. Çocuklarının ismi; Suat, Fuat, Süheyla, Züheyla, Oh ne ala, Yardım ve İmdat idi. Her ne kadar devletten yardım alsa da bu onların geçinmesine yetmiyordu.

Mahmut dürüst bir insandı. Dolandırmak neydi bilmezdi, belki bilse şu anda maddi açıdan daha rahat olabilirlerdi belki ama o bunu hiç istemezdi. Az ve öz konuşurdu. Ağzından çıkan kelimeler topluluğu ise genelde aynıydı: "Yok canım daha neler!". Genelde bu ifadeyi Mahmut, ezberlediği şeylerin dışındaki bilgilerin doğru olabilme olasığını görünce kullanırdı. Mesela, Çanakkale Savaşında, gayrimüslimlerin de savaştığı ve şehit düştüğünü duyunca tepkisi aynı olmuştu: "Yok canım daha neler!" veya genelde gayrimüslimlerin "kötü şeyler" yaptığını sürekli duyduğundan eğer onlar hakkında daha önce duymamış olduğu "iyi bir şey" duysa tepkisi aynıydı, değişmezdi: "Yok canım daha neler!"

Birgün, iyi giyimli kişiler Mahmut'un ailesiyle yaşadığı klübeden bozma evini ziyaret ettiler. Mahmut ilk başta heyecanlansa da doğal olarak, bu duygu yerini zamanla güvene bıraktı. Çünkü biliyordu ki Mahmut, hayatını zor ama yasal yollardan kazanıyordu. Düşüncelerinin aksine, iyi giyimli kişiler, ona yüklü miktardaki bir paranın ona miras kaldığını söylemek için oradaydılar. Ama bu nasıl olurdu? Mahmut'un kendisinden büyük yaşayan akrabası bile yoktu ki? Ancak ne var ki, gelen iyi giyimli kişiler de yurtiçinden gelmemişlerdi zaten...

Erzurumluyan yurtdışında yaşayan ve oldukça varlıklı bir kişi idi. Ne var ki, Erzurumluyan'ın yaşayan bir yasal varisi yoktu bunun için de onunla ilgisi olan kişiler mahkemelerde servetinden pay almak için yarışıyorlardı. Bunun yanı sıra kendisi vasiyetinde mirasının, yasal bir mirasçıya bıraktığını vasiyet ettiğinden, ilgili kişiler bunu araştırmış ve sonunda Türkiye'ye gelmiş ve Mahmut'a ulaşmışlardı. Öyle ki, ilgili kişiler Erzurumluyan'dan yola çıkarak ilk önce, 1915 senesinin fırtınalı günlerinde birbirinden ayrılmış olan ve bir daha görmediği erkek kardeşi Artin Efendi'nin varlığı bilgisine ulaşmışlardı. Daha sonra ise Artin Efendi'nin Çanakkale cephesinde şehit düştüğü bilgisine. Ve en sonunda da Artin Efendi'nin bugünkü torunu olan Mahmut'a. Bu durumda da 2 sene önce ölen Erzurumluyan'ın yasal varisçisi Mahmut'dan başka biri değildi.

Mahmut bunu öğrendiğince iki kere "artçı şok" yaşadı, öyle ki hem kendisine yüklü bir miktarda para sahibi olmuş hem de aslında Ermeni olduğunu öğrenmişti. İlk önce bunlara inanmak istemedi Mahmut, öyle ya bunca zaman kendisi 1915 senelerinde vuku bulan olaylar hakkında Türk tezinin en ateşli destekleyicisi olmamış mıydı? Diaspora Ermenilerinin tezlerine karşılık olarak şimdiye kadar hep Türk tezini savunmamış mıydı doğal olarak? Zira, tahmin etmesi oldukça kolay bir tepki vermişti, soykırım iddialarını ilk duyduğunda, her dürüst vatandaş gibi: "Yok canım daha neler!!!"

Her ne kadar artçı şokları atlatsa da, asıl depremin etkilerini atlatamadı Mahmut. Bu yüzden iki gün boyunca sessiz kaldı. Evet Mahmut sessiz birisiydi zaten ama bu kadar da değil. Geçen iki gün sonunda durumu eşi Hatice'ye açıklamalıydı, zira Hatice de giderek kaygılanmaktaydı. Ancak nasıl açıklayabilirdi ki, hem bir servete konduklarını hem de aslen "gavur" olduklarını?

Tüm bunları açıkladığında eşi Hatice oldukça olumlu davrandı, makul karşıladı. Bu durum, para miktarının yüksek olmasından mı kaynaklanıyordu yoksa başka birşeyden mi, bunu Mahmut hiçbir zaman kestiremedi, ama önemi de yoktu zaten, biraz daha rahat nefes alabileceklerdi bundan sonra haliyle.

Günler birbirini kovalarken, iddaa oyununu "yakından takip eden" biri olan Mahmut için yeni bir fırsat duruyordu önünde. Öyle ki, gelecek karşılaşmada Yunanistan-Türkiye maçı oynanacak, iddaa bu maç için tek maç opsiyonunu açmış, favori görülen Yunanistan'a da 1e 2 oran veriliyordu. Bu Mahmut için parasını ikiye katlamak için müthiş bir fırsattı, hem böylece çocuklarının geleceğini de bir anlamda garanti altına almış olurdu, böylece kendisine miras kalan tüm parayı bu karşılaşmaya yatıracaktı. Evet, belki biraz riskliydi bu, hepsini de kaybedebilirdi ama kazanırsa eğer dünyanın en mesut ve bahtiyar insanı olacaktı.

Ve mutlu son! Yunanistan maçı zorla da olsa kazanmış, Mahmut da parasını ikiye katlamıştı. Artık çok mutluydu Mahmut, her ne kadar 7 tane daha çocuk yapmayı aklından geçirse de, eşi bu durumu anlamış gibi, hafif bir dirsek darbesiyle, "Bey, son çocuğumuzun adı İmdat idi, unuttun mu?" deyince Mahmut'un aklı da başına gelmiş oldu.

Mutlu günler kısa sürdü ne yazık ki, Mahmut ve ailesi için. Öyle ki, kamuoyunda o maçda Yunanistan'a oynayanlara karşı büyük bir hoşgörüsüzlük oluşmuştu. Bu hoşgörüsüzlük gittikçe tırmanması için asıl neden ise gazetelerde çıkan şu yazıdan kaynaklanıyordu:

" Hepimizin bildiği üzere İddaa karşılaşmasında tek maç olarak açılan Yunanistan-Türkiye maçında bahisleri Yunanistan'a oynayan ve para kazanan bahisçiler üzerine, kamuoyunda hoşgörüsüzlük ve aşırı milliyetçi akımların güçlenmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, iddaa bayilerinden toplanan kuponlarla, kimlerin Yunanistan'a oynadıkları saptanacak ve bu kişiler hakkında Türklüğe hakaretten dolayı TCK'ın 301. maddesi gereğince dava açılmasına..."

Artık, o maçta Yunanistan'a oynayanlar "vatan hain"liği ile suçlanır olmuşlardı. Tüm ulusal yazılı ve görsel medya, saptanmış isimleri yayınlıyor, yüklü miktarda para kazananları ise resimleriye birlikte yayınlanıyorlardı. Mahmut için bundan daha "ağır" bir olay olamazdı. Herşeyden öte, tüm bu başına gelenler yetmezmiş gibi bir de "vatan hainliği" ile suçlanıyordu.

Bundan sonra Mahmut'un hayatında hiçbirşey eskisi gibi değildi. Mahkeme çıkışlarında, Orhan Pamuk ile beraber yumurtalı saldırılara hedef kalıyordu. Kendisine uzatılan mikrofonlara "Hem birlikte yaşadığınız kişilere hakaret edeceksiniz, hem de onlarla beraber yaşamayı sürdüreceksiniz. Bu kabul edilemez!" diyerek kendisinin "vatan haini" olmadığını anlatmaya çalışıyordu ama nafile ...

Bütün bunlardan en ilginci ise, 301den yargılanan ve ertelenmiş tek ceza alan kişi kendisiydi. Evet, o maça oynayan ve yüklü miktarda para kazanan birçok kişi daha vardı ama "ertelenmiş" cezayı sadece kendisi almıştı. Bunda kendisinin Ermeni kökenlerine atıfda bulunulup "dönme" oluşundan mı kaynaklanıyordu, bunu çözemiyordu, ama nedenin bu olmadığına inanmak istiyordu.

Baskı onun üzerine yoğunlaştığı zamanlarda, ciddi ciddi bu ülkeden bir şekilde gitmeyi düşünmüştü, ama yapamazdı zaten o burada doğmuştu, her şeyiyle Türk'dü zaten, niçin yurtdışına çıksaydı ki, "vatan haini" olmadığını bildiği halde bunu niye yapsaydı ki?

Bir Cuma günü kendisi, Şişli kaldırımlarında yürürken, başına sıkılan üç kurşun onun hayatını sonlandırmıştı. Görgü tanıkları katilin kaçarken "Bir Mahmut vurdum" dediğine şahit olmuşlardı. Katledilen "vatan haini" sonrasında, umulmayan birçok olay gelişti, binlerce insan "Hepimiz Mahmut'uz, hepimiz vatan hainiyiz" diye yürümeye başladılar...

Görsel ve yazılı medya ise, onu "vatan haini" ilan eden kendileri değilmiş gibi, bu sefer "Mahmut vuruldu!" "Yazık oldu!" şeklinde başlıklar kullanmaya başladılar. Evet, onun "vatan haini" olmadığını herkes anlamıştı ama iş işten çoktan geçmişti. Eşi Hatice, "Sevdiklerinden ayrıldın, kucağımdan ayrıldın ama ülkenden ayrılmadın" şeklinde açıklamada bulunmuştu.

Akıllarda kalan soru ise "Yiğidi öldürdük ama hakkını da verdik" diye sevinilmeliydi yoksa " Bir kişiyi yaşarken anlamak istemedik, yaptıklarını çarpttırdık ve haksız yere ölümüne sabep olduk" diye üzüntü mü duyulmalıydı şekline kendisini gösterdi.

 
Toplam blog
: 112
: 3643
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

İstanbul'da doğdum. Metalurji ve Malzeme Mühendisliği mezunuyum. Felsefe, sanat tarihi, müzik özel i..