Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '07

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Bir adam, bir yaşam ve İstanbul...

Bir adam, bir yaşam ve İstanbul...
 

Adam kalktı. Alacakaranlıktı. Pencereden baktı. İstanbul tilki uykusundaydı. Ağız dolusu sövmek geldi içinden yoksulluğa doğru. Birazdan gün ağaracak, şehir Balat’tan Üsküdara’a, Kadıköy’den Rumeline akacaktı. O da bir tekerliği kadar değerinin olmadığı araçlardan birine atlayacak ömür köleliğini öğüten çarklardaki yerini alacaktı…

Cepheden karşı karşıyadılar şimdi...Yedi tepeli neler neler görmüş koca şehir ve sıradan bir adam...

Geleceği olmayan hayatların sahnesinde kendine biçilen rolü oynamaktan usanmıştı. İpotek altına alınmış yaşamlara asla ikinci bir şans tanınmadığını biliyordu, ama o, yine de hafta sonu mutlaka talih oyunlarından birini oynayacaktı. Talihin kendisine oyun oynadığını bir kez daha düşünebilmek için.

Aynaya geçmeli yüzünü görmeliydi. Tükürdü! Tükürmek istediği başka suratların yerine. Tenini ucuza rehin aldığı Rumen fahişeye baktı. Yatağındaki yabancı değildi. İşaretin diliyle tahsilli de olduğunu anlatmıştı kızcağız. Onu bir geceliğine özel sömürü alanına almıştı. Ertesi gece ve şu başlayan günde kendisi de üç otuzluk borç harçlık yaşamına dönecekti işte!

Tabii buna “yaşamak” denirse…

Pencereye döndü, şehir uyanmaktaydı. Ayakta uyumaya koşullanmış yığınlar sel olup akacaklardı. Teselli arıyordu. Tophane’nin çocuklarını düşündü. Tehlikeli bir düşünüştü aslında: O da evlenip çoluk çocuğa karışsaydı eğer, kendi çocukları da kuru ekmek için dilenmek durumunda kalır mıydı? Acınsın mı, korksun muydu? Uyuttu zihnini en iyisinden kendini avuttu: ne gerekti neslini sürdürmeye? İyi ki de ne kimseye bağlanmış ne kimseyi bağlamıştı kendine.

Şimdi önünde koca bir özgürlük alanı vardı. Cebinde olmayan parasıyla iç geçireceği dükkanların önünden geçerken savuracağı koca bir ömür… Düzenden, tarihten, gelecekten dışlanmıştı. Adam yerine konduğu da olmuyor değildi hani: Seçimden seçime oyunu istediklerinde! Oysa o hayatı ciddiye almaya hazırdı. Ancak her kalkışı küfürle, ceza tehdidiyle fazlasıyla bastırılmıştı. Değil kendisini yedi sülalesini doyuracak kadar sefalet ve aşağılanma biriktirmişti. En iyisi aldırmamaktı.

Akşam oldu mu TV nin başına geçecek ve tiksinti uyandıran ilişkilerin girdabında yaşadıklarını ve yaşaması muhtemel olanları yüzlerini bile görme şansı olmayanların o "cafcaflı" hayatlarında unutacaktı!

İstatistikler, cinayetler, gasplar, haraçlar, boyun eğmeler, direnişler, kavgalar, vahşi yaratıklar ve evcilden de evcil o kuşlar. Mezarlıklarda çalınan hayatlar, köşede kıstırılanlar ve kıstırmak için pusuya yatanlar. Bunlar olmasın diye çırpınanlar…. Vesaire idi hayat. Atılan nutukların aç karınları hiçbir zaman doyurmadığı ve güvenli geleceği insan soyu için kuramadığı, doğal dengenin zembereği çıkmış bir yaşam. Bir toplu histeri. Bir total buhran!

Bu asla kendisi olamayan adam aslında İstanbul’un ta kendisiydi!

 
Toplam blog
: 374
: 491
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Merhaba! Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olgularla ulusal ve evrensel düzlemde ilgilenme..