Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Bir adam ve eski arabası...

Bir adam ve eski arabası...
 

Görsel:www. kral.org


Kaza geçiren arabasının başından bir türlü ayrılamıyordu. Hâlâ oldukça gür olan kırlaşmış saçları, özgürce uzatılmış, biçimli ve kır sakalı ile 55–60 yaş aralığında, oldukça atletik yapılı bir adamdı. Otoyolda, süratle birbirleriyle yarışan dört çekişli iki araçtan kurtulayım derken önce bariyerlere çarpan aracı ardından şarampole yuvarlanmış ve adeta hurda yığınına dönmüştü. Kendisi bu kazadan şans eseri ufak tefek sıyrıklar ve burun kanaması ile kurtulmuştu...

O keskin gözlerini, çok sevdiği, adeta kendini onunla özdeşleştirdiği emektar aracının bulunduğu şarampolden kaldırmış, çok ilerilere doğru, sanki ufku içine sığdırırcasına dikmiş bakıyordu. O hep dürüst ve inandığı değerler için mücadeleye hala kararlı görünen geniş alnında biriken ter damlalarını usul, usul silerken içinde, hurdaya dönen aracının tekrar eski haline gelmesi ve ona tekrar binip gitmek için sınırsız bir istek duyuyordu...

Sanki hep ertelenen o zam(an) gelmiş, çok değer verdiği, üzerine titrediği, varlığı ve geçmişi ile özdeşleştirdiği bir şey, arabası, artık işe yaramaz bir hurda yığını haline dönmüştü.

İçli ezgi ve dizeler,

Artık diğer yeni, modern ve son derece donanımlı araçların hüküm sürdüğü memleket yollarında, onların belirlediği fiili kural(sızlık)lara göre hareket etmek zorunda oluşunu anımsadıkça o cesur ve keskin bakışlı gözleri, zorunlu bir yutkunma eşliğinde hüzünlü bir çaresizlikle kapanıyordu. Böyle anlarda ya "Rodrigo'nun Gitar Konçertosu" ya da "Beethoven'ın Dokuzuncu Senfonisi" çınlardı kulaklarında... İsyanına ezgilerle eşlik edercesine... Dağlar, tepeler daha da büyür, gökyüzü yeryüzüne daha da yaklaşırdı sanki böylesi nadir anlar(ın)da. Düşünürdü... " L.V. Beethoven duymayan kulaklarıyla notalarında çağını -ve ileriki çağların ruhunu- kıskıvrak yakalayabilirken sıradan insanlar o ruhtan nasıl da kolayca sıyrılabiliyorlar..." diye... Ardından da dahilerle sıradan insanlar arasında bu fark normaldir diyerek kendi kendini teselliye yönelirdi.

Ve bazen de mısralar eşlik ederdi bu acaip atmosferdeki ezgiye;

“…Masmavi ve dingin bir yaz denizinde - Gündüzleri uzaktan gür salvolar atan - Geceleriyse pırıltılı ışıklar saçan - Bir hayal gemisiydi - Ve battı, yan yatarak - yaşamın o fırtınalı ve belirsiz - yeni denizlerinde, sert iklimlerinde.- Hepsi de şehit olan - İdealleri ve sözcükleri de dahil - Kimsecikler yoktu artık yanında - o, artık kendi enkazına - sadece kendi dalabilirdi…” (“İnsan mı değişmeli yoksa dünya mı?” İ.Ersin K.) (1)

Zihni de aracının içindeki seyri seferleri gibi geçmişten gelip geleceğe gider gibiydi...

Ah şu hep değişen zaman!

Kendisini sıkıştırıp aracını yolun dışına iten, hurdaya çevirenler hatta yaşamını hiçe sayanlar, o gösterişli, donanımlı ve hızlı araçlarının içinde “yeni zamanın çocukları” mıy dı?

Kuralları, kazançları, üretim ve tüketim şekilleri, özgürlük, bireysellik ve toplumsal olana yönelik algılamaları neydi?

Bu soruların hepsinin yanıtı da hızla seyreden araçları gibi olumsuz çağrışımlar yapmaktaydı zihninin o hızlı akışı içinde…(2)

Geçmişi, onun anlamlı, yapıcı ve güzel değerlerini sürekli anımsayıp sorgulayabilen işlek bilinci “eski”den gelip “yeni”ye doğru uzanan uzun ve zorlu yolda bozulmayı başlatan şeylerin neler olduğu konusunda birçok düşünceye sahipti. Fakat hurda yığını halindeki aracına tekrar tekrar baktıkça, bir şeyleri eski haline getirmenin, işlevini yitirmeye yüz tutan şeyleri düzeltmenin -ya da değiştirmenin- zorluğunu hatta olanaksızlığını düşünmek ağrına gidiyordu! Değerli bir “eski”yi, “yeni zamanlarda”, “yeninin içinde” hem korumak hem de işe yarar kılmak istiyordu… Fakat bu bulanık, karmaşık, kesintili (süreksiz) "yeni zaman"da "eski" ve "yeni" tam olarak neydi? işte bu nokta zihninde oldukça muğlaktı!

Yoksa, bu çelişkiyi çözemezse, kendi yeri bir sahil kasabasında -anıların sürekli gündemi işgal ettiği- bir emekliler kahvesi, aracınınki de müze ya da hurdalık mı olacaktı?

"Anılara dalıp, küçük bir umutla - kaybettiklerini arayan bir adam gördüm. - Anıların girdabına kendini bırakmış, - Pes etmiş, nerdesin! diye çığlık atan. - Bir adam gördüm bugün " ( Neriman Küçük, "Bir Adam Gördüm")

Başka nelerdir değişmesi gereken?

Yoksa zihninde yanan bu harlı ateşin alevlendirdiği düşünceler “eskiye veda için” etrafında yamyam dansı yapan çığırtkan yerlilerin aklına oynadığı bir oyun muydu?

O mu değişmeliydi yoksa dünya mı?

Oysa zaman, upuzun yeleli bir kısrak hızında, dur durak bilmeden koşan, ilerleyen zaman sürekli değişmekteydi. Her zamanki gibi…

Belki de her ikisi birden, dünya da, insan da birlikte değişmeliydiler; daha insancıl ve ılıman bir dünya iklimine doğru…

Hem yurtta hem de cihanda...

İ.Ersin KABAOĞLU,

17 Eylül 2010, Ankara

Blognot:

(1) http://blog.milliyet.com.tr/Insan_mi_degismeli_yoksa_dunya_mi_/Blog/?BlogNo=130229

(2) İcra yoluyla lüks emlak ve araç edinimine "caiz"dir fetvasının alınması, yeni zamanın "yeni"leri hususunda zihnindeki bulanıklığı daha da artırmaktaydı. http://www.ekonomiborsa.com/kriz-ve-039039caiz039039-fetvasi-yeni-is-alani-yaratti.html

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..