Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '15

 
Kategori
Deneme
 

Bir Anı Defteri buldum’dan seçmeler

Bir Anı Defteri buldum’dan seçmeler
 

Geçen gün, Bayazıt’taki Sahaflar Çarşısı’nı dolaşmaya gittim. Eski kitaplar satan bir dükkâna girdim. Çöp işiyle uğraşmayı severim de...

Söylemiş miydim? Bit Pazarları benim en gözde gezi yerlerimdir.

O dükkânda eski kitapları karıştırırken 1970’li yıllarda bankaların eşantiyon olarak dağıttıkları küçük not defterleri vardı -şimdi ajanda dedikleri şey- işte ondan bir tane gördüm. Çok kirli bir şeydi. Burada kitapların arasında olması tuhafıma gitti.

***

13 Kasım 1970

“Hemen hemen bir ay geçti, ben bir tek kelime bile yazamadım. Oysa bu bir aylık süre benim hayatımın en hareketli günlerini yaşadığım bir dönem oldu. Doğrusu mutluydum ve neşeden uçuyordum adeta. Bu nedenle belki de günlerin nasıl geçtiğini anlamadım.

O geceden sonra Necip’le aramızda bir yakınlık doğdu. Ona bağlandım ve onu sevdiğimi anladım. Bazen buna hakkım olmadığını, sevmemem gerektiğini düşünüyordum. Çünkü annemin ve ablamın davranışları beni korkutuyordu. Başkaları nasıl düşünür bilmem; ama annemin yaptığını bir fahişelik olarak değerlendiriyordum. Buna rağmen bir süre sonra bir fahişenin kızı olduğumu unuttum.

**

Defterin sonuna yaklaştık. Bu kısımda yırtılmış sayfalar olduğu anlaşılıyor. Çünkü defterin ciltli kısmında parçaları kalmış. Bu tip defterler birer minik ajanda oldukları için, tarih sırasına bakıldığında da bunu anlamak mümkün.

Acaba Sibel bu sayfalara ne yazmıştı ve neden yırttı? Yoksa ileride okuduğunda kendisini bile rahatsız edecek bir şeyler mi karalamıştı? Sorular çoğaltılabilir, ama biz defterin son sayfalarını aktaralım:

**

1 Mayıs 1971

“Her şey bitti... Ben Kenan Mantar’ın karısı Sibel Mantar, karnımda taşıdığım çocuğumun babasıyla, ama gerçek babasıyla evlendim. Bir kaç gün önce hamile karnımla giydiğim o bembeyaz gelinliğin bile bana yakışmadığını ve oradaki insanların riya dolu, alay dolu bakışlarını hiç unutamıyorum.

**

2011 yılının Nisan ayının ortalarında bir gün, internetten gelen bir mesaj beni, çok etkiledi. Çünkü mesaj, bu öykü ile ilgiliydi. Gerçi bugüne kadar aynı konuda onlarca mesaj almıştım, ama sanırım bu farklı.

Evet, “Bir Anı Defteri Buldum” başlıklı öyküm çok sayıda okuru çeşitli açılardan etkilemiş ve bazıları da duygularını mesaj yazarak anlatmak istemişlerdi:

“-Defteri bana gönderir misiniz?”

“-Merhaba, ben Sibel! Yıllar sonra defterime kavuşacağım için çok sevinçliyim. Lütfen, defteri götürdüğünüz kitapçının adresini veriniz!”

“-Başkasının özel yaşamını deşifre etmenizi kınıyorum.”

“-Bu öyküdeki olaylar gerçek mi, yoksa hayal ürünü mü?”

“-1970’li yıllarda bu tür olayların yaşanmış olmasını hayretle karşıladım.”

“-Defteri ben bulmuş olsaydım, götürüp kitapçıya bırakmazdım. Belki bir gün sahibi çıkar ve defterini alırdı.”

Şeklindeki ifadeler, gelen bazı mesajların içinde yer alıyordu.

**

Ancak son mesaj bana “Acaba bunca yıl sonra, Sibel ortaya mı çıkacak?” sorusunu sordurmuştu. Lafı uzatmadan mesajı aynen veriyorum:

“Ömer Bey merhaba! Ben öykünüzde söz ettiğiniz Sibel. Tabii gerçek adımın Sibel olmadığını siz de biliyorsunuz, ben de. Size, defterimdeki anıları yayımlarken gerçek adımı kullanmadığınız için teşekkür ederim.

Bu öyküyü, ilk defa internette dört sene önce okumuştum. Bu zaman zarfında size yazıp yazmamak hususunda defalarca karar değiştirdim. Yazıp da göndermediğim mesajların sayısı oldukça fazladır. Bugün ise bütün cesaretimi toplayarak yazmaya karar verdim.

Önce neden yazmaktan çekindiğimi açıklayayım: Geçen hafta on sekiz yaşına basan bir kızım var. Onun benim geçmişimi bilmesini istemiyorum. Etkilenebilir, belki de utanabilir. Hâlâ size yazmakla iyi mi, kötü mü yaptığımı o yüzden düşünüyorum.

Her şeye rağmen neden yazdığımı da şöyle anlatayım: Bu öykünün yarım kalmasına gönlüm razı olmadı. Yaşanan olaylar geride birçok soru işareti bırakmış gibi duruyor. Bu öyküyü okuyan insanların bu soruların cevaplarını da bilmeleri gerektiğini, dahası buna hakları olduğunu düşünüyorum.

Öykünün devamını size anlatacağım. Sırrımı kimseye vermeyeceğinizden eminim. Lütfen yanlış anlamayın, size bir güvensizlik olarak da yorumlamayın; ama içimdeki kuşkuyu bir türlü tam olarak atamıyorum.

Kendimden emin olunca size tekrar yazacağım. Selamlar. Sibel”

***

Son görüşmemiz değilmiş. Çünkü Pazar günü, Sibel beni aradı. Öğleden sonra müsaitsem hastaneye gelebileceğimi söyledi; ayrıca önceki konuşmamızla ilgili yazdıklarımın çıktısını alıp ona götürmemi istedi.

Hastaneye geldiğimde, müracaattaki görevlilerin nasıl davranacağı konusunda zihnimde sorular vardı. Bir öncekinin tam aksine çok iyi davranarak endişelerimi yok ettiler.

Sibel, önce yazdıklarımı okumamı rica etti. Okudum.

------

Ürün Açıklaması

Yazarı : Ömer Faruk HÜSMÜLLÜ

Boyut :            14.0x21.0

Sayfa Sayısı :  108

Basım Tarihi : 2013-11

Kapak Türü :   Ciltsiz

Kağıt Türü :    2. Hamur

Dili :    Türkçe

Yayın Yönetmeni : Nihat Polat

Sayfa Düzeni : Gülcem Oflaz Mırık

Kapak Tasarımı : Arzu Demir

**

EDİTÖRDEN:

"Dostoyevski'nin Beyaz Geceler'i, Andre Gidé'in Pastoral Senfoni'si ya da Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz'i, bütün bu içimize işleyen kısa yapıtlar güçlerini hafifliklerinden ve sâdeliklerinden alıyor. Onları derinleştiren ve dokunaklı bir hâle getiren hafifliğe ve duruluğa yazarımızın üslûbu da ustalıkla yaklaşıyor ve ortaya ikindi sessizliğinden yapılmış gibi duran bir metin çıkarıyor. Bir genç kızın kayıp gün(lüğ)ünden yola çıkıp yaşamın bizi bir ışığa boğan bir kör karanlıkta bırakan gerçeğini içimizde şiddetle duyumsattırarak bize bir yaşamöyküsü anlatıyor. Post-modernist bir kurmaca mı yoksa bir yaşamöyküsünün aktarımı mı bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki, bu kitapta gerçeği de kurmacayı da aşan bir yaşamöyküsü var..."

Editör : İ. Atilla Kılıçlı

 

 

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..