Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '07

 
Kategori
Öykü
 

Bir Anneler Gününde Dertleşme -II-

Ondan hatırladığım, beni etkileyen son kez uzaktan gördüğüm otuzbeş yaşlarındaki incecik uzun siluetiydi... On sekiz yaşıma yeni girmiştim...

Çoğu kişinin anlattığı klasik bir hikaye... Oturup gülerdik yerli filmlerdeki konulara... Gerçekten “Var mı böyle insanlar, kötüler bu kadar kötü, iyiler de bu kadar iyi olabilirler miydi?” diye... Şimdi düşünüyorum da demek oluyormuş...

Bir gün okuldan her zamanki saatte çıkmış, atık suları taşıyan yer yer kuru dere yatağının kenarından geçiyordum; ara sıra o civarda gördüğüm lüks araba bana yanaşmıştı. Kilolu, kıvırcık saçlı, yirmi beş yaşlarındaki adam camı açıp bana bir şeyler söylemeye başlayınca adımlarımı hızlandırıp koşarcasına uzaklaşmaya çalışmıştım. Araba hızlanıp beni geçip durdu. Adeta incitmekten korkarcasına benimle konuşmaya başlamıştı. Şefkat dolu pırıl pırıl, konuştukça pembeleşen, masum bir yüz ifadesiyle dopdoluydu. Çilentide yürümüş olmam onu etkilemişti... Bana, benden daha yakın, Tanrı tarafından gönderilmiş bir koruyucu melekti... Gösterdiği ilgiye karşın tüm ısrarına rağmen yine de arabasına binmemiştim... Kendi de binmediğim için beni tebrik etmiş, telefon numarasının bulunduğu bir kart verip yavaşça uzaklaşmıştı.

O güzel yüz, şefkatli ses ben uyuyana kadar gözümün önünden gitmemişti. O heyecanla ödevimi yapmayı unutmuş, sabah uyanınca aceleyle kitaplarıma şöyle bir göz gezdirmiştim. O gün derse hiç iştirak etmemiştim. Okul çıkışını dört gözle bekliyordum. O gün gelmemişti...

Bir hafta daha geçmesine rağmen yine de ortalıkta hiç görünmemişti... Eve giderken gözlerim gelip geçen yollarda arabasını arar oldu. İçimden hiç kimseyle konuşmak gelmiyordu. Ödevimi yaparken bile birden bire tüm beynimi kaplamaya başlıyor, kendimi toparlayıp tekrar ödevime dönmem rahatlıkla yirmi dakikamı alıyordu. Evin en büyük kızı bendim. Annemle arkadaş gibi olmamıza rağmen, babamla aramızda büyük bir mesafe vardı. Değil arkadaş olmak, basit bir şefkatli söz dahi duymamıştık ondan. Biz her gün bitip tükenmeyen kurallarını tekrar tekrar sıralamasını dinlemekten bıkmış, kendisi aynı şeyleri anlatmaktan bıkmamıştı. Oysa yaşı henüz otuz yediydi. Bizler, dese de demese de o kural diye sıraladığı maddeleri zaten isteyerek yerine getiriyorduk.. Buna rağmen devamlı dersleri bizden iyi olmayan, akraba, komşu çocuklarını iyi örnek gösterirdi.

Hayatımda geçirdiğim çok uzun bir hafta... Bitmek tükenmek bilmeyen upuzun yollar gibiydi. Defalarca telefon kulübesine gidip telefon etmeye çalışmış fakat jetonu attıktan sonra vazgeçmiştim. Kartta büyük bir şirketin yönetiminde olduğu yazılıydı... Ne şirketi, ne parası hiçbir maddi durumu beni ilgilendirmiyordu. İstediğim tek şey o şefkatli sesi, görüntüsüydü... Artık benim için bir serap olduğunu düşünmeye başlamıştım... İkinci hafta da geçmek üzereydi ki okul dönüşü onu görür gibi olmuştum... Adımlarımı hızlandırmama rağmen yetişememiştim. Daha sonra akrabası olduğunu öğrendiğim bir gençle arabaya binip gitmişlerdi...

Kendi kendimi telkinle ondan uzaklaştırmaya çalışmıştım... Uykudan uyanıp, düşün tesirinden kurtulmuştum... Eskisi gibi kendimi derslerime vermiştim...

Birinci dönemin sonuna yaklaşmıştık... Arkadaşımla birlikte o gün verilen ödevleri kendi aramızda konuşurken, birden bire karşıma çıkıvermişti... Arkadaşımla tanıştırmış, birkaç dakika birlikte yürüdükten sonra onunla yalnız kalmıştık... Bu kez arabasına ısrarla çağırmış, zamanın sınırlı olmasından dolayı kabul etmemiştim. Sıcacık bakışlı, şefkatli insan... O günden sonra arada sırada okul çıkışı görüşmelerimiz olmuştu... Görüşememek korkusuyla yarı yıl tatilinin olmasını hiç istememiştim... Alacağım karnenin güzelliğini görmesini, bana “Aferin” diyeceği anı heyecanla bekliyordum... Sanki okula yeni başlayan bir öğrenci gibi büyük bir hevesle çalışmaya devam etmiştim... Tek amacım, çalışkanlığımla gözüne girmekti...

Karnelerimizi alacağımız günün sabahı büyük bir telaşla hazırlanmıştım... Takdir alacağımdan emindim, buna rağmen yüreğimi tarif edemediğim bir korku kaplamıştı... Sınıfta isimler okunup karneler dağıtılırken, zaman bir türlü geçmiyordu... En nihayet adım okundu, telaşla sınıf öğretmenimden karnemi adeta kapıp çıkıyordum ki, takdirnamemi almam için de beni uyardılar... İkisini sıkı sıkı tutup hızla sınıftan çıkmış, koşar adımlarla erkenden okuldan ayrılmıştım... Karnelerimizi alacağımız güne kadar görüşmelerimiz hep okul çıkışında olmuştu; bu kez bana okuldan biraz uzak olan bir yeri tarif etmişti... “Acaba bulabilir miyim?” diye düşünürken birden karşımda buluvermiştim... Heyecanla boynuna sarılmıştım... Dünyada hesap vereceğim tek kişi oydu... Hiç kimse aklıma gelmiyordu... Lüks arabasına binip, sahilde bulunan büyükannesinin evine gitmiştik... Sadece elimden tutup, arada bir saçımı düzeltiyordu... Başımı omuzuna yaslayıp, gözlerimi kapatmıştım... Kendini, kardeşlerini, ilkelerini anlatmıştı... Benden önce hiçbir kız kendini bu kadar etkilememişti... Elleriyle gözlerimi kapatıp defalarca masumca öpmüştü... Arada bir saatine bakıp, “Geç kalmaman gerek “ demeye başlamıştı... Bense hiç yerimden kalkmak istemiyordum...

Evin bahçesine bir araba hızla yaklaşmıştı... Son model olup olmadığını bilmiyorum ama çok güzel, lüks bir arabaydı... Genç bir adamla birlikte benim yaşlarda, üzerinde okul forması olan bir kız inmişti... Her ikisi de bulunduğumuz evin kapısını çalmadan, anahtarla açıp girmişti... İçerde olduğumuzdan tedirgin olmadan karşımıza geçerek, şakalaşmaya başlamışlardı.. Adam alkol kokuyordu... “Kalk gidelim” diye ısrar edince, bana biraz sert bakıp “Birazdan” deyip konuşmaya devam etmişlerdi... Akraba oldukları konuşmalarından anlaşılıyordu... Kız, daha önce de geldiği belli olan bu evin mutfağından iki bardakla birlikte viski şişesini, bir miktar çerezle birlikte getirmişti... Kızın bütün ısrarına rağmen bana verilen bardaktan bir yudum dahi almamıştım... “Antibiyotik alıyorum” deyince daha fazla ısrar etmemişti... Bu ara arkadaşım da gitmemize karar vermişti...

Oradan çıktığımızda öğlen olmuştu... Bir balıkçı lokantasına geçip öğle yemeğimizi yemiştik... Kızın ısrarından kurtulmak için hayatımda ilk kez yalan söylediğimi arkadaşıma itiraf etmiştim... Antibiyotik kullanmıyordum...

Yemekte kendi isteğimle bira içmiş, çok hoşuma gitmişti... Gecikebiliriz korkusuyla oradan ayrılıp hızla şehre doğru gelmeye başlamıştık... Ben istemeden asla benimle birlikte olmayacağını, bana dokunmayacağını, evlenme amacında olduğunu söylemişti... Konuşurken, yüzüme bakarken aşırı derecede heyecan duyması, yanaklarının kızarması beni etkilemişti... Hayatımın ikinci yalanını evdekilere söylemek için, hazırlamaya çalışıyordum...

Çok sabırlı, şefkat dolu bir insan... Bir tek saniye bile aklımdan çıkmıyordu... Görüşebilmek için, yabancı dil kursuna yazılmaya karar vermiştim... Kurs çıkışı görüşüyorduk... Her şey planladığım gibi oluyordu... Kurs sınavında da çok başarılı olmuştum... Her defasında da bana “Aferin” demesi için ısrar ediyordum...

Tanıştığımız ilk günlerde ehliyetine bakıp doğum tarihini öğrenmiştim... Hayatımda özel bir yeri olan, büyük bir aşkla sevdiğim ilk ve son insan... Güzel bir hediye alıp ona sürpriz yapmıştım... Gerçekten çok duygulanmıştı... Beni şaşırtan günlerce beraber gezmemize rağmen, bir gün dahi bana doğum günümü sormamasıydı...

Beklemediğim bir anda bana aldığı hediyeyi elime tutuşturuvermişti. Ucuz bir şeydi ama dünyalar benim olmuştu... Bir insan anca benim kadar mutlu olabilirdi...

Okulun, hızlı ikinci dönem temposu başlamıştı... Derslerime daha fazla önem vermeye başlamıştım; ne de olsa iyi notun sonunda sevdiğimden bir “Aferin” kazanacaktım, dünyalar da benim olacaktı.... Yaşamımda hiçbir olumsuzluk yoktu... Bütün insanlar güzel, herkes iyi... Üstelik babamın sert çıkışları da eskisi kadar beni üzmüyordu... Mutluydum...

Bir cumartesi günü, dershane yerine sinemaya gitmiştik... Sinema çıkışı, şehirde çalıştığı ofisten bir dosya alması gerektiğini söylemişti... Ben de doğrusu görmek için sabırsızlanıyordum.

Beş dakika sonra ofisindeydik... İç içe odalar, düşündüğüm kadar lüks olmadığı gibi biraz da hem kirli hem de eskiydi... Biran garipsediğimi fark edince, işlerinin yoğunluğundan ofise pek uğramadığını söylemişti... Bana bira, kendine de viski doldurduğu bardaklarla, kilitli olmayan masanın çekmecesinden bir miktar çerezi küçük tabağa getirip koymuştu... Bir yudum içip, ofisi gezme amacıyla ayağa kalkmıştım... İç taraftaki odada bulunan çekyat türü uzun koltuk dikkatimi çekmişti... İşlerinin yoğunluğundan öylesine bitkin düşüyormuş ki burada herkesten uzak bir saat uyusa dahi haftalarca dinlenmiş gibi olduğunu söylemişti... Rahat olan bu divana oturup, iyice yaslanmıştım... Birden kalkıp, biramı getirmişti...

Başımı omzuna yaslayıp biraz dinleneceğimi söylemiştim... Yüzümü avucuna alıp, usulca yanaklarımdan öpüp, başımın altına divanın kırlentini koyup, böyle daha fazla rahat edeceğimi söylemişti... Omzuna yaslanmak istediğimi tekrar etmiştim...

Kendime geldiğimde, yan yana yatıyorduk... Dilim tutulmuşçasına belli belirsiz kelimeler haykırırken, beni sevdiğini sandığım adamın şiddetli tokadı yüzümde patlamıştı...

Havanın kararmasına çok vardı... Dışarı çıkmaya korkuyordum... Yine de tek istediğim, caddeye çıkıp bir arabanın altına kendimi atmaktı...

Az önce şiddetli tokadı yüzümde patlayan, beni sevdiğini zannettiğim adam hem odayı hem de giriş kapısını kilitleyip dışarı çıkıp gitmişti.. Birkaç dakika sonra, denizde tanıştırdığı akrabasıyla çıkıp gelmişti... Başım çatlıyordu... Ne yapacağımı bilemiyordum... Su getirip, içirdiler, yüzümü yıkadılar... Tekrar şefkatli bir adam kimliğine bürünmüştü... Bu halde eve gitmemin doğru olmadığını söyleyip, korkmamın hiçbir sebebinin olmadığını söylemişlerdi.

Kendisi bir telefon numarası çevirerek, “Tatlım, şirketle ilgili sorunları çözebilmem için birkaç kişiyle yemeğe çıkacağız, sağolsun bir arkadaş aracı oldu, şu an onunla birlikteyim eve biraz geç gelebilirim, çocuklara sor bir istekleri var mı?” diye sormuş daha sonra “Bütün gün yoruldum, en iyisi eve uğrayıp duş aldıktan sonra yemeğe çıkarım...”deyip telefonu kapatmıştı. Bizi yalnız bırakıp gitmiş, akrabası olan genç de beni divanın üzerinde kendine doğru çekip, sakinleştirmeye çalışıyormuş gibi yapmaya başlamıştı...

Bir saat sonra tekrar çıkıp gelmişti. Cansız bir objeydim...

Yıllarca beddua ederek yaşamıştım. Benim, ailemin çektiği acıları kendisinin de çekmesini dilemiştim...

Bu gün “Anneler Günü” ondan hatırladığım; beni etkileyen son kez uzaktan gördüğüm, şuan bulunduğum yaştaki incecik, uzun siluetiydi... On sekiz yaşıma yeni girmiştim...

 

 
Toplam blog
: 77
: 505
Kayıt tarihi
: 03.07.07
 
 

Yaşamsal boyutta etkilendiğim; kimi zaman bir kısım, kimi zaman bütün insanların orijininde birle..