Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '19

 
Kategori
Sinema
 

Bir Aşk İki Hayat

Bir Aşk İki Hayat; Bir insan hikayesi!...

15 Şubat’ta gösterime giren başrollerini Engin Akyürek ve Bergüzar Korel’in paylaştıkları yönetmenliğini Ali Bilgin’in yaptığı Ay Yapım ve MedYapım imzalı “Bir Aşk İki Hayat” filmine geçen hafta içinde nihayet gidebildim.
 
Nihayet diyorum çünkü iki kez sinema salonunun kapısından farklı nedenlerle dönünce ister istemez filmi izledikten sonra da etkisiyle acaba “diğer ben mi izledi” diyesi geliyor insanın.
 
Neyse üçüncü denemede plansız, programsız arkadaşlarla hadi sinemaya gidelim, hangisine? “Bir Aşk İki Hayat’a” derken ben, bir diğeri “Bergüzar’ın oynadığı var ya ona gidelim” bir diğeri ise “size bıraktım” diyince gidebilmeyi başarabildim filme.
 
Filmin sonunda ise bize kalan; Güzel, keyifli dolu dolu bir akşam geçirmek oldu ortak fikirde.
 
Başından beri bir aşk hikayesiymiş gibi empoze edilen filmin sıradan bir aşk hikayesi olmadığını tahmin ediyordum zaten. Zira Engin Akyürek’in oynadığı filmler her ne kadar bu şekilde sunulsa da, mutlaka derdi olan, salt aşka sırtını dayamayan filmler olduğu için bununda öyle bir film olduğunu tahmin ediyordum ve yanılmadım.
 
Açıkçası filmi aşk filmi gibi tanıtarak filme haksızlık ediyorlar çünkü filmin derdi aşkı anlatmak ya da tanımlamak değil. Kader ve paralel evren bilinmezliğini anlatarak bizi bize sorgulatmak.
 
Bunu da fazlasıyla başarmışlar.
 
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Film 2012 Yunan yapımı “What If” filminin yasal uyarlaması bizim oyuncularımızla bir kez daha beyaz perdeye taşınmış iyi de yapılmış.
 
Engin Akyürek’in yönetmen Umut’a, Bergüzar Korel’in ise mimar Deniz karakterine hayat verdiği filmde, köpeğini dışarı çıkarmakla evde kalmak arasında kalan Umut’un verdiği karar hayatını nasıl değiştirir, kaderini nasıl etkileri anlatıyor.
 
Hayatın sonsuz seçenekleri arasında hangisinin doğru olduğunu bilmeden, attığımız adımların bizi savurduğu yerlerin iyi başlangıçların kötü sonuçlara, kötü başlangıçlarınsa iyi sonuçlara neden olabileceğini nereden bilebiliriz-i sorguluyor.
 
Bir diğer yandansa başka bir evrende- başka bir yerde bizden başka bizler olduğunu, yaşadığımız hayatta denemediğiz şeyleri başka bir yerde deniyoruz-u anlatıyor film. Yani her iki ihtimalin aynı anda gerçekleştiğini söylüyor. Paralel evrenler teorisi içerisinde sorguluyor hayatı gelin bir bakalım aslında hayatımızın hangi evresinde hangi halimizi yaşıyoruz diyor.
 
Acaba şöyle yapsaydım dediğimiz zamanlarımız olmuştur hepimizin. İşte diyor ki öyle demeyin başka bir evrende aynı anda o acabayı yapıyorsunuz zaten.
 
Son dönemde bilim kurgu türünün en gözde konularından biri haline gelen paralel evren konusunu bu sefer başka bir türle anlatmaya çalışmışlar başka bir değişle.
 
Bunu yaparlarken kader gerçeğini atlamamışlar her şeyi paralel evren teorisiyle açıklamamışlar. Tam da bu noktada aşka sığınmışlar. Seçimlerin ne olursa olsun, ne yaşarsan yaşa doğru zaman doğru mekanda aynı kişiye aşık olacaksın demişler.
 
Kader eğer gerçekten varsa, alınyazımızda yaptığımız tercihlerden hangilerine imkan tanıyor? Senin hakkında ne diyor?  Sizin için neyi tutar? Neyi tutmaz?
 
Asla değiştiremeyeceğimiz şeyler ve değiştirdiklerimiz nelerdir?
 
Sorularını sormuş ve olması gereken şeyin doğru yerde ve doğru zamanda bir gün mutlaka olacağını sadece hangi sırayla deneyimleyeceğimizi bilmiyoruz cevabıyla kaderin varlığını çok güzel açıklamışlar.
 
Küçücük bir farkla iki farklı hikayeye dönüşen film de aynı anda iki perde de film izliyor hissiyle tüm bu sorgulamaları yapıyor buluyorsunuz bir anda kendinizi. Konuya kader mi paralel evren mi olarak bakmalıyız diyoruz diğer bir yandan da.
 
Hangi yerden bakarsak bakalım sorguluyoruz her yanından filmin anlattıklarını.
 
Öte yandan çağdaş sorunlara birçok atıfta bulunan film çift yaşamının hassas analizini yaparak hayat, seçimler, mutluluk ve Kadıköy’de aşk-ı anlatmış bir yerde de.
 
Ekonomik nedenler bir çifti nasıl etkiler, gerçek aşk var mıdır, hayatın başında bulduğunuz ödül mü size mutluluk getirir, yoksa ödüle ulaştığınız yolda çektiğiniz acılarla kazandığınız mutluluğa mı daha sıkı sıkı sarılırsınız? 
 
Aynı adam, iki farklı karar. Sonuca giden yolda sadece sıralama mı farklı?
 
Tüm bu soruları içinde barındıran ve yer yer cevaplayan film bir insanın kişilik karmaşasını, psikolojik çatışmasını da çok güzel anlatıyor.
 
Bedenen büyüyen bir adamın çocukluğuna hapsolmuş ruhunun marazlarını, tek resimdeki mutluluğunun dışına çıkamadığı için yaptığı hataları ve bu hatalarla ruhen de büyümesini anlatıyor.
 
Büyümeden büyük sorumluluklar almak hatalar biriktirmek, içindeki mutsuz çocuğa veda etmek serbest bırakmak sonrasında hayatı sırtlamak.
 
İki yolu da gösterirken zaman zaman kader ve tercihler vurgusunu yapıyor zaman zaman ise paralel evren teorisine sığınıyor.
 
Örneğin bir yaşamında Deniz’le tanışan Umut diğer yaşamında bir sinema salonunda önünden geçen kadına (henüz tanışmadığı Deniz’e)  uzun uzun bakıyor. Nerden tanıyorum dercesine. Bir çeşit dejavu. Paralel evren teorisinde açıklandığı gibi.
 
Buna benzer pek çok sahne kader, tercihler, paralel evren teorisi üzerine ilerlerken film bize ayna da tutuyor.
 
Hangi tercihimizin iyi ya da kötü olduğunu nereden bilebiliriz belki diğer kopyamız biz ilk tercihimizle yol alırken o çoktan ikinci tercihimizi yapmaya koyulmuş mutluluğu yakalamıştır ya da tersi kim bilebilir ki?...
 
Bize bahşedilen hayatı yaşamak yerine orasından burasından çekiştirip mahvediyoruz bazen.
 
Oysaki akışına bırakmak en güzeli sanki. 
 
Tabi ki bu demek değildir  “e kaderimiz böyle ne yapalım”. Kader yolun tamamı değildir yol ayrımlarıdır. Sonuç belli olsa bile seçimler bize aittir. O seçimler bizi biz yapar. Bazen bir uçurtma gibi gökyüzünde asılı kalırız, bazense mutluluk bizden kaçmasın diye elini kolunu bağlamak isteriz.
 
Umut ve Deniz’in yaptığı gibi. Onların yollarının kesiştiği iki ayrı evrende yaşadıkları ve yaşayamadıkları bizlere de kendi hayatımızı sorgulatıyor. 
 
Engin Akyürek her giydiği karakteri izleyiciye inandıran özel oyunculardan biri. Burada da Umut’a önce kendisi inanmış sonrada biz izleyenleri inandırdı. Artı bir farkla da bir oyuncuyla iki farklı Umut’u aynı anda oynadı. Ve biz aynı anda iki farklı Umut’a da inandık. Bu da zaten bir oyunculuk başarısıdır. O hep sinemada olsun derdi olan işlerle, arızalı karakterlerle bizleri buluştursun, buluştursun ki izlerken o işten keyif alalım, soru soralım, zihnimize kazıyalım.  
 
Bergüzar Korel’e gelince kimse kusura bakmasın ama şu anki mevcut oyuncular arasında bana göre duyguyu izleyene en iyi geçiren kadın oyuncu. Özellikle acıyı. Evet beğendiğim pek çok isim var mevcut kadın oyuncular arasında ama acıyı izleyiciye geçirmekte kimse Bergüzar Korel’in eline su dökemez. Şimdiye kadar izlediğimiz dizilerde bunu fazlasıyla gösterdi. Burada dizilerden farklı bir rolle karşımıza çıkıyor. Ve Deniz karakterini de üzerine çok iyi giyiyor. Yani her karakterin üstesinden geldiğini, gelebileceğini bir kez daha kanıtlıyor. Keşke daha çok sinemada izleyebilsek kendisini.
 
İki oyuncunun uyumu ise çok iyi keşke bir dizi de bir arada görebilsek demeden alamıyor insan kendisini.
 
Yönetmen Ali Bilgin’e gelince böyle bir film için olabilecek en sade anlatım dilini seçmiş izleyiciyi de işin içine katarak izlenesi bir film çıkarmış.
 
Bundan fazlasında ne beklenir bilemedim. İşin orijinali de bu şekilde ilerliyor zaten. Biz çektik diye mi acımasız, yersiz eleştiriler yapılıyor. Kesinlikle film bu yersiz eleştirileri hak etmiyor. Yunanlıların çektiklerinden bir farkı da yokken, üstelik bizim oyunculuk performansları daha etkileyiciyken neyin eleştirisi yapılan. Önce anlamaya çaba sarf etmeli, sonra eleştirmeli insan neyi niçin izlediğini bilerek.
 
Ha bu demek değildir film dört dörtlüktü elbetteki kusurları vardı ancak bir uyarlamanın neresini eleştirebilirsiniz ki. Yapsanız da havada kalır. Bire bir uyarlanmış mı? Bize uygun haliyle “uyarlanmış evet”. Paralel evren teorisi ve kader üzerinde yeterli durabilmiş mi? “Durmuş”. Bunlara bakıp evet ya da hayır diyebilirsiniz. Bunlar da olmuşsa gerisi boş lakırdı.
 
Özetle hayatın ta kendisini anlatan bu film bence dolu, keyifli bir akşam geçirmek istiyorsanız izlenmeye değer.
 

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

 

  • Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.
 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..