Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Bir Atatürk ve Cumhuriyet düşmanının serüveni, Ticaniler ve Pilavoğlu

Bu blog Emine Supcin öğretmenin “Atatürk korunmalı mıdır? Neden ve kimden?” başlıklı bloguna atıfla yazılmıştır. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212535

Söz konusu blogun içinde Atatürk var, Şabanözü var. Bir de konu edilen eylemler içinde yakınlarım olunca, birkaç söz söyleyeyim, canlı tanığın sözlerini paylaşayım istedim.

Ticanilerin o eylemlerine katılan sadece dedem değil, büyük dayılarım(annemin dayıları)da var. Supcin öğretmenim, yazısına yaptığım yoruma yanıtta ayrıntı talebinde bulundu; ‘madem bu kadar tarafsın, ayrıntı isterim’ diyerek. Dedem ve dayılarım uzun yıllar önce vefat ettiler. Onların adlarını böyle bir olayla anarak daha fazla saygısızlık yapmak istemedim. Bilgilerimi kontrol için annemi de aradım, doğrulatmak için, dayılarımızın varlığını böylece öğrendim. Olan olmuş; önemli olan, bu yaşananlardan ne çıkarımımız oldu? Bireysel ya da toplumsal anlamda ders aldık mı? Söz konusu eylemlere ve kişilere birebir tanıklık eden, bir başka tanığın anlattıklarını iletmek istedim. Süleyman amca(Özdemir ), benim dedemin anlattıklarıyla (ayrıntılar hariç) örtüşen şeyler anlattı.

***

“Kemal Pilavoğlu, 1952 yılında Ankara’da kitapçılık yaparken laikliğe aykırı hareket etmek, bildiri dağıtmak, Atatürk büstü kırdırmak ve tarikatçılık yapmak suçlarıyla yargılanmış; mahkeme tarafından yedi yıl hapis, beş yıl sürgün, beş yıl da polis gözetimi cezasını tamamladıktan sonra Bozcaada’ya gelmiş. 1968 yılında, Bozcaada’da “Üzüm, Şarap ve Efendi-Ticani Tarikatı ve Pilavoğlu” adıyla bir röportaj yapan Hikmet Çetinkaya, Ticani lideri Kemal Pilavoğlu’nun Bozcaada’deki günlerini şöyle anlatıyor:
“Karısı, iki kızı ve oğlunu da yanına alan Pilavoğlu, 1963 sonlarında Bozcaada’ya getirttiği yirmiye yakın müridinin sayısını, birkaç ay içinde ellinin üzerine çıkarmayı başarmış. Bozcaada’da sempati toplamak için öğrencilere kitap, defter, kalem ve eğitim araçları almış. Bunları parasız dağıtmaya başlamış. Bozcaada’da doğru dürüst bir fırın, bakkal, bir manav yokmuş o yıllar. Adalılar yoğurt, süt yüzü görmüyorlarmış, aylarca. Çanakkale’ye inerlerse yiyebiliyorlarmış. Kışlık sebze yemezlermiş. Kısacası yoksunluk bölgesiymiş Bozcaada. Kışın deniz kudurdu mu, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırlarmış. Motorlar çalışmazmış günlerce. Kimsenin aklına sebze yetiştirmek, inek alıp beslemek gelmezmiş, 1963'e kadar. İşte iyi bir işletmeci olan Pilavoğlu, kolları sıvayarak koyun almış. Süt ve yoğurt satmaya başlamış. Manav ve bakkal dükkanları açmış. Fakat şarap ve sigaranın ‘günahkarlar içkisi’ olduğunu öne sürerek, bunları satmıyormuş dükkanlarında. Artık işleri yoluna girmiş, ‘Pilavoğlu Çarkı’ hızlı hızlı dönmeye başlamış. Üstelik elliden fazla mürit, efendilerinin hizmetinde sadece boğaz tokluğuna çalışıyorlarmış.”
(ÇETİNKAYA, Hikmet: Kubilay Olayı ve Tarikat Kampları. Sf. 40. 1986, İstanbul)”
(1)

Bu laik devlet düşmanı Ticanilerin Kırşehir’deki ilk eylemi de Yeni Çarşı’daki İş Bankası Şubesi’nin önünde bulunan ve bütün tören ve toplantıların yapıldığı alanda yer alan Atatürk büstünün bir gece çekiçle kırılarak yerle bir edilmesi olmuştu.
Kırşehir’deki Atatürk heykelini kıran Ticanilerin siyah bir arabayla gece Ankara’dan Kırşehir’e geldikleri, bugünkü yer altı çarşısının üzerinde bulunan eski belediye binasının yanındaki otelin önüne araçlarını park ettikleri ve 1951 yılının karlı bir kış gecesi Atatürk’ün beyaz bir mermere yontulmuş yüzünü çekip darbeleriyle parçalayarak tekrar aynı araçla Ankara’ya döndükleri ortaya çıkmıştı.
Büstü kıranlar Ankara’da Hacı Bayram Camii civarında yuvalanan ve liderliğini Kemal Pilavoğlu’nun yaptığı Ticanilerin bir koluydu. Kemal Pilavoğlu o dönem oldukça ünlü bir tarikat lideri olarak bilinirdi.
” (2)

***

-Ticanilerin bir lideri var Pilavoğlu diye. Çubuk, Şabanözü, Kalecik ilçelerinde örgütlenmişler. Bunların bilinen tahta kılıçlarla yürüyüşleri var. Sohbetlerde anlatırdın, tekrar anlatmanı isteyeceğpim Süleyman amca.

-Tahta kılıçlarla bunlar, miting mi dersin, gösteri mi dersin o işi yapıyorlar, tarkatçılar Pilavoğlu’nun müritleri yani. Şabanözü tarafından yola çıkıp Çubuk’a doğru ilerliyorlar; bağırmalar, çağırmalar. Asker haber almış müsaade etmiyor Çubuk’taki olaya. Müsaade etmeyince kargaşa çıkıyor, asker süngüyü takıp bu gelenleri taa Kargın Çayırı’na kadar kovalıyor. Başka yönlerdende gelen olmuş, onları da geldikleri yöne doğru sürüyor asker. Ama Çubuk’a gelesiye kadar Çankırı’nın kazalarından Şabanözü’nden gelirken, her toplanmaya geldiklerinde müritler fazlalaşıyor, çoğalıyorlar yani. Bir yerde devletin de dikkatini çekiyor, orada dağıtıyorlar bu gelenleri. Ondan sonra tutuklamalar oluyor herhalde. Unuttuğum olabilir, bu adamı Bozcaada’ya götürüyorlar. Adam(Pilavoğlu) orada yaşıyor. Köylerden onun müritleri gidip oraya, adama hizmet ediyorlar. Mesela Ankara Keçiören’den, Keçiören o zaman bağlı bahçeli mahalle. Oradan kadının kocası gitmiş, adama hizmet ediyor. Kadın da koyunlarını keçilerini getirmiş hem yayılımını sağlıyor hem de mahallede sütünü satıyor. O zaman söylediler Pilavoğlu’nun müritlerinden birisinin karısymış falan diye.

-30’lu yıllar mıydı, yoksa senin çocukluk, gençlik yıllarına denk gelen 50’li yıllarda mı oluyor bunlar?

-50’li yıllar. 1948 de ben tanıdım Pilavoğlu’nu.

-Bunların amacı neydi peki? -İslamiyeti yaymak yahu güya, şeriatı getirmek istiyorlar.

-Atatürk’ün büstlerini yıktıklarını, kırdıklarını biliyor musun?

-Tabi. Kızılay’la Sıhhiye’nin arasında orduevinin karşısında büstü vardı Atatürk’ün. Adamın birisi, o gün ben İzmir Caddesi’nde miydim, Samanpazarı’nda mıydım tam hatırlayamadım. Saldırmış adam. Garibin ayağında çorap yok ya!.. Ayakkabısı yok, perişan bir adam. Saldırdı adam büstü kırmaya. Aldılar götürdüler, kırmaya fırsat bulamadan. O adam(Pilavoğlu)ın bi iyi tarafı şuymuş; silah bıçak kullandırmıyor. Ama itikatin varsa, inanıyorsan o elindeki tahta kılıç 70 metre uzuyormuş; itikatin varsa! İyi tarafı, herkes öyle söylüyordu, silah, bıçak kullanmadığı için. İstemese de birisini öldürebilirdi başka türlü. Ama sopayla da, tahta kılıçla da pek kolay adam ölmez. Alet o, sadece odun parçası.

-Bizim taraflarda, Şabanözü, Çubuk, Kalecik taraflarında yaptıkları başka faaliyet varmıydı?

-Başka gördüğüm duyduğum yok ama, toplantılar yapıp islamiyet adına, şeriat adına konuşmlar yapıp, şeriatın geleceğini söylüyorlar. Biz de o günün genciyiz. O günkü milletin inanış şeklini kullanarak vede ibadet yoluyla topluyorlardı milleti. Bir de Mamak ta yaptılar; İstasyon(Ankara Garı)dan bindiler, köylerden, kazalardan gelenler toplandı. Mamak’ta toplantı yapacaklar. Trenle Mamak’a gidecekler; müritler toplanmış, trene de binmişler Pilavoğlu’nu bekliyorlar, hani gelecek de gideceğiz diye. O gelmiyor, hareket ediyorlar gidiyorlar. İçlerinden birisi demişki(planlı ,programlı, kendi adamlarından) ; ‘ya, Pilavoğlu gelmedi, şıhımız gelmedi’ diyenlere; ‘Lan ne gelmesi, ben trenin üstünde uçarak gittiğini gördüm.’ Adamın altında o günün en son model arabası var. Onun ortağını da biliyorum, Ankara’nın yerlisi, adı aklıma gelmedi. Kerhaneden çıkmıyor, meyhaneden çıkmıyor. Anlıyor musun o da ortağı bu adamın!

-Ne ortağı?

-İş ortağı, odun-kömür depoları vardı onun ortağı(Pilavoğlu’nun), Ankara’nın odununu, kömürünü o veriyor. Kızılcahamam’dan, ordan burdan kamyonlarla geliyor, öbür taraftan Ankara’ya dağılıyor. O zaman elektrikli soba yok, şu yok, bu yok! Herkes buram buram soba yakıyor. Ha, varmışlar oraya, Mamak’a, Pilavoğlu orada; gidecekleri yerde. “Ben demedim mi uçarak geldi diye” o trendeki söyleyen. Gidiyorlar adamın elini ayağını öpüyorlar. Ama adamda saç sakal yok. Bir giyiniyor, kuşanıyor ‘filinta’ gibi. Benim usta da ona elbise dikiyor. Ben provalarda ceketini tutardım. Yanındaki müritler de el-pençe divan bekliyorlardı o prova yapılırken. Başları takkeli, öyle bekliyorlar. Çantası var onların ellerinde, adam önden gidiyor, müritler çantayla iki adım geriden. Sakal makal yok, kravatlı falan. Hergün traş olan bir adam. İsmet Paşa Mahallesi’nden Bentderesi’ne doğru gelen bir yol var. O yolda Yaşar diye bir matbaa var, soyadını hatırlayamadım. O matbaa(cı)da bizim ustanın arkadaşı. Matbaaya kitap siparişi vermiş Pilavoğlu, yazdığı kitaplarmış. İyi hatırlıyorum konuşurken duydum 2 liraya maloluyormuş bir kitap. Kitapları alıp yanına koyuyor, gelen müritlere vermek için. Gelen müritler ilk önce istasyona(Ankara Garı) geliyor. Orda yazıhanesi var, ardiyesi var kocaman. Eski TRT vardı, onun karşısında. Gelen mürit ilk önce bu istasyondaki yazıhaneye geliyor. Şıha bir dilekte bulunacak, bir şikayette bulunacak, bir işi ters gitti onu söyleyecek. Karşılayan, “hoş geldin” diyor. Nerelisin, filan köylü. İsmin ne; şu. İşin ne, şıhtan ne istiyorsun; Geçen yayladan gelirken kağnım devrildi, iki öküzüm öldü. Bereket oğluma bir şey olmadı. Anlatıyor kazayı ve diğer bilgileri. Mürite diyor, Ulus Meydanı’na varacaksın, vilayetin arkasından geçeceksin, Uzunyol’u kime sorsan gösterirler!.. Şimdi herifin elinde getirdiği bal, yağ herneyse heybesinde gidiyor. Bizim dükkanın önünden senelerce gördük. Ustalar, bak bir tane kuş daha gidiyor, diye birbirlerine söylüyorlardı. Mürit yüküyle gidiyor eve. “Ooo hoş geldin Memed ağa kazan mübarek olsun, geçmiş olsun. Gene ucuz atlattın; öküzün gitti ama çocuğunu kurtardın.” Gelen mürit duydukları karşısında kendini yerlere atıyor, ayaklarına kapanıyor adamın. Şıh biliyor ya!.. Halbuki, telefonla haber geliyor. Telefon kimsede yok ozaman. Şahsen bizim terzi dükkanımızda telefon yoktu. İstasyondan telefon durum bilgisini yetiştiriyor müritten evvel. Adam giderken şıh, Pilavoğlu diyorki, “şu kitabı al git, varınca camide, toplantılarınızda okuyun” diyor. Hocam kaç lira, diyor o da, “bunun fiyatı yok” diyor. Hakikaten kitabı ben gördüm üstünde fiyatı basılı değil. “Gönlünden ne koparsa” diyor. Adam da gelmiş cebinde 15 lira harçlık var, 10 lirayı veriyor. 2 lira maliyet, 10 liraya, 20-30 liraya hatta 50 lira veren var. Böyle böyle Çubuk hadisesinden sonra işte o şekilde şey yaptılar.

-Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun bu Pilavoğlu yüzünden çıkartıldığını biliyormuydun? Celal Bayar bakmış olayların önüne geçilemiyor, bu yasanın çıkmasını sağlamış.

-Tabi, tabi ben o zaman 1948 de 15 yaşındayım. O günkü yaşım, o günkü tahsilim bunu ayrıntılı bilmeme mani oluyor. Gördüğümü, duyduğumu söylüyorum. Bizim dükkana çok geliyordu. Niye geliyordu, provaya geliyordu. Gelir geçerkende selam verirdi, Uzunyol’da oturduğundan. Ama evi arı kovanı gibi çalışıyordu. Ben dikilen elbiseleri götürürdum; birkaç kez eve gittim, elbisesini, paketini götürdüm. Kardeşim, eve biri çıkıyor, biri giriyor. İki, üç kadın hizmet ediyor. Komple bir bahçenin içinde Ankara evleri, avlunun içinde çevrilmiş bir evdi. İki katlıydı ve üst katta oturyordu.

-Başka bir bildiğin, söyleyeceğin var mı?

-Yok. Zaten yakalandıktan sonra Ankara’da kalmadı. Haberlerde, gazetelerde gördüm.

Dün, bu yazıların en önemli gerekçesi Mustafa Kemal Atatürk'ün 71. ölüm yıldönmüydü. Özlemle ve saygıyla anıyorum.

***

1- http://gokcebayir.net/?p=85 (Tarikat liderinin yargılanmasındaki ilginç detayları merak edenler için)

2- http://www.kirsehircigdem.com/makale_goster.asp?id=41&yazid=7

3- http://www.hikmetcetinkaya.org/belge.asp?=436 (Yazımın dışında bir ayrıntı daha)

Not: Süleyman amca ile yaptığım söyleşiyi görüntülü kaydettim. İsteği üzerine fotoğrafını kullanmıyorum.

 
Toplam blog
: 355
: 1099
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

1960 Ankara doğumlu bir Çankırılıyım. İşimin burada olması nedeniyle, Antalya'da yaşamaktayım. Ti..