Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '10

 
Kategori
Deneme
 

Bir avuç çakıltaşı

Dağların üstünden bulutlar yol bulup geçerken bize ne oluyor ki gurur ve kibir deryalarında devleşiyoruz? Kendimize boy aynasında bakmıyor, ya da boy aynasının ayaklarımızı gösterdiği noktaya hiç dikkat etmiyoruz sanki. Üzerine basmakta olduğu kara parçasının farkında bile değiliz. Ayak parmaklarımızın sürtündüğü yumuşak halılar, ayakkabılarımızın altında can soluklamaya çalışan paspaslar hangi mermer parçasının, ya da hangi marka fayansın üzerinde dururlarsa dursunlar, dayanak noktası mutlaka toprak değil midir? Adımlarımızı sürükleyen ayaklarımız, dengeyi toprağın sağlam duruşuna borçludur değil mi? Hem görmüyor muyuz ayağımızın altından akıp giden toprak parçalarının insanların hayatlarında ne gibi bedeller ödettiğini insanlığa. Bazen heyelan, bazen deprem adını alan bu toprak hareketliliği nelerini götürmekte insanlığın… En acı hatıralarından birisi, daha dün gibi yakın olan Marmara Depremi değil mi? Nereye gitti Kocaeli-Gölcükkıyısında hayatlarını sürdüren en az on beş bin can? Denize doğru akıp giden milli servetin önüne neden geçemedik? Mümkün müydü bu hareketliliğe ayak diretebilmek? — Her şeyimiz gitsin; ama canımız sağ kalsın diyebilmemiz; sevdiklerimizden ayrılmamamız veya sevdiklerimizin ağıtlarını yakmamamız arkadan… Mümkün müydü bütün bunlar? Değildi, değil mi? O depremde canını kaybeden hangi insanımız şu anda hayatta olmayı istemezdi? 17 Ağustos Marmara Depremi’nin acı ve hüzün dolu yıldönümlerinde televizyon ekranlarına yansıyan, insanın içini yakan görüntüleri hangimiz yüreği burkulmadan izleyebiliyoruz? Parçalanmış ailelerin dramlarını; göçük altından günler sonra kurtarılabilen canların yaşattığı buruk mutlulukları hangimiz gözden kaçırabiliyoruz? Ne çabuk unutuyoruz acıyı? Toplum olarak görmezden gelebildiğimiz, o acı dolu günleri; o günlerde sevdiklerini kaybedenler, bizimle aynı duygular içinde anıyorlar mıdır acaba? Yoksa dün Marmara’da yaşanan o tabloların, yarın öbür gün bizim ayaklarımızın altında yaşanmayacağına dair bir güvence alan mı var içimizde? Bilemiyorum. Ama toplum olarak çok çabuk unutuyoruz çektiklerimizi. O günlerde işini, eşini, aşını kaybedip de o günlerden sonra bir daha yüzü gülmeyen, başı yerden hiç kalkmayan insanlarımızın varlığını ne de çabuk unutturdu bize hayat! Hayatı fazla ciddiye almamak belki doğru olan; ancak yamalı, yırtık pantolonumuzun cebine konulmuş bir avuç çakıl taşı gibi her adımımızda ses vermekteyken hayat, onu duymamak, onun ağırlığını hissetmemek hangi cılız bedenin yapabileceği bir iştir? Küçük dağları ben yarattım gibi hava yapan insanlarımızın sayısı gün geçtikçe artıyor sanki. Karamsar olmak istemiyorum; ama aynı apartman dairesinde yaşayanların, aynı iş yerinde çalışanların birbirlerine göz ucuyla dahi bakmamakta kararlı görünmeleri insanı korku filmlerinin gerginliğine çekiyor. İster istemez şu soruyu sormak geçiyor içimden: - Biz nereye gidiyoruz? Biz mi doğru yolu kaçırdık ya da yeni yetme mühendislerin çizdikleri haritalar gidişatımızı böyle mi gösterecek bundan böyle? Günde kaç kez yaralanacak bedenimiz? Kaç duygumuzu sellere kurban vereceğiz. Unutmayalım dostlar, ne kadar yüksekte de olsa başımız, bulutlar geçerken eğileceğiz! Sevgi ve muhabbetle kalınız…
 
Toplam blog
: 15
: 446
Kayıt tarihi
: 08.09.09
 
 

1975 yılında Muğla ili Fethiye ilçesi Karaçulha Kasabası’nda dünyaya geldi. İlk, Orta ve Lise..