Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir aydınlanma öyküsü - Zaman her şeyi değiştirir

Bir aydınlanma öyküsü - Zaman her şeyi değiştirir
 

Bu sene de korkulan oldu ve biraz gecikmeli de olsa Tel Aviv’e yaz geldi. Sıcak bir yandan, nem bir yandan, herkes burnundan soluyor. Bu nem öylesine pis birşey ki, resmen havada yüzüyor gibiyiz. Çaktırmadan geriye doğru evriliyoruz, solungaçlarımızın çıkmasına az kaldı.  

Güneş asfaltta yumurta pişiriyor. Evden çıktıktan on dakika sonra, o gün ne giydiysem, onun deseni üzerime çıkıyor. Ortalıkta röntgen filmi gibi dolaşıyorum. Tek farkı, benim filmin koyu kısımları siyah değil. Bulaşık makinesinde yıkanan plastik kapların zamanla aldığı cinsten, böyle pembe desem değil, kırmızı desem değil, acaip bir renk.

Bu sabah telefonda babama “Öğlen sıcağında sokağa çıkma.” dedikten sonra, öğleni bekledim ve pazara gittim. C’est la vie. “Dediğimi yap, yaptığımı yapma” deme sırası artık bende.

Pazar dönüşünde, taşıdığım torbaların ağırlığına ve şortumu popoma yapıştıran sıcağa rağmen, kulaklarımda Tesla, pür neşe yürüyordum. Hatta kendimi müziğe öylesine kaptırmıştım ki, “ritme uygun adım yürümeye çalışırken kendime çelme takma” aşamasından, “her şarkıda başka bir enstrümanı çaldığımı hayal etme” aşamasına bile geçmiştim. Müzik güzel şey. İki kulak arasındaki kuru gürültüyü bastırıp, insanı ahmakça bir mutluluğa gark ediyor.  

Eve yaklaşırken, 13-14 yaşlarında, kıvırcık sarı saçlı bir oğlanın hızlı adımlarla yanımda yürüdüğünü fark ettim ve beni geçebilmesi için biraz yavaşladım. Çocuk beni geçti, ama beklentimin aksine ilerlemedi. Tam önümde durdu ve yüzüme bakarak birşeyler söylemeye başladı. “Hah!” dedim içimden, “Kulağında kulaklık olan insana adres sorma alıştırmalarına şimdiden başla çocuğum, ağaç yaşken eğilir.”  

Torbalardan güçlükle kurtarabildiğim sağ işaret parmağımı havaya kaldırıp çocuğa “Bir saniye” demeye çalıştım. Kulaklıklarımdan kurtulduğumda, boş bulunup, İngilizce “Affedersin?” dedim. Çocuk, muhtemelen İbranice bir cevap beklediğinden şaşırdı ve gözleri başımın ardındaki bir noktaya kaydı. Nereye baktığını anlamak için döndüğümde, şaşırma sırası bendeydi. Arkamda kızlı erkekli, aynı yaşlarda 5-6 çocuk daha vardı. “Yurttan Sesler Toplu Korosu” elemanları gibi yan yana dizilmişler, içlerinden birinin ses vermesini bekler gibiydiler.       

Bekleyiş uzadı.

Sonunda kara kaşlı, kara gözlü bir kız, derin bir nefes alıp, mükemmel bir İngilizce ile şunları söyledi:

“Şey... okulda bize bir ödev verdiler. Sokakta insanlara yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sormamız gerekiyor. Size yardım etmemizi ister misiniz? Yani... sizin için yapabileceğimiz herhangi birşey var mı?”

Bir an için ne demek istediklerini anlayamadım.  

Yardım mı? Ne yardımı? Torbalarımı mı taşımak istiyorlar? Yok artık. Oldu olacak damı aktarıp, çiti onarsınlar bari. Ahaha. Beynime de güneş geçti resmen. Bir duş, soğuk bir duşa krallığımı (*) veririm şu anda.

Çocuklar benden bir cevap bekliyorlardı. Yüzüme muhtemelen korkunç görünen yapay bir gülücük yerleştirip “Yok, sağolun...” dedim, “... ama sorduğunuz için çok teşekkür ederim.”

Konuşmanın daha fazla uzamasını istemediğimden, hemen kulaklıklarımı takıp, tekrar yürümeye başladım. Henüz birkaç adım atmıştım ki, birden yıldırım çarpmış gibi olduğum yerde çakılıp kaldım. Zira biraz geç de olsa jetonum düştü.

Hay bin kunduz! Hatta on bin kokarca!

Ben müziğin etkisiyle kendimi yeniden 15 yaşımda hisseder, aktif-dinamik-heyecanlı bir şekilde yürüdüğümü sanırken, çocuklar bana bakıp, taşıdığı torbaların ağırlığından kolları uzamış ve sıcaktan morarmış bir “teyze” görmüşler, yardım edebileceklerini düşünmüşlerdi.

Bir sabah yatağımda Komodo ejderi olarak uyansam bu kadar şaşırmazdım herhalde. Yani aynaya bakar, “Anaaaa!” der, sonra da kahvaltıda kocamı yerdim büyük olasılıkla. Ama yaşlanmak? Hayır dostum, hayır, buna hazır değilim henüz.

Ne var bunda bu kadar şaşıracak? O çocukların her birinin annesi olacak yaşta değil miyim? Yoksa zekâ yaşımın dışarıdan da göründüğünü falan mı sanıyorum? Nedir yani?

Hızımı alamayıp, hemzemin geçide kontrolsüz girmiştim. Düşünce katarımın altında pert olmam an meselesiydi. Acilen birşeyler yapmalıydım.

Yaşlanmak kötü birşey değil ki. Yani, şarap yerine sirke olmadıktan sonra. Hem yaşlanmamak da benim elimde değil. Ajda Pekkan mıyım ben?

Bu “aydınlanma” anının sersemliğimden kurtulup, yeniden hareket edebilecek hale geldiğimde, arkama baktım. Gözlerim, asfalttan yükselen sıcak dalgaların ardında çocukları aradı. Sokak boştu. Çocuklar muhtemelen başka bir yerde, bir dedeyi karşıdan karşıya geçirmekle meşguldüler.

Evin yolu nasıl da gözümde büyüyordu.

“Tüh!” dedim içimden, “Keşke verseydim çocuklara torbaları...”

******

(*) 60 senedir bir kraliçe tarafından yönetilen ülkeye hâlâ “Birleşik Krallık“ denildiğine göre, benim buraya “kraliçeliğimi” yazmam çok zorlama olurdu sanırım.

 

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..