Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '09

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Bir başka dünyada kriz görülmüyor

Bir başka dünyada kriz görülmüyor
 

Burda Dur! Burasu Burdur...


Bir başka dünyada kriz görülmüyor.

ABD’de finans merkezli olarak patlak veren ve giderek bütün Batı sistemini saran küresel kriz, büyük Atatürk’ümüzün daha 1920’lerde-30’larda “mahv ve nabut olacak –mahvolacak ve yok olacak” dediği kapitalist- emperyalizmin yapısal krizidir. Yani dünyanın bir başka köşesinde, örneğin İran’da, Çin ve Hindistan’da, Venezüella’da, yani büyük Atatürk’ün daha 1936’larda bugünkü yükselişlerini, emperyalizme karşı zaferlerini ve refaha ilerleyişlerini, “güneşin yarın doğudan doğması” gibi kesin olarak gördüğü bugünkü Atlantik dışı dünyada, Avrasya’da krizin esamisi okunmuyor. Bunun nedenleri üzerinde kafamızı iki avucumuzun arasına alıp düşünmemiz gerekmektedir.

Önceleri “kriz bize teğet geçer” denilerek ciddiye alınmadı. Krizin yalımları reel sektörü tutuşturmaya başlayınca, fabrikalar bir biri ardına kapanmaya, buralarda çalışan yüzbinlerce kişi açlığa, sefalete sürüklenmeye, eve ekmek götüremeyen babalar cinnet geçirip kızının kafasına sıkıp bir kurşunla da kendi hayatına son vermeye, Denizli’de olduğu gibi iflas eden işadamları boğazlarını falçatayla keserek intihar etmeye, millet olarak zıvanadan çıkmaya ve delirmeye başladığımızın bir göstergesi olarak işlenen cinayetlerin bir anda 40–50 kişi gibi toplu katliamlara dönüşmeye başlayınca birden viraja girerek “canım küresel kriz, bizi de etkileyecek tabii ki” denmeye başlandı. Son zamanlarda vergi indirimleri vesaire yöntemlerle ekonomiyi canlandırmanın çeşitli yolları deneniyor.

Bir de deniyor ki değerli konuklar, “Eve kapanma, pazara çık, volta at!” diye kampanyalar düzenliyorlar.

Bir de havalarda belgeler uçuşuyor. Milleti cambaza baktırıyorlar. Ülke cayır cayır yanıyor, piyasa daralıyor, üretim düşüyor, toplum fakirleşiyor, sanayide kapasite kullanımı yüzde 20’ler civarında gerileme göstermekte. İç ve dış piyasada müthiş bir daralma kendini şiddetle hissettiriyor. Dış talebin daralmasına bağlı olarak ihracatta büyük düşüşler var. İşsizliğin geçen ay yüzde 11, 6’dan yüzde 15, 5’e fırlayarak yeni bir rekor kırdığını; genç nüfusta durumun daha da ürküntü verdiğini, yüzde 21, 2’den yüzde 27, 9’a çıktığını resmi rakamlar teyit etmektedir. Konunun uzmanlarına göre gerçek durum daha da vahimdir. Buna göre; iş aramayıp çalışmaya hazır olan 2 milyon 345 bin kişi ile mevsimlik çalıştığı için halen işsiz durumda bulunan 128 bin kişi eklenerek hesaplanan gerçek işsiz sayısı Mart döneminde, bir yıl öncenin aynı dönemine göre 1 milyon 164 bin artarak 6 milyon 249 bin oldu. Gerçek işsizlik oranı da 3, 7 puan artışla yüzde 20’den yüzde 23, 7’ye çıktı.

Daha dün TÜİK tarafından yapılan açıklamaya göre, 2009’un ilk üç ayında, yani (Ocak-Şubat-Mart aylarında) Türkiye ekonomisi, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 13, 8 oranında küçülmüştür. Krizin en önemli göstergelerinden biri olarak GSYİH, (yani mal ve hizmet üretimi) ilk çeyrekte görülmemiş boyutlarda daralmıştır. Tarımda, sanayide, ticarette, ithalatta ve ihracatta çok büyük oranlı gerilemeler söz konusudur. Bu durum, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik kriz tablosuna işaret etmektedir.

Esasen temel bir kriz bileşeni olan üretimsizlik nedeniyle ülkemiz yıllardır krizin körçıkmazlarında debelenip durmaktadır. Evet, temel krizimiz üretimden kopmamızdır. İç pazarımızın daraltılması, ithalata yönelik bir kalkınmanın dayanılmaz hayaliyle kendimizi avutmamızdır. En büyük üretim şirketlerimizin bilânçolarını inceleyelim; KOÇ’un, Sabancı’nın en büyük gelir kaleminin üretimden değil, rantiyeden geldiğini görürüz. Koca koca sanayi şirketlerimiz birer faizci olup çıkmışlardır. Ya da tacir… Sanayi sermayesi kenarlara sürülmüştür. Oysa bugün ekonomiyi genişletici yöntemler uygulanması tek çıkar yoldur. Devleti küçültmekten artık vazgeçmek gereklidir. Tam tersine kamu yatırımlarına ağırlık vermek gerek. Temel hastalığımız üretimsizliktir. Enflasyonu tetikler korkusuna kapılmadan kitlelerin alım gücünü yükselterek, iç üretimi ve tüketimi artırmak gerekir. Hastalığın şifası budur. Halkın cebine para koymadan “pazara çık!” demek “daha fazla borçlan!” demekten farksızdır. Örneğin bu ay zam ayıdır maaş ve ücretlere, bir yandan üretimi artırırken diğer yandan üretilen emtianın iç pazarda tüketilmesi için hiç çekinmeden 300–400 TL seyyanen zam yapmak gerekir. Bu denklem kurulmadan yapılan her hamle boşa atılan kuru sıkıdan başka bir anlama gelmeyecektir. Palyatif çözüm yöntemleriyle başarıya ulaşamayız. Vergi indirimlerinin piyasayı canlandıramadığı basında yazılıp çizilmektedir. Kaldı ki, bu önlem de krizin üzerinden bir kamyon gibi geçtiği fakir fukaraya garip gurabaya faydası olan bir önlem değildir. Krizin yükünü halkın sırtına yıkma cinliğinden başka bir şeye hizmet etmez. Kitlelerin cebine para koymadan vergi indirimi yapsan ne olacak sanki alıcı olmayınca…

Artık Türkiye’nin kurulan yenidünyada yerini alma zamanı gelmiştir. Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık dünyası Atlantik değildir. Türkiye çöken Atlantik’te boğulmaktadır; dokularına parçalanmaktadır; toprak ve millet bütünlüğü tehdit altındadır. Halk kitleleri son yıllarda zaten korkunç bir fakirleşmenin girdabına girmiş, sadakaya muhtaç hale getirilmiştir. Aç insan gününü kurtarma peşinde koşar. Aç insanlarla demokrasi kurulamaz. Aç insanların önüne seçim sandığı koymak abesle iştigaldir. Aç insanların oyunu bir tabak yemeğe, bir çuval kömüre ya da bir paket makarnaya elde edebilirsiniz. Bugün temel kalkınma yöntemi olarak sarıldığımız yollar-köprüler yapmak yerine kamu eliyle, millete aş ve iş kapısı fabrikalar yapılmalı, iç piyasayı canlandırmak için insanlarımızın cebine para konmalıdır. Konunun uzmanlarına göre, kısa vadede bunlar yapılırsa yangının tahribatı en aza indirilebilir. Bu yola düşebilmenin kapısıysa bağımsızlıktır. Şairin şiirindeki, “Biz biliriz bizim işlerimizi, işimiz kimseden sorulmamıştır” anlayışıdır. Haneye sahip olmadan içini kendi zevkinize göre serbestçe döşeyemezsiniz. Mutlaka dış müdahale görürsünüz, size 15 günde 15 yasa çıkarttırırlar. Bu tarihte böyle olmuştur, Osmanlı’da böyle olmuştur; bugün de böyle olmaktadır.

Ancak uzun vadede krizden tam anlamıyla çıkışın yöntemi ise tarihimizde yatmaktadır. Türkiye, dünyayı allak bullak eden, o zamana kadar görülmemiş yıkıcılıkta bir kriz olan 1929 dünya bunalımını Atatürk’ün doğru önderliğinde sarsıntı geçirmeden atlatmasını bilmiştir. O dönemde bütün Batı dünyası kıyamete maruz kalmış gibi bir yıkımla karşılaşmışken Sovyetler Birliği’nden sonra en hızlı büyüyen ülke Türkiye’ydi. Küresel kriz koşullarında Türkiye biryandan Osmanlı’dan miras kalmış borçlarını ödedi sektirmeden, diğer yandan da tempolu bir şekilde ekonomik, toplumsal ve kültürel kalkınmasını gerçekleştirdi. Bir yandan emperyalizme karşı dik durmasını bildi; çevresini çelikten bir zırh ile dokunulamaz hale getirdi; diğer yandan da tam bağımsızlık koşullarında kendi yağında kavrularak denk bütçeler yarattı.

Bu tarihsel deneyimin içeriği nedir?

O dönemde büyük Atatürk’ün elinde sihirli bir değnek mi vardı?

Bunun değerli konuklar sihirle, kerametle alakası yoktur. Sadece karakter meselesidir. Yani Atatürk’ün dediği gibi, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” şeklinde tanımlanan sağlam bir yapıdır, vicdan, şeref ve haysiyet meselesidir. AB’den gelen emirle 15 günde 15 yasa çıkarmakla övünen ya da Lajendik’in Ergenekon davasında gidilebildiği yere kadar gidilmesini istemesine eyvallah edilen anlayışla ancak kriz bataklığında debelenilir.

Kemalist önderlik, küresel kriz patlak verir vermez kamu ağırlıklı, halkçı-devletçi karma ekonomi metodu uygulamaya başlaması nedeniyle olağanüstü başarılara imza atabilmiştir. Kimilerinin “faşizan politikalar” uygulandığını iddia etme cüreti gösterse de o dönemde, bağımsızlıkçı ve halkçı-devletçi uygulamalarla ülkemizin başı dikti uluslararası camiada. Hele askerinin başına çuval geçirecek çılgın henüz anasından doğmamıştı. Küçük bir niyeti bile büyük Atatürk savaş meselesi yapardı. Ünlü anekdotu herkes hatırlayacaktır. Hatay meselesi nedeniyle ilgili ülkenin büyükelçisine savaş çizmelerini giydirtmemelerini, fişekliğini göğsüne taktırtmamalarını ikaz etmişti.

İşte tarihsel süreç içinde büyük imparatorluklar ve insanlık tarihine yön vermiş büyük devletler yönetmiş Türk milleti böyle bir lidere layıktır.

Milleti gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

www.fatihozcan.org

 
Toplam blog
: 510
: 505
Kayıt tarihi
: 04.04.08
 
 

"Cv" Dedikleri Özgeçmişim 1953 yılının karanlık günlerinde Haziran ayının 24. günü, ağaçların mey..